[Prof.Dr. Osman ŞAHİN] Hazret-i Ali’nin karıştırılmaması gereken iki şahsiyeti

Samanyoluhaber yazarı Prof. Dr. Osman Şahin 'Selef-i sâlihîn dönemi olayları nasıl anlaşılıp, yorumlanabilir?' serisinin dördüncü yazısını yayınladı

SHABER3.COM

Prof. Dr. Osman ŞAHİN- Samanyoluhaber.com

SELEF-İ SÂLİHÎN DÖNEMİ OLAYLARI NASIL ANLAŞILIP, YORUMLANABİLİR?  4


Hz. Ali’nin (radiyallahu anh) fazileti ve manevi büyüklüğü, bütün sahabe, tabiin ve tebe-i tabiin tarafından kabul ediliyordu. Fakat idare ile alakalı hususlarda ihtilafa düşmüşlerdi. Cemel ve Sıffîn’de her ikisinde de olay bu şekildedir. Tarih boyunca ve günümüzde de bu hadiseler kullanılarak, İslâm’a çok büyük zararlar verilmeye çalışılmaktadır.


HAZRETİ ALİ’NİN İKİ ŞAHSİYETİ


Bediüzzaman Hazretleri Emirdağ lahikasında, “Al-i Beytin muhabbeti, Risale-i Nur da ve mesleğimizde bir esastır” diyerek Risale-i Nur talebeleri için Ehl-i Beyt muhabbetinin ne kadar önemli olduğunu vurgularken aynı zamanda bu muhabbetin başkalarını haksız bir şekilde karanlığa mahkûm etmemesi adına da hayati öneme sahip çok orijinal tespitlerde bulunmaktadırlar:

İmam-ı Ali Kerremallahü Veche’nin şahsına ve hayatına ve adalet-i hakiki üzerine giden siyasetine ilişmek, darbe vurmak başkadır. Şahsiyet-i zahirisinden ve hayat-ı dünyeviyesinden ve siyaset-i içtimaiyesinden binler derece daha yüksek olan şahsiyet-i manevisine ve kemalat-ı ilmiyesine ve makamat-ı velayetine ve varisliğine darbe gelmez ve gelmemiş ve gelemiyor. Kimin haddi var?

Onun için, iki ciheti birleştirmek tevehhümüyle karşısında muarazaya çalışanların taarruzu pek dehşetli görünüyor. Ehl-i iman ortasında nasıl böyle vukuat olabilir diye hayret veriyor. Halbuki Yezid ve Velid gibi habis herifler müstesna, ötekilerin kısm-ı azamı, İmam-ı Ali’nin (radiyallahu anh) harika kemalatına ve kerametlerine ve verasetine ilişmek değil, belki yalnız hayat-ı içtimaiye-i insaniyeye ait idaresine darbe vurmaya çalışmışlar, hata etmişler.”


Açıklama: Hazreti Ali’nin (radiyallahu anh) birbirine karıştırılmaması gereken iki şahsiyeti olduğuna dikkat çekilmektedir.

Birincisi: Onun şahsını, hayatını ve hakiki adalet üzerine bina edilmiş olan toplumun idaresine bakan şahsiyeti

İkincisi: Birinci şahsiyetinden binler derece daha yüksek olan maneviyatına, ilmi derinliğine, velayet ve veraset makamlarına bakan şahsiyeti.

Üstad Hazretlerinin bu tespiti, sahabeleri ve olayları doğru anlayabilme açısından çok büyük öneme haizdir. Maalesef, bu tespit yeterince bilinmediğinden veya anlaşılamadığından dolayı önemli hatalara ve yanlışlara düşülmektedir.


BİR TAŞLA KUŞ KATLİAMI YAPMAK İSTİYORLAR


Aslında günümüzde, Hazret-i Ali’nin birinci şahsiyetini ilgilendiren ve tarih boyunca tartışmalı olan bahisleri gündem yapmakta, sinsice yapılan dehşetli bir saldırı vardır. Bu konular herkesin ittifak edemediği, yani anlaşamadığı ve tarafgirliklerin devreye girebildiği hususlardır.

Asıl amaç, Cemel, Sıffîn ve hakem olayları üzerinden birinci şahsiyetini yıpratarak, İmam-ı Ali’nin (radiyallahu anh) dinde çok önemli bir rükün (sütün-temel) olan manevi şahsiyetine, Kur’an ve Sünnet’in, akait (inanç) ve muamelata ait esasların anlaşılmasında çok önemli bir rol oynamış ilmine ve sahip olduğu velayet ve veraset makamına darbe vurulmaya çalışılmaktadır.


O dönemde yapılan saldırıları, Hazret-i Ali’nin (radiyallahu anh) bu iki şahsiyetine yapılmış gibi göstererek “Mü’minler ve Müslümanlar arasında nasıl böyle olaylar olabilir diyerek veya dedirterek” İslâm’a, o döneme ve sahabelere karşı istifhamların oluşmasına çalışılmaktadır. Şeytani bir yaklaşım olan cerbeze vasıtasıyla, sürekli, bazı menfi şahısları veya menfi olayları nazara vermek suretiyle, asr-ı saadet, sahabe, tabiin ve tebe-i tabiin dönemlerini karanlığa mahkûm etmek istemektedirler.

Üstad Hazretleri, bir iki istisna dışında, Emevi Halifelerinin bile böyle bir yanlışlığa düşmediklerini, yani iki şahsiyeti birbirine karıştırmadıklarını ifade etmektedirler. Emevi dönemi halifelerinden Yezid ve Velid gibi zalimler hariç, bu halifelerin büyük çoğunluğu, Hazreti Ali’nin (radiyallahu anh) sadece farklı düşündükleri toplum idaresine bakan yönüne ait idaresine darbe vurmaya çalışmışlar ve hata etmişlerdir.

Bunlar, İmam-ı Ali’nin (radiyallahu anh) harika faziletlerine, kerametlerine ve verasetine ilişmeyip kabul etmişlerdir. Yani, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman (radiyallahu anhüm) efendilerimize davrandıkları gibi davranmışlar, Hazret-i Ali’nin (radiyallahu anh) üzerinden gelen ve temsil edilen dini almışlar, itiraz etmemişler, istifade etmişler ve bu hususlarda O’na tabi olmuşlardır.

Nitekim, Hz. Muaviye’nin huzurunda, Hz. Ali’nin çekiştirilmesi ve onun anlaşılamaması Hz. Muaviye’yi de dilgir edip ağlattırıyordu. Çünkü, Hz. Muaviye çok iyi biliyordu ki, Hz. Ali’nin anlaşılamaması dinin tam olarak anlaşılamaması ve dinin bir parçasının eksik kalması demektir. Hz. Ali’nin de Hz. Muaviye ve arkadaşlarının aleyhinde ölçüsüzce konuşulmasına izin vermediği ve onlar hakkında konuşurken “kardeşlerim” diyerek bahsettiği ve “İçtihatları ile hareket ediyorlar” şeklindeki beyanlarıyla, onlar hakkında meydana gelebilecek kötü düşünceleri tashih etmeye çalıştığı bilinmektedir.

Hz. Muaviye’nin buna benzer şekilde, Hz. Amr bin As’a “Niçin Hz. Ali’nin aleyhinde bulunmuyorsun’ tarzında sualler tevcih ederek, onu Hz. Ali’nin faziletlerini etrafındakilere anlatması için konuşmaya teşvik ettiği de rivayet edilmektedir.

Emeviler döneminde, Kerbela gibi A’li Beyt’ e yapılanlar ve Haccas-ı Zalim gibi zalim idarecilerin yaptıkları bazı zulümler istisna edilecek olursa, sahabelere, tâbiinin büyük imamlarına, Ehl-i Sünnet ulemasına ilişilmediğini, ilişildiği zamanlarda ise genelde buna kabul olmadığından devam etmediğini, engellendiğini görüyoruz. Bu büyüklerin ve âlimlerin fonksiyonlarını ve misyonlarını yerine getirebildikleri ve bu hususta bir engelle karşılaşmadıkları ve bilakis desteklendikleri görülmektedir. Bu sayede maddi ve manevi alanlarda çok büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. Emeviler’e rakip olarak A’li Beyt’in varlığı bu destek ve teşviklerin en ileri seviyede olmasını netice vermiştir. Bu dönemde, umumi manada, Abbasiler dönemindeki Mihne Olayları’nda olduğu gibi hususan Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’a yönelik zulümler yapılmamıştır.

Tarihi bir gerçektir ki, İster Emeviler’de ve isterse de Abbasiler’de maddi ve manevi büyük başarı ve fütuhatlarının yanı sıra, zalimlerin idareye geldiği dönemlerde, bazı zulümler, fitneler ve belalar da yaşanmıştır.

O dönemde yaşanan bazı zulümlerden hareketle, günümüzde Emevi Müslümanlığı diye bir kavram geliştirilmişken, benzer zulümler Abbasiler döneminde de yaşanmış olmasına rağmen Abbasi Müslümanlığı diye bir kavram kullanılmamaktadır. Halbuki, Şia ve Mutezile etkisiyle, Kur’an’ın mahluk olup olmadığı tartışmaları üzerinden, Ehl-i Sünnet alimlerine umumi olarak en büyük zulümlerin yapıldığı ve tarihe Mihne Olayları olarak geçen zaman Abbasiler döneminde yaşanmıştır.

Bunun böyle olmasında, başka sebeplerle beraber, Emevi döneminin kaleme alınmasının Emevi düşmanlığının had safhada olduğu Abbasiler döneminde ve özellikle de tarafgirlikte çok ileri gidenler tarafından kaleme alınmasının çok önemli payı bulunmaktadır.


Daha önce yayınlanan “Selef-i Salihini anlatan kaynakların güvenilirlik problemi” yazı serisinde bu konunun detaylarını bulabilirsiniz.

Burada Abbasiler dönemini karaladığımız gibi bir düşünce oluşmamalıdır. Her iki dönemde de bazı zulümler yaşanmasına rağmen hem Emeviler hem de Abbasiler dönemleri İslâm’ın en parlak dönemlerindendir. Her iki dönemde de çok büyük ve güzel icraatlara imza atılmıştır.

Emeviler döneminde yaşananlar üzerinden sahabeye saldırmak ve onları konumlarından düşürmek isteyenler, başta Şia olmak üzere Sünni İslâm düşüncesine zarar vermek isteyen kesimlerdir.

Aynı risalede, bahsi geçen zararlara binaen bu ihtilaflı meselelere hem takılmamak hem de uzak durmak gerektiğinin altı çizilmektedir:

“Hâricî ve büyük bir düşmanın hücumu zamanında, dâhilî küçük düşmanlıkları bırakmak elzemdir. Yoksa, hücum eden büyük düşmana yardım hükmüne geçer. Bunun için, daire-i İslâmiyede eskiden beri tarafgirâne birbirine mukabil, muarız vaziyetini alan ehl-i İslâm o dahilî düşmanlıkları muvakkaten unutmak maslahat-ı İslâmiye muktezasıdır.”


İnşaallah bir sonraki yazıda bu konuya devam edelim.

<< Önceki Haber [Prof.Dr. Osman ŞAHİN] Hazret-i Ali’nin karıştırılmaması... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER