İslam dini, bütün âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammet Mustafa (sav) eliyle, sadece bir bölgeye veya millete değil, bütün insanlığa gönderilmiştir. Buradan hareketle, Hizmet hareketinin misyonunun sadece Türkiye insanına ya da müslümanların yaşadığı coğrafyalara değil bütün insanlığa ulaşmak olduğunu söyleyebiliriz. Günümüzde bu hareketin başına gelen bela ve musibetler eliyle, cebr-i lütfi olarak, hizmet insanları bir taraftan tasafi ederek özüne dönerken, içindeki çürük elmalardan arınırken, bir taraftan da temsil ettiği mesajların bütün yeryüzüne ulaşması için gerekli olan şartlar oluşmakta ve bu yeni ulaştıkları coğrafyalarda misyonlarını tam eda edebilmeleri için gerekli olan değişimi sağlayacak saikler/dinamikler vücuda gelmektedir.
Hocaefendi’nin ifade ettikleri gibi, bu tarza yaşanan süreçlerden sonra, Allah (cc), davasına hizmet etmeyi gaye edinmiş bu topluluğa, yeni imkanlar, yollar ve metodlar bahşetmiştir. Böylece, hakikatı bütün gönüllere duyurabilmeleri adına gerekli olan değişimi lütf-i İlahi olarak gerçekleştirmektedirler. Daha önce de ele aldığımız gibi, her türlü organizasyonda zamanla pörsümeler/deformasyonlar meydana gelir. Fertlerde, başlangıçta var olan aşk ve şevk, yavaş yavaş yerini ülfet ve ünsiyetlere bırakmaya başlar. Bünye içinde bir takım arızalar /hastalıklar görülmeye başlar.
Makam, mal mansıp edinme, idare etme arzusu, elde edilen payelerden kaynaklanan güç zehirlenmelerine maruz kalma, elde edilen başarıları kendilerinden bilmek suretiyle şirklere düşme, gruplaşma, ekipleşme ve tarafgirlik etkisiyle hakperest olamama, değişik seviyede mabeyni humayunlar oluşması vs… gibi hastalıkların etkisiyle ihlas, samimiyet, uhuvvet , fedakarlık, isar hasleti, prensiplere bağlılık, beklentisizlik, adanmışlık, kollektif şuur, istişare vs. gibi hizmet hareketinin misyonunu eda edebilmesi için olmazsa olmaz dinamikler pörsüyerek, yıpranmaya başlarlar. Hastalıkların, bünyeyi yavaş yavaş kemirmesinden dolayı, arızaların tesbiti doğru zamanda yapılamaz ve tedavi adına geliştirilen tedbirler de meydana gelen dirençler, zaaflar ve terkedilemeyen nefsani alışkanlıklardan dolayı tesirini gösteremezler. Bu noktaya gelmiş bir organizasyon/hareket artık yok olma yoluna girmiş demektir.
Burada endişe edilmesi gereken ve cevap verilmesi gereken önemli bir soru vardır: “Acaba hakkı temsil davasında yaşanılan onca şeye rağmen hala liyakat korunabilmiş midir?” Eğer hala liyakat varsa, Allah (cc), davasının erlerini ve hizmet hareketini ortada bırakarak, yok olmalarına izin vermez. Onlardaki keyfiyeti ve ihtiyaçları olan donanımlarını arttırmaları için onları yeni istihalelere tabi tutar. Celal ağırlıklı tecellilerle, cebr-i lütfi olarak, hizmet insanlarına bırakılsa yapamayacakları değişimi ve bünyeyi yavaş yavaş öldüren hastalıkların tedavisini gerçekleştirir. Bu tecelliler kulun kaldıramayacağı tarzda da değillerdir. Umumda Celal tecelli ederken, kulun ihtiyacına göre yer yer Cemali olan tecelliler imdada koşarlar. Üstadın ifadesiye “Bazen de cemal, celalden tecellî eder. Evet, cemalin gözünde celal ne kadar cemildir, celalin gözünde dahi cemal o kadar celildir.”
Şahsi manevinin liyakatı koruyup korumadığına bakılmalıdır…
Liyakatın korunup korunmadığına cevap ararken, yine bir kez daha bütüncül yaklaşım diyoruz. Elbette hizmet hareketi içerisinde yukarıda zikredilen hastalıklarla malül olmuş insanlar vardır. Özellikle süreç öncesinde yaşanan kemmiyet patlaması ve hizmetin sunduğu imkanları elde etmek için gelen çok sayıdaki insanları düşündüğümüzde, bu normal bir netice olarak karşımıza çıkar. Burada Üstad Hazretleri’nin ve Hocaefendi’nin sık sık nazara verdikleri “şahsi manevi” kavramı meselemizin çözümüne yardımcı olacaktır. Bütüncül yaklaşım, bireylerin hatalarına ve münferid hadiselere odaklanmak yerine, hizmet hareketinin sahip olduğu şahsi manevinin liyakatını koruyup koruyamadığına odaklanmamız gerektiğini söyler.
Bugün gelinen noktada, hizmetin şahsi manevisinin liyakatını hala muhafaza etmekte olduğunu ve hatta liyakat noktasında çok daha büyük hizmetleri deruhte edebilecek bir seviyeye çıktığını söyleyem mümkündür. Hocaefendinin şahsında mesele ele alındığında, cemaatın yaşadığı her türlü sıkıntı ve meşakkati katlayarak yaşayan, ızdırapla Hak karşısında daha da iki büklüm olan bir Hocaefendi görürüz. Onun hakkında hüsnü zannımız odur ki, Allah (cc) karşısında kullukta daha da derinleşmekte, geçen zaman içerisinde manevi açıdan da durmadan yükselmektedir.
Hizmet insanları ise, yüzbinlercesi hapishanelerde, gaybubetlerde, cebri hicretlerde tasaffi ederek manen terakki etmektedirler. Bu işe ehil olmayanlar, menfaatleri için işin içinde bulunanlar ise sürecin meydana getirdiği fırtınaların şiddetine dayanamayarak elenmektedirler.
Sürecin hala bitmemesi ise bu arınmanın, hakiki tevhide ulaşmanın ve kullukta derinleşmenin bitmediğine ve hala devam etmekte olduğuna işaret etmektedir. Bütün bunlar, hizmetin şahsi manevisi olarak liyakatının her geçen gün artmakta olduğunun emareleridirler. Hizmet insanlarının en ehemmiyetli bir meselesi, bu hususların farkında olarak, haklarında ilahi inayetin tecellisine mazhar olabilmeleri için gerekli olan manevi değişim ve dönüşüme ayak uydurabilmeleridir.
2017 yılındaki bir bamtelinde Hocaefendi özetle şunları söylemektedir: “Bu süreçte yapılan onca zulümlere, haksızlıklara rağmen hizmet insanlarının duruşlarından taviz vermemeleri, ekseriyet itibarıyla yollarına devam etmeleri, işkencelere maruz kalan ve hapishaneye düşen insanların sergiledikleri metanetleri ve manevi yönden kat ettikleri mesafeyi gördükten sonra anladım ki, bu vazife bizden alınmamıştır.” Hizmetin şahsi manevisinin liyakatı korunduğu gibi, hadiseler eliyle manevi açıdan daha da yükselen hizmet insanları, Allah’ın (cc) inayet ve keremiyle daha da büyük hizmetleri yapmaya namzet hale gelmişlerdir.
Mağlûp da olsak, kuvve-i mâneviyeye ve hizmetimize noksanlık vermeyecek…
Üstad Hazretleri, zahiri mağlubiyet olarak gözüken hadiselere bakış açısının nasıl olması gerektiğini Emirdağ Lahikası’nda ele almaktadırlar: “Vazifemiz ihlâs ile iman ve Kur’ân’a hizmet etmektir. Amma bizi muvaffak etmek ve halka kabul ettirmek ve muarızları kaçırmak ise, o vazife-i ilâhiyedir. Biz buna karışmayacağız. Mağlûp da olsak, kuvve-i mâneviyeye ve hizmetimize noksanlık vermeyecek. O noktada kanaat etmek lâzımdır. Mesela: Bir zaman İslâm’ın büyük bir kahramanı Celâleddin Harzemşah’a demişler: “Cengiz’e karşı muzaffer olacaksın.” O demiş: “Vazifemiz cihad etmektir. Bizi galip etmek vazife-i ilâhiyedir. Ona karışmam.” Sizin şimdiye kadar sarsılmadan hâlis hizmetinizin delâletiyle, siz de bu kahramana iktida etmişsiniz. Binden bir-iki adam sizden kabul etse, yine sarsılmamak gerektir. Bazen bir-iki adam, bine mukabil geliyor.”
Hizmet-i imaniye ve Kur’an’iyede bizleri muvaffak etmek ve halka kabul ettirmek ve muarızları kaçırmak vazife-i ilâhiyedir. Bizim vazifemiz bu hizmetlerde koşturmak, esbaba tevessül etmek ama neticeyi ise Allah’tan (cc) beklemektir. Gelinen noktada, deruhte edilen hizmetler halihazırda milyonlarca insanın imanına vesile olmuştur. Üstelik hizmetler sadece Türkiye ile sınırlı kalmamış, dünya’daki bir çok ülkeye ulaşmış ve o ülkelerden de önemli sayıda insanların hidayetine vesile olmuşlardır.
Ayrıca süreçte yaşanılanların tarih boyunca, başta peygamberler olmak üzere hakkı temsil edenlerin başlarına hep geldiğini hatırlamakta fayda vardır. Allah (cc) bir çok hikmetlere binaen, hak yoldaki kullarını bela ve musibetler eliyle hep imtihana tabii tutmuştur. Üstad Hazretleri altın bir prensibi daha hatırlatıyor; mağlûp bile olsaydık, kuvve-i mâneviyeye ve hizmetimize noksanlık vermemesi gerekirdi. Kaldı ki ortada bir mağlubiyet yoktur. Allah’ın (cc) verdiklerine kanaat etmek lâzımdır ki, aşk ve şevkle hizmetlere devam edilebilsin.
Burada önemli olan, hizmet insanlarının hep teyakkuz içerisinde ve temkin edalı olmaları, her zaman “Acaba bu iş bizden alınır mı?” endişesini taşımaları ve liyakatı koruma adına maddi ve manevi sürekli bir cehd ve gayret içerisinde bulunmalarıdır.
Not: Bu yazı 16 Ağustos 2019'da tr724.com'da yayınlanmıştır