[Prof. Dr. Osman Şahin] Şûrâ ve hizmetlere en büyük zararı verenler

Samanyoluhaber.com yazarı Prof. Dr. Osman Şahin : Şûrâ ve hizmetlere en büyük zararı verenler

SHABER3.COM


PROF. DR. OSMAN ŞAHİN 
Günümüzde, hizmetlerdeki en büyük problemlerin başında istişarelerin hakkıyla yapılmaması gelmektedir. Hizmetlere en büyük zararı da istişareleri yapmayan, başkalarına ihtiyaç duymayan, hizmet elemanlarının kabiliyetlerinin gelişmesine, hizmetlere tam anlamıyla sarılmalarına, benimsemelerine ve anlamalarına yardımcı olacak bu en önemli kurumu işletmeyenler vermişlerdir.


“Ben kendime yeterim!” sözleri şeytanın mırıltılarıdır. Karun gibi şeytanın kölesi olmuş kimseler de hep aynı iddiayı mırıldanıp durmuş ve kendilerini helake sürüklemişlerdir…  Allah bizi başkalarının bilgisine muhtaç olacağımız şekilde yaratmıştır.” (Şeytanî Bir Mırıltı: “Ben kendime yeterim!”) 


Hazret-I Bediüzzaman’a göre en büyük kıta olan Asya'nın en geri kalmasının önemli bir sebebi, hakiki şûrânın yapılmamasıdır: “Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer'iyedir.” (Hutbe-i Şamiye) 


Şûrâyı önemsemeyenlerin tam mü'min sayılamayacakları ve onu uygulamayan toplulukların tam anlamıyla Müslüman olarak kabul edilemeyecekleri belirtilmektedir. Şura yapıp yapmama insanların keyfi iradelerine bırakılmamıştır. Şura’da namaz ve zekât gibi emredilen hususlardandır: “Şûrâ, ilk mîrasçılar gibi günümüzün kutsileri için de en hayâtî bir vasıf, en esaslı bir kuraldır. Kur'ân'a göre o, mü'min bir toplumun en bariz alâmeti ve İslâm'a gönül vermiş bir cemaatin en önemli hususiyetidir. 


Kur'ân-ı Kerim'de şûrâ, namaz ve infakla aynı çizgide zikredilir ve “Onlar (öyle kimselerdir) ki, Rabbilerinin çağrısına icâbet eder ve namazı dosdoğru kılarlar; onların işleri kendi aralarında şûrâ iledir; kendilerine rızık olarak verdiğimizden de infakta bulunurlar.” (Şûrâ, 42/38) buyurularak, şûrânın ibadet ölçüsünde bir muâmele olduğu hatırlatılır. Evet, bu İlâhî emirde, Allah'ın çağrısına icâbet ve bu icâbetin gereği ve neticesi sayılan namaz-şûrâ-infak zikredilerek bu hayâtî meselenin önemi vurgulanmıştır. (Şûrâ)


Başkalarına ihtiyaç hissetmeyen, onlara ve fikirlerine değer vermeyen insanlar dâhi de olsalar, en büyük arızalara sebebiyet verirler. Böylelerinin idarede bulundukları yerlerde, gerçek anlamda birlik ve beraberlikten söz edilemez, fertlerin kabiliyetleri inkişaf etme ortamı bulamaz ve yapılan hizmetlerden de bir bereket ve verim elde edilemez: 


“Şûrâ, herhangi bir hususta verilecek kararların isabetli olabilmesinin ilk şartıdır. İyiden iyiye düşünülmeden, başkalarının fikir ve tenkitleri alınmadan fert ve toplumla alâkalı verilen kararlar, çok defa hüsran ve fiyasko ile neticelendiği görülmüştür. Kendi düşüncelerine kapalı ve başkalarının fikirlerine de saygılı olmayan biri, üstün bir fıtrat, seviyeli bir dimağ, hatta dâhi bile olsa, her düşüncesini meşverete arz eden sıradan ve düz bir insana göre daha çok yanılmalara maruzdur.


En akıllı insan, meşverete en çok saygılı ve başkalarının düşüncelerinden de en çok yararlanan insandır. İş ve plânlarında kendi fikirleriyle yetinen, hatta onları zorla diğer insanlara da kabul ettirmeye çalışanlar, önemli bir dinamizmi elden kaçırdıkları gibi, çevrelerinden de sürekli nefret ve istiskal görürler.” (Şûrâ)


İnsanlara ve fikirlerine önem verip onlarla istişare edenler sevilip baş tacı edilmekte ve yaptıkları hizmetler verimli ve bereketli olup hayırlı ve güzel neticeler meydana getirirken, buna uygun hareket etmeyenler ise insanların nefretlerini kazanıp aşağılanmakta ve yaptıkları icraatları kısır ve neticesiz kalmaya mahkûm olmaktadırlar.


Çünkü, bunlar hem bireylerin hem de toplumların maddi ve manevi hayatları açısından çok önemli neticeleri olan şûrâ müessesesini işletmediklerinden dolayı çok büyük kayıplara yol vermektedirler.


Burada önemli olan, hadiseleri herkesten daha iyi görüp daha iyi okuma veya daha isabetli tespitlerde bulunma da değildir. Önemli olan istişare mekanizmasını işletmek suretiyle, uzun soluklu olarak bireylerin gelişmesini sağlamak ve toplumların maddi ve manevi sağlığını kazanmalarına hizmet etmektir: 


“Şûrânın kendine göre vadettiği bir kısım neticeleri ve o neticelere ulaştıran bir kısım da kuralları vardır. Bu cümleden olarak; toplumun fikir ve müdahale seviyesini yükseltmek… Her yeni hâdisede onun görüşlerini alıp ona kendi önemini hatırlatmak, hatırlatıp alternatif düşünce üretmeye sevketmek… İslâm'ın geleceği adına, şûrâ prensibini dinamik olarak sürekli gündemde tutmak… Bir ölçüde hemen her hâdise münâsebetiyle, 'Sevâd-ı A'zam 'ın idareye katılmasını sağlamak… Halkın idareyi kontrol edip, gerektiğinde onun idarecileri sorgulaması şuurunu canlı tutmak… Yöneticilerin sorumsuzca davranışlarını engelleyip tasarruflarını sınırlandırmak… Gibi hususları zikredebiliriz.” (Şûrâ)


Peygamberler ve varisleri bile kendi cemaatlerinin ayağı ile yürümeseler ve cemaatlerinin seviyesine inerek onlarla fikir alışverişinde bulunmasalar, her işleri harikulade olsa ve her işlerinde her anlamda galip ve muzaffer de olsalar, tebliğ ve temsillerinde başarılı olamazlardı ve insanlara hedefledikleri maddi ve manevi değerleri ve güzellikleri kazandıramazlardı.


O halde, birtakım vazifelerle tavzif edilenlerin, bu hususların farkında olarak, gerekiyorsa karakterlerine ve tabiatlarına rağmen, bu hususlarda kendilerini tadil etmeleri çok önemlidir: “Evet, meşverette kat’iyen dayatma olmamalıdır. İslâm’a göre en makbul insan, yarım saatlik bir meşveret içinde karşı tarafı dinlerken on defa “Siz bu konuda çok haklısınız. Söylediğiniz her sözün altına imzamı atarım. Fakat bunların yanında benim de aklıma şöyle bir düşünce gelmişti. Buna ne buyurursunuz?” diyen kimsedir. İşte meşveretin şerefini koruyan, şeref abidesi insan budur. 


Yoksa karşı tarafı dinleme saygısını gösteremeyen ve sürekli kendi düşüncelerini doğru gören kimse esasında nefsini put haline getirmiş bir zavallıdır. Nefsi karşısında rükû ve secdeye varan böyle bir zavallı ise din ve hizmet adına konuştuğunu zannetse de, hakikatte nefsi hesabına konuşuyor demektir. Dolayısıyla onun ortaya koyduğu düşünceler hep reaksiyona sebebiyet verecek, tepkiyle karşılanacaktır.


Bu sebepledir ki insan, istişaredeki hal, hareket ve konuşmalarında sertliğini kırmalı, fikirlerinin sivri yanlarını törpülemeli ve böylece hüsn-ü kabulle karşılanmasını sağlamalıdır. Meselelerin sertliğinin kırılmadığı, düşüncelerin yumuşak bir üslupla seslendirilmediği ve sertliklerin bulunduğu bir meşverette ise kırılıp dökülmeler olur.” (İdeal İstişare)

<< Önceki Haber [Prof. Dr. Osman Şahin] Şûrâ ve hizmetlere en büyük... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER