Onlar savaşta bile barış şarkıları söyleyen bülbüllerdi
Resul ve nebiler, savaşta bile rahmet ve barışın yollarınıgöstermişlerdir. Zülkarneyn (as) fethettiği yerlerdeki topluluklar için "bir komutan olarak dilersen cezalandır, dilersen iyilikle davran" dendiğinde; "Kim zulmederse, onu cezalandırırız." derdi.
Resulullah (sas) ise birliklerine, "İşkence yapmayın, ahdinizi bozmayın. Ganimeti çalmayın, çocukları öldürmeyin." talimatı verirdi.
İlk insanla başladı âdemoğlunun savaşla imtihanı; Kabil'in ten kafesinin zebunu olup Habil'i öldüreceği anda semavatı titreten bir söz vardı kardeşi Habil'in dilinde: "Beni öldürmek için elini uzatsan bile, ben seni öldürmek için elimi uzatmayacağım. Ben bütün âlemlerin Rabb'i Allah'tan korkarım."
Yüce Rehber Hazreti Muhammed (sas) kıyamete kadar işlenen bütün haksız cinayet ve savaşlardan Kabil'e bir günah yükü olacağını buyururlar; çünkü cinayeti icat eden odur. Kabil, nefsinin sesini dinlemiş, vicdanına ket vurmuştu, sonuç yaratılmışların en şereflisiyken karga gibi bir hayvandan daha aşağı düşen, şerlisi oldu.
Rahmet elçileri de bazen kendilerini kaçınılmaz kavga ve savaşların ortasında buldular. Bir kere bu kapı açılmıştı. Kıyamete kadar sürecek bir sınav başlamıştı. Firavun karşısında sarsılmaz dağlar gibi duran Allah peygamberi Musa (as), sahipsiz ve yurtsuz ümmetini, Mısır'dan kurtarmıştır. Kızıldeniz zalim orduyu sindirirken Musa'yı (as) yeni imtihanlar bekliyordu. Yurtsuz kavmine seslendi: "Ey kavmim! Allah'ın size vaat ettiği kutsal topraklara girin; ama inancınızdan vazgeçmeyin, geri dönmeyin, yoksa kaybedenlerden olursunuz! Kaçınılmaz bir savaş bekliyordu yurtsuz kavmi; onlardan küstahça bir cevap geliyordu peygamberlerine: "Ey Musa, vaat edilen topraklarda zalim ve zorba bir millet var; onlar çıkmadıkça biz oraya girmeyiz". Sanki kendileriyle konuşan bir peygamber değil, bir çobandı. Sanki ona gelen vahiy değil, sıradan sözlerdi. Salihlerin nasihatleri kâr etmedi, zafer ayaklarının az ötesindeydi, buna rağmen küstahlığa devam ettiler: "Sen ve Rabb'in gidin savaşın, biz burada bekliyoruz". Hem kutsal toprakları zulüm ve eziyetten kurtaracak hem de vatan sahibi olacaklardı.
Dünya hayatı tatlı geldi, acımadan nebileri öldürenler merhamet ve adalet için mücadeleden yüz çevirdiler. Peygamberin feryadı göğe yükseldi, ceza çok çabuk geldi: "Kutsal topraklar 40 yıl onlara haram kılındı, çöllerde yurtsuz vatansız; şaşkın, perişan dolaşacaklar." Kendi elleriyle yaptıklarının acısını uzun yıllar boyu yaşadılar. Biraz düşünce ibreti aşikâr ediyor, Hz. Musa haksız savaşlar peşinden koşuyor ya da kendi hevâsıyla hareket ediyor değildi. Tuva vadisinde O'nu elçisi seçen Sonsuz Güç, layık olmasalar da lütfuyla vatansız kavme kutsal toprakları vermek istiyor, Kudüs'ü zulüm ve zorbalıktan temizlemek istiyordu. İyilik ve adalete hizmet etmeyen savaş ancak vampirlikti.
Davut'un da (as) gayesi insanlığa hayat vermekti. O'na ve bütün kutsi rehberlere vahyeden Allah, şöyle buyuruyordu: "Kim cinayet suçu işlemeyen ve yeryüzünde terör çıkarmayan bir kişiyi öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir kişinin hayatını kurtarırsa sanki bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur." Bu sebeple Hz. Davut, demirden zırhlar örüyordu. Çıraklar yetiştiriyordu. Gaye, hayat kurtarmaktı.
Hz. Süleyman, küfrü ve zulmü yeryüzünden kaldırmak için cihana meydan okuyordu. Hiç yenilmemiş orduların sahibi savaş yerine Sebe (Yemen) Melikesi Belkıs'ı O'nun gözlerini kamaştırarak yola getiriyordu.
Bazılarına göre nebi, bazı hak dostlarına göre de veli olan Zülkarneyn de (as) cihanı dize getiren bir komutandı. Ordusunu merhamet, hak ve adalet için yürütüyordu. Fethettiği yerlerdeki topluluklar için "bir komutan olarak dilersen cezalandır, dilersen iyilikle davran" dendiğinde: "Kim zulmederse, biz onu cezalandırırız, Rabb'inin huzuruna götürüldüğünde ise o kişi benzeri görülmedik bir ceza görür. Her kim de iman eder; salih ve hayırlı olanı yaparsa, ona mükâfat olarak Allah katında daha güzeli var. Bizim yanımızda ise ikram, kolaylaştıran muamele ve güzel söz var." diyecek kadar yiğit ve civanmertti.
'İşkence yapmayın, çocukları öldürmeyin'
Hazreti Peygamber (sas), bir müfrezeyi gönderirken şu talimatları veriyordu: "İşkence yapmayın, ahdinizi bozmayın. Ganimeti çalmayın, çocukları öldürmeyin." Efendimiz'in savaşlarının tamamı savunmaya yöneliktir. Yirmi kûsür savaşın Efendimiz döneminde gerçekleşmesine rağmen O'nun aldığı tedbirler neticesinde biz Müslümanlardan ve hücum eden düşmanlardan ölenlerin sayısının 400'ü geçmediğini görüyoruz. Hâlbuki bu sayı, o dönemde kabile savaşlarında, birkaç senede ölenlerin sayısından bile çok daha azdır.