Zenginle fakir arasındaki köprü ZEKÂT
Zekât, kulların kulluk görevindeki sadakatlerine delalet eder. Bu yöndendir ki, zekâta “sadaka” da denmiştir. Bununla beraber “sadaka” sözü, zekâttan daha kapsamlı mana taşır. Vacipleri de, nafileleri de içine alır.
AHMED ŞAHİN
Zekât vermek farzdır. Peygamberimiz(sas)’in Mekke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvere’ye hicretlerinin ikinci yılında, oruçtan önce farz kılınmıştır. İslâm’ın şartlarından birini teşkil etmektedir.
Zekâtın açıktan verilmesi daha faziletli görülmüştür. Çünkü bu şekilde verilmesi, başkalarına bir örnek olur ve teşvik yerine geçer. Kendisi hakkında, zekât vermiyor diye, kötü bir zannı da kaldırmış olur. Ancak kişi kendisi zekâta niyet ettiği halde verdiği şey için “hediye” de diyebilir. Zekât bir farz olduğu için, bunun yerine getirilmesinde gösteriş olmaz. Nafile olarak verilen sadakalarda ise durum bunun tam tersidir. Bunların gizli verilmesi ve gösteriş yapılmasına engel olunması, “sağ elin verdiğini sol elin duymaması” tavsiye edilmiştir. İslam’da, namaz dinin direği, zekât da köprüsü olarak değerlendirilmektedir. İslam’ın beş ana temelinden ikincisi zekâttır. Peygamberimiz(sas) İslâm’ı anlatmak için gönderdiği davetçilere şöyle buyurmuştur: “Önce Allah’tan başka bir ilâh olmadığını anlatın, kabul ederlerse, benim Allah’ın kulu ve elçisi olduğumu söyleyin, onu da kabul ederlerse, günde beş defa namaz kılmalarının farz olduğunu ve zenginlerinin malında fakirlerin hakkı bulunduğunu anlatın.” (Buharî, Zekât 1.) Zekât, Kur’ân-ı Kerîm’de kırka yakın yerde namazın hemen yanı başında zikredilmiş ve namazdan sonra en önemli temel olduğu vurgulanmıştır. Çünkü zekât toplumu düzene koyan, vatandaşlarının sosyal güvenliğini sağlayan en etkili güçtür. Zenginlerin imkanlarından fakirlere doğru sürekli bir akıştır. Böylece fakir çok fakir olmaktan kurtulur, zenginin çok zengin olması önlenir. Fakirle zengin arasındaki muhtemel husumeti kırar ve sevgi bağları oluşturur. Zenginin hem günahlarını, hem de malını temizler. Toplumu anarşi ortamından kurtarır. Dünyayı düzene koyar, böylece âhirete yol açılır. Zekât zenginlerin lütfen verdikleri bir yardım değil, fakirlerin, onların mallarındaki haklarıdır. Bu yüzden veren minnet bekleyerek vermez, alan da minnet ederek almaz. Bu arada, devlet zorla da olsa zekâtı alıp yerine ulaştırabilir. Vergiler zekât yerine geçmez, çünkü zekâtın alınmasının ve verilmesinin birtakım şartları vardır. Yerini bulmayacağı bilinen zekât geçerli değildir. Zekât fakirin eline mal, altın ya da para olarak bizzat verilmesi gereken şeydir. Akıllı, ergin, Müslüman, zekât için konmuş en az sınır (nisab) üzerinde çoğalır malı bulunan, yani zengin olan ve bu malı, elinde bir yılını dolduran her mükellef, genel olarak kırkta bir, yani yüzde ikibuçuk servet vergisi verir. Zekât için gereken şartlar İslâmca zengin sayılan mükellefin bu malının: 1. Kendi mülkünde 1 yıl bulunması, 2. Bu malın borçların dışında olması, 3. Bu ölçünün asıl ihtiyaçlar olan ev, binek, kap kacak, yiyecek, alet ve edevat dışında gerçekleşmiş olması, 4. Tümüyle kendi mülkü ve artar bir mal olması halinde, zekât vermesi gerekir. Zekâtı gerektiren en az ölçü (nisab), altın için yaklaşık 85 gram, gümüş için 595 gram, diğer paralar için bunların birine eş değer paradır. Bu çeşitli değerlerin toplamı; birisinin en az ölçüsüne vardığında, kırkta birini zekât olarak vermesi gerekir. Toplamları en az ölçünün (nisabın) altında olursa zekât vermesi gerekmez. Buna göre; kadının kullandığı elbiseleri, altın ve gümüşten başka süs eşyaları, kabı kacağı dışında hepsinin değerlerinin toplamı 85 gram altının ya da 595 gram gümüşün değerini bulan, altını, gümüşü ve parası olsa ve bunlar onun mülkünde bir yıl kalsa, değerlerinin kırkta birini zekât olarak vermesi gerekir. ZEKAT NEDİR: Zekat sözlükte “bereket, temizleme çoğalma, güzel övgü” anlamlarını taşır. Dini olarak ise; “Bir malın belli bir miktarını belli bir zaman sonra Allah (cc) rızası için hak sahibi bir kısım müslümanlara tamamen mülk olarak vermektir.” Zekât nerelere verilir? Zekâtın verileceği yerler 8 sınıf olup şu âyet-i kerîmede açıklanmaktadır: “Zekâtlar, Allah tarafından farz kılınmış olarak yalnız fakirler, miskinler, zekât toplama işinde çalışanlar, kalbleri İslâm’a ısındırılmak istenenler, köleler, borçlular, Allah yolunda bulunanlarla yolcuların (hakkı)dır. Allah alîmdir, hikmet sâhibidir.” (Tevbe Suresi, 60). Bu âyet-i kerîmede ifade edilen zekât almaya hak kazanan sınıflar şunlardır: 1- Fakirler: Nisâba mâlik olmayan kimselerdir. Bir kimsenin evi olsa bile nisab miktarında bir para ve mala sâhib değilse, o kimse fakir sayılır. Çünkü ev, aslî ihtiyaçlardandır. Ev sâhibi olmak, nisaba mâlik olmadıkça onu fakirlikten çıkarmaz. Nisâba mâlik olmakla beraber, sâhip olduğu mal ihtiyacını karşılamayan kimse de fakir sayılır. 2- Miskinler: Hiçbir şeyi bulunmayan, değil nisab miktarına sâhip olmak, yiyecek, giyecek gibi aslî ihtiyaçlarını bile kendisi te’min etmekten uzak bulunan yoksul kimselerdir. 3- Zekât memurları: Devletin kendilerini zekât ve öşür toplamak ve bunlarla ilgili vazifelerde çalışmak üzere görevlendirdiği kimselerdir. 4- Müellefe-i kulûb: Kendisine zekât verilmek suretiyle kalbleri İslâm’a karşı ısındırılmak, zararsız hâle getirilmek veya dinde sebat ettirilmek istenen yeni Müslüman olmuş kimselerdir. Müslümanların sayılarının az, güçlerinin zayıf olduğu ilk zamanlarda bu sınıf, Müslümanlığın yayılmasında, müşriklerin zararsız hâle getirilmesinde ve zayıf imanlı yeni Müslümanların imanda sebatlarının artırılmasında bir vasıta olarak kullanılmış ve büyük faydalar sağlanmıştır. Hz. Ömer henüz halife olmadan önce Hz. Ebu Bekir (ra) zamanında artık ihtiyaç kalmadığı ve Müslümanların kuvvetlendiği gerekçesi ile bu sınıfa zekât verilmesini reddetmiş; Hz. Ebu Bekir ve diğer şûra üyeleri de bu görüşe katılmışlardır. Hanefîler buna dayanarak artık müellefe-i kulûb sınıfının tamamen ortadan kalktığı görüşüne varmışlardır. 5- Köleler: Bu sınıf, efendisi ile bir bedel karşılığında âzâd edilmek üzere anlaşma yapmış köle ve cariyelerdir. Bu gibi kölelerin zekât verilecek yerler arasında zikredilmesi, İslâm dininin insan hürriyetine verdiği değeri aksettirmesi bakımından büyük önem taşır. Kölelere zekâttan hisse ayrılması gösteriyor ki, İslâmiyet kölelik müessesesini korumak ve devam ettirmek istememekte, bil’akis her vasıta ve vesile ile insanları hürriyetlerine kavuşturmayı hedef almış bulunmaktadır. Günümüzde bu müessese de tamamen ortadan kalkmıştır. 6- Borçlular: Bunlar, borcu olup da o borcu ödeyemeyen veya ödese bile artakalan parası nisab miktarını bulmayan kimselerdir. Borçlu kimseye zekât vermek, borcu olmayan fakire vermekten efdal görülmüştür. 7- Allah yolunda olanlar: İmam-ı A’zam ve Ebû Yûsuf’a göre bu sınıf Allah yolunda cihâd eden mücahidlerin fakir olanlarına şâmildir. Zekât, zengin olan mücahidlere verilmez. İmam-ı Muhammed ise Allah yolunda olanlar sınıfının, hac yolunda fakir düşen hacılar olduğu görüşündedir. 8- Yolcular: Bunlar, memleketlerinde zengin oldukları halde, yolculukları esnasında fakir düşen kimselerdir. Bu kimselere de zekât verilir. Zekât kimlere verilemez? Bir kimse zekâtını, fakir olan kendi usûl ve fürûuna yani, babasına, dedesine, anasına, ninesine, oğul ve torunlarına veremez. Fakir olan hanıma da zekât düşmez. Çünkü bunlara verilen zekâtın menfaati, kısmen zekât verenin kendisine ait bulunmuş olur. Bir cebinden çıkarıp öbür cebine koymak gibi bir durum ortaya çıkar. Halbuki zekâtın menfaati, zekât verenin kendisinden tamamen kesilmiş olması ve başkalarını faydalandırması şarttır. İmam-ı Ebû Yûsuf ve İmam-ı Muhammed’e göre, bir kadın zekâtını fakir olan kocasına verebilirse de İmam-ı A’zam’a göre veremez. Zira hukuken mal ayrılığı prensibi sebebiyle kadının mal ve zinetleri kadının sayılmakta, dolayısıyla koca fakir iken kadının zengin olması mümkün olmakta ise de, örfen aralarında bir menfaat ortaklığı vardır. Bu bakımdan kadının fakir kocasına zekât vermesi câiz olmaz. Aslî ihtiyaçlarından başka nisab miktarı bir mala sâhip olan kimseye, zengin sayılacağı için zekât verilmez. Bir kimse zekâtını zengin bir adamın küçük çocuğuna veremez. Çünkü bu çocuk babasının malıyla zengin sayılır. Zekât gayr-i müslimlere verilmez. Çünkü zekata konu olan mal ya da para fakir Müslümanların hakkıdır. Bilinmesi gerekenler Zekâtı önce akrabanın fakir olanlarına vermek efdaldir. Çünkü bunda hem zekât sevabı, hem de sıla-i rahim sevabı vardır. Bunun dışında akrabadan zekâta müstahak olan kimselerin tercih sırası şöyledir: Erkek ve kız kardeşler, bunların evlâtları (yeğenler), amcalar, halalar ve amca ve halaların evlâtları. Bunlardan sonra diğer uzak akrabalar gelir. Âlim bir fakire zekât vermek, cahil bir fakire vermekten fazîletlidir. Kayın babanın gelinine ya da damadına zekât vermesi caizdir. Kocanın, karısının diğer kocasından olan fakir çocuklarına zekât vermesi caizdir. Zekât, cami, mektep, hastahane gibi hayır kurumlarına ve yol, çeşme, köprü gibi hayır işlerine verilemez. Çünkü zekât, bizzat fakir şahsın hakkıdır. Ulemanın görüşüne göre hükmî şahsiyetlere zekât câiz olmaz. Özellikle günümüzde fakirlik ve geçim darlığı en üst düzeylerdedir. Ev kirasını, sağlık, eğitim ve gıda masrafları gibi acil ihtiyaçlarını gideremeyen milyonlarca insan bulunmaktadır. Resûlullah buyuruyor ki: “Neredeyse fakirlik küfür olacaktı.” Ayrıca zekâtta temlik, yani, “mülk edinme” şartı da vardır. Verilen zekât ancak fakir tarafından temlik edilir, yani, mal veya para olarak bizzat teslim alınır, kendi mülkü hâline getirilirse sahih olur. Bu bakımdan meselâ fakirlere ziyafet verip onları doyurmak suretiyle zekât mükellefiyeti ifa edilmiş olunmaz. Zira bunda temlik yoktur. Zekâtta temlik şart olduğundan dolayıdır ki, deliye ve henüz bülûğa ermemiş çocuğa zekât verilmez. Ancak bunların veli veya vasilerine sadece onlara sarf edilmek şartıyla verilebilir. Hiç kimse, zekâtını verdiği fakirden o zekâtı bir hayır müessesesine hibe etmesini, bağışlamasını istemek hakkına sâhip değildir. Temlik yoluyla alınan o zekât tamamen fakirin hakkıdır, öz malıdır. Dilerse onu ihtiyaçlarına sarf eder, kendini fazla ihtiyaç içinde görmüyorsa hayırlı işlerde de kullanabilir. Fakire zekât verilirken mendub olan, verilen zekâtın en azından fakirin bir günlük ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda olmasıdır. Bu bir günlük ihtiyaç içine, fakirin kendisinin ve ailesinin en zarurî medenî ihtiyaçları girer. Alenî günah işleyen fakir Müslümanlara zekât vermek câiz ise de, dindar, ahlâklı ve faziletli fakirleri tercih etmek efdaldir. Onun için, aldığı zekâtı helâl ve hayırlı yerlere harcayacak kimselere zekât verilmeli; aldığı zekâtı içki, kumar parası yapacak kimselere vermek cihetine gidilmemelidir. Zekât nasıl ödenir? Zekâta tâbi olan altın, gümüş, hububat, ehlî hayvanlar ve ticaret mallarının zekâtı, kendilerinden vermek suretiyle ödeneceği gibi, kıymetlerini vermek suretiyle de ödenebilir. Bu hususta zekât sahibi serbesttir. Nisab miktarında olan bir malın zekâtı, daha sene dolmadan fakirlere verilebilir. Çünkü vücubun sebebi olan nisab bulunmuştur. Müeccel olan, yani, ileride verilmesi gereken borcu ise ta’cil etmek câizdir. Fakirlerin lehine harekettir. Fakat mal nisab miktarında değil ise ta’cil câiz olmaz. * Nisab miktarındaki bir malın, birkaç senelik zekâtı birden verilebilir. Sene sonunda bu miktar mevcut ise zekâtları verilmiş olur. Eksilmişse, verilen fazla zekât nafile sadaka yerine geçer. Artmışsa aradaki farkın zekâtı verilir. * Çoluk çocuk sahibi bir fakire zekât verildiği zaman verilen zekât miktarı, bu aile fertlerine bölündüğü takdirde herbirine nisab miktarı düşmezse, verilen zekât nisab miktarı sayılmaz. Böyle ödemelerde kerahet yoktur. * Zekât sayılmak şartı ile bir fakiri evde oturtmak zekât yerine geçmez. Çünkü bunda fakire temlik yoktur. * Ticarî ortaklıklarda malın yekûnu itibar edilerek her ortak mükellef tutulmaz. Her ortağın hissesine düşen miktar nisaba ulaşıyorsa, herbirinin zekât vermesi gerekir. Hissesi nisab miktarına ulaşmayan ortak, başka malı yoksa zekât vermez.