Hz. Vahşî’nin(r.a) hidayet hikayesi
Allah Resûlü(s.a.s), öz amcası, Allah’ın Aslanı Hz. Hamza’yı(r.a) şehit eden Vahşî’nin(r.a) hidayetini istiyor ve onun hidayeti için ısrarda bulunuyordu. İşte, konuyla alâkalı tarihin kaydettiği hâdisenin içyüzü:
Allah Resûlü(s.a.s), amcasının kâtili Vahşî’y(r.a)i doğru yola davet eder, birisiyle mektup gönderir ve hak din olan İslâm’a girmesi için Vahşî’yi(r.a) yanına çağırır. Ancak Vahşî(r.a), gelen şahsa bir mektup yazar verir. Mektupta aşağıdaki âyet-i kerime yazılıdır:
“Yine onlar ki, Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmazlar, Allah’ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan, günahının cezasını bulur. Kıyamet günü azabı kat kat olur. Ve orada alçaltılmış olarak temelli kalır.”
Vahşî(r.a), bu âyetin altına şu satırları yazmayı ihmal etmemiştir:
- Sen beni Müslüman olmaya davet ediyorsun ama, ben, bu âyette geçen bütün günahları işledim. Küfür içinde yaşadım. Zina ettim ve bir de senin gözünün nuru amcanı öldürdüm. Benim gibi birisi affolur mu ki, ben de Müslüman olayım?
Allah Resûlü(s.a.s), ikinci bir mektup daha gönderir. Bu defa mektuba şu âyeti yazar:
“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse, büyük bir günah ile iftira etmiş olur.”
Vahşî(r.a), bu defa da, âyette affın kat’î olmadığını, meşîet-i ilâhîye bırakıldığını Resûlullah’a(s.a.s) intikal ettirir. Bunun üzerine de O Şefkat Peygamberi(s.a.s), üçüncü bir mektup daha gönderir. Bu mektupta ise şu âyet yazılıdır:
'De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.'
Vahşî(r.a), ancak bu üçüncü mektuptan sonra gelir ve Allah Resûlü’ne(s.a.s) biat eder. O da artık sahabe arasında sayılacak ve sonuna 'radıyallâhu anh' eklenmeden ismi anılmayacaktır. Ancak o, Hz. Hamza’nın(r.a) kâtiliydi. Ne kendisinin ne de başkasının bunu unutması mümkün değildi. Vahşî(r.a), belki ahirette böyle bir günahın hesabını vermeyecekti. Çünkü o, cinayet günü Müslüman değildi ve İslâm’a girmesiyle de bütün geçmiş günahları affolmuştu. Bu yönüyle tali’liydi.. ancak öldürdüğü insan da Hz. Hamza’ydı(r.a)!..
Hamza(r.a) ki, ormanda aslanların ödünü koparan bir efsanevî insanken Resûl-i Ekrem’in(s.a.s) önünde dize gelmiş, Müslüman olmuş; hatta İki Cihan Serveri’nin tuttuğu aynı memeyi tutmuş olması itibarıyla Allah Resûlü’ne(s.a.s) sütkardeşlik pâyesiyle de serfirazdı. O, İslâm’a gireceği âna kadar Müslümanlar korku içindeydi. Hamza(s.a.s) Müslüman olunca onların kükreyişleri, Arap Yarımadası’nı velveleye vermişti. Ve, işte vahşet içinde olduğu bir dönemde Vahşî(r.a), bu Hamza’nın(r.a) kanına girmiş.. Uhud’da elinde taşıdığı tali’siz mızrağını Hz. Hamza’nın(r.a.) bağrına saplamıştı. Hayatı boyunca Allah’tan başka her şeye 'Hayır' diyen Hamza(r.a), kendisine saplanan mızrak üzerine çöküyor ve yere yıkılıyordu; biraz sonra Allah Resûlü(s.a.s), onu uzuvları paramparça hâlde görecek, başucuna oturacak ve bir çocuk gibi ağlayacaktı. Şehitler yıkanmazdı; ancak Allah Resûlü(s.a.s) Hamza’yı(r.a) yıkadı ve âdeta su yerine de, kevserden daha kıymetli gözyaşlarını kullandı...
Evet, Allah Resûlü(s.a.s) onun başında bu derece gözyaşı dökmüştü. İşte şimdi bu cinayetin kâtili Vahşî(r.a), Allah Resûlü’ne(s.a.s) kanlı elini uzatmış biat ediyordu. Allah Resûlü’nün(s.a.s) tebliğ anlayışına bakın ki, O, bu eli tutuyor ve Vahşî’nin(r.a) İslâm’a girişini tebrik ediyordu. Zaten ısrarla Vahşî’yi(r.a) bizzat kendisi davet etmişti.
Vahşî(r.a), iman ettikten sonra Allah Resûlü(s.a.s), onun kulağına eğildi ve şu sözleri fısıldadı:
- Mümkünse bana fazla görünmemeye çalış! Çünkü seni her gördükçe Hamza’yı(r.a) hatırlar ve sana gereken şefkati gösteremeyebilirim. Böylece sen, tali’sizliğe itilmiş ben de vazifemi tam yapmamış olurum.
Vahşî(r.a), bir sahabi şuuru içinde Allah Resûlü’nün(s.a.s) bu ricasına ve emrine asla muhalefet etmedi. Daima Allah Resûlü’nden(s.a.s) uzakta durdu ve O’na görünmemeye çalıştı. Ancak, her dakika ve her saniyesi de, Allah Resûlü’nden(s.a.s) gelecek ikinci bir daveti beklemekle geçti. O, bir direğin arkasından Allah Resûlü’ne(s.a.s) bakıyor, O’nun bakışını yakalamaya çalışıyor ve kendi kendine, “Acaba!” diyordu, bir gün gelir de bana: “Artık görünebilirsin.” der mi? Vahşî(r.a), o mutlu günü bekleyedursun, bir gün kendisine o müthiş ve acı haber ulaştı. Allah Resûlü(s.a.s), gurûb edip aramızdan ayrılmıştı. Vahşî(r.a), beyninden vurulmuşa döndü. Zira artık, kendisinin çağrılacağına dair hiçbir ümidi kalmamıştı.
Vahşî’nin(r.a) bundan sonraki günleri hep günahına keffaret aramakla geçecekti. Nihayet Yemâme harbi patlak verdi. Derhal Halid’in(r.a) ordusuna girdi ve Yemâme’ye yollandı. Bu, onun için kaçırılmaması gereken bir fırsattı. İslâm’ın en büyük bahadırlarından birini öldürmüş, bir günaha girmişti. Her ne kadar o günah affolsa bile, Vahşî’nin(r.a) vicdanı, o günahın tesiriyle Cehennem gibi yanıyordu. Şimdi onun karşısında bir fırsat vardı: İslâm’ın en büyük düşmanı Müseylime’nin halledilmesi.
Vahşî(r.a), Hamza’nın bağrından çıkarıp sakladığı paslı mızrağını yanına alarak, Yemâme harbine katıldı. Harp günlerce sürdü. Müseylime ve ordusu, ölüm-kalım mücadelesi veriyordu. Bir ara, kaleden dışarı çıkıp kaçmak isteyen Müseylime, nöbet bekleyen bir sahabi tarafından görüldü. Onu gören sahabi, Vahşî’ye(r.a) seslendi ve: “İşte Allah düşmanı gidiyor!” dedi. Bunu duyan Vahşî(r.a), hemen paslı mızrağı eline aldı ve aynen, seneler önce Hz. Hamza’nın bağrına sapladığı gibi, bu defa da Müseylime’nin bağrına sapladı. Onun attan düşüp yere yıkıldığını görünce, kendisi de secdeye kapandı. Gözyaşları içinde âdeta Allah Resûlü’nün ruhaniyatına hitaben: 'Artık gelebilir miyim, Yâ Resûlallah!(s.a.s)' der gibiydi...
Biz, Allah Resûlü’nün(s.a.s) ona ne cevap verdiğini bilemiyoruz. Ama ihtimal ki, Allah Resûlü’nün(s.a.s) ruhaniyatı da Yemâme’de hazır bulunmuş ve Vahşî’nin(r.a) bu denli inkisar dolu yakarışı, O’nu da rikkate getirmiş ve yaptığı civanmertliği tebrik için de Vahşî’yi(r.a) bağrına basmış ve “Artık bana görünebilirsin.” demiştir. Bilemiyoruz. Bu bir buud meselesidir. Bizim bu hâdiseyi nakledişimiz ise, Allah Resûlü’nün(s.a.s) tebliği hakkında bir fikir verebilmek içindi...
Evet, görüyoruz ki, Allah Resûlü(s.a.s), en az babası kadar sevdiği ve yine en az öz kardeşi kadar üstüne titrediği Hz. Hamza(r.a) gibi bir büyük ruhun kâtili için dahi bir rahmet oluyor. Vahşî’nin(r.a) İslâm’a girmesi için, belki elli yolu deniyor ve Vahşî(r.a) gibi bir insandan dahi bir sahabi çıkarıyordu. Acaba, O’ndaki tebliğ düşüncesi, O’nun tabiatıyla bütünleşmemiş, O’nun fıtratına yerleşmemiş ve ruhunun bir parçası hâline gelmemiş olsaydı, Allah Resûlü’nün(s.a.s) Vahşî(r.a) gibi bir insanı, ısrarla İslâm’a daveti hiç mümkün olur muydu? Hayır, O’nun bu tehâlükünde, tebliğin nebiye ait bir sıfat olma hakikati saklıydı. Bu itibarla da O, başka türlü davranamazdı.
SAMANYOLUHABER.COM