Bu süreçt
e devlet,
Öcalan'ın
örgüt hakimiyetini bozmamalı.
İstanbul'un göbeğinde
Taksim meydanında patlayan canlı
bomba, çok
şükür can kaybına yol açmadı ama hem barış için
ümitlenen herkesin yüreğini ağzına getirdi hem de
PKK'nın bölünme ihtimaliyle çözümün ne kadar zorlaşacağını, sonuçların ürkütücü olabileceğini gösterdi.
Eylemsizlik kararının genel
seçimlere kadar uzatıldığı, PKK kurucu lideri Öcalan'ın devlete güvendiği ve
diyalogun müzakereye dönmeye başladığını söylediği, PKK'nın fiili lideri Murat
Karayılan'ın son açıklamasında "şehirlerde
sivil kayıplar hatadır, örgüt içi eğitim yapıyoruz asla olmayacak" dediği bir süreçte Taksim'deki
intihar eyleminin
mesajı, işareti ne? PKK'nın kınadığı, reddettiği eylemi üstlenen
Kürdistan Özgürlük Şahinleri (TAK)'nin PKK ile ilişkisi ne? PKK parçalanıyor mu, yöneticileri örgüt içi
kontrolü mü kaybediyor, ne oluyor? Öteden beridir şiddeti hep reddeden, PKK muhalefetiyle tanınan
Kürt entelektüellerinden Ümit
Fırat ile konuştuk.
Taksim'deki intihar eylemini Kürdistan Özgürlük Şahinleri üstlendi "Bizim ilan ettiğimiz bir eylemsizlik kararı yok" açıklaması da yaparak. PKK eylemi reddetti ve kınadı ama
eylemcinin
Kandil'de eğitim gördüğü,
Habur'dan giriş yaptığı, eylem emrini de Belçika'da yayın yapan Mezopotamya tv'den aldığı ortaya çıktı. Bu veriler bize neyi gösteriyor, bu bir PKK eylemi midir?
Bunu, PKK'nın politik karar organından çıkmış ve bir amacı veya mesajı olan bir eylem olarak göremeyiz, düşünemeyiz. Ama PKK içinde, kendilerinin söyleyişiyle "kirli savaş"ta bu tip yapılanmalar, odaklar veya birimler oluşabiliyor ve oluşmuş işte. Bu kirli savaşta nasıl ki devlet içersinde
yasa dışı yollarla
JİTEM,
Ergenekon gibi yapılar ortaya çıkıp örgütlendi ise, PKK içersinde de bu tür yapılar neden olmasın? Arızalı giden bir süreçte bu tür sapmalar her zaman ortaya çıkabilir.
Örgütün iradesi bilgisi dışında olabilir diyorsunuz ama bu eylemci PKK'ya katılmış, eğitim almış, Habur girişlerinin ardından
Türkiye'ye girmiş vs.
Böylesi bir eylemi ancak o süreçte kafası karışmış, gelecekten ümidini kesmiş, klinik bir vaka haline gelmiş bir insan yapabilir.
KENDİNİ PATLATARAK KAHRAMAN KARİYERİ YAPMAK
Kim niye yaptırıyor peki?
Böylesi dönemlerde, “yüzdük yüzdük kuyruğuna getirdik” noktasına gelindiği gibi bir beklenti oluştuğunda, bu tip eylemler sahneye konulabiliyor. 80 öncesi dönemde de bu tip eylemler olmuş, son 25, 30 yıllık süreçte de benzerleri yaşandı. Olağanüstü hal uzatmaları ne zaman Meclise gelse, her seferinde bir yerlerde bir şeyler patlak verirdi. Karakol basılır, asker şehit edilir ve o uzatma tezkeresi de Meclisten büyük bir oy oranıyla geçerdi. PKK'nin benzer eylemsizlik dönemlerinde de, bir barış umudu doğduğunda, bu süreçler hep bu tür eylemlerle kesintiye uğrayıp ters yüz edilir ve başa dönülürdü. Bunu 33 askerde de görürüz, Reşadiye'de de başka yerde de.
Bu eylemci, PKK'da eğitim görse bile - ki, zaten rahatsızlığı dolayısıyla sanırım askeri eğitim de görmemiş – belikli kafası karışık biri. Bu tip insanların, benzer eylemler yapmak üzere PKK'ye katılıp bunu bir referans olarak kullanmaları da mümkün.
Umutsuzdurlar, geleceğe dair düşünceleri karanlıktır, kendilerini ötekileştirmişlerdir. Hiç bir şey olamayınca kahraman olmak isterler. PKK'ya katılmaları bile bir tür
kariyer elde etmek, kahraman olmak istemelerinden kaynaklı olabilir.
EYLEM EMRİ TV'DEN Mİ?
Bu söylediğiniz bireysel gerekçeler, eylemci için geçerli ama bu fena psikolojiyi bu amaç için kullanacak olan, eylemi planlayacak, bombayı ona verecek olan sonuçta örgütlü, organize bir yapı. Cevaplanması gereken soru bu değil mi? Eylemci eylem emrini mesela Mezopotamya TV'den şifreli bir klipten almış.
Sanmıyorum. Roj TV'de de, Mezopotamya TV'de de bir
takım klipler gösterilir, dağdakilerin şarkıları eğlenceleri vs görüntüler yer alır. Ama her şeyden önce bu kanallar istihbarat örgütlerince çok sıkı izlenir. Oradan şifre verilmesi teknolojik olarak mümkünse de fiilen akla yatkın bir şey olarak gelmiyor.
Emniyet bu ihtimali değerlendiriyor ve kanalların yayınlarını geriye dönük olarak tarıyor.
Yine de bu kanalların yöneticilerinin böyle bir şey yapması, başka adamların da bir şeylerden haberdar olması anlamına gelir. Çok hassas bir şeydir bu, herkes bilirse o şifre de gizli olmaktan çıkar TV kanalı böylesi bir riske alet edilemez.
ÖRGÜTÜ PASİFLİKLE SUÇLAYAN GENÇLER VAR
Peki. Bu eylemi planlayan şartları hazırlayan uygulayan '
akıl' kim, Kandil mi?
Hayır, benzer akla sahip insanlar zaten burada yaşamaktalar. Türkiye içinde son 20–25 yıl içersinde sayıları hayli kabarık ve oldukça radikal olan Kürt gençleri yetişti. Kimsenin kontrol edemediği, söz dinletemediği bir kesim oluştu. PKK ile mücadele ediyorum diye yapılan büyük hatalarla dolu bu süreçte, zorunlu göçün, yerinden edilmenin,
terör döneminin moralsiz, gelecekten umutsuz bir çocuk ve
gençlik kesimi oluşturduğunu biliyoruz.
Diyarbakır ve Hakkâri’de de var bu, Mersin'de de, İstanbul'da da. Gösterilerde ne kadar kontrol dışı olduğunu görüyoruz. Hatırlarsanız 2006
Mart sonlarında Diyarbakır’da çocuklar
sokak eylemlerinde camları indirmişlerdi ve dönemin valisi
Efgan Ala demişti ki "cana geleceğine cama gelsin". Bu çocuklar, pek kontrol edilebilir değiller. Örgütü pasiflikle eleştirebilecek kadar radikaller. En radikal örgütte bile yönetimden daha da radikal bir taban her zaman olur.
O zaman Kürdistan Özgürlük Şahinleri de bu taban üzerine örgütlenmiş bir grup mudur? Belki örgütü
siyaset yaptığı için bile eleştirerek?
Tabii, onlara göre örgüt yöneticileri devletle görüşüyorlar, politik demeçler veriyorlar, milletvekili oluyorlar, durumları gayet iyi rahatlar.
Avrupa'da yaşıyorlar vs deyip eleştiriyorlar, buna tepkili davranıyorlar, çünkü onların hiçbir şeyleri yok.
TABAN ESKİ BİLDİĞİNİ OKUYABİLİR
PKK ile bu alt gruplar arasında nasıl bir koordinasyon var?
PKK bir karar alırken bu alt gruplara bir şey danışmıyor tabi, sadece açıklama yapıyor. Bu gruplar büyük ölçüde kararlara uyuyorlar, ama zaman zaman bazı
kaçaklar da oluyor. Diyelim ki, PKK'ye sempati duyanların büyük bir mitingi olacaktır, mitinge gelen herkes Kandil'den
İmralı’dan nasıl bir mesaj geldiğini bilmeyebilir ve eski bildiklerini okuyabilirler. Ya da yeni durumun kendi mücadele anlayışları için çok da uygun olmadığını düşünebilirler ve bunca acılarımız, gayret ve fedakârlıklarımız boşuna mıydı da diyebilirler.
EYLEMİN MESAJI YOK
Peki
Devrimci Karargah Örgütü ile Kürdistan Özgürlük Şahinleri arasında bir
işbirliği bir paralellik benzerlik var mı? Taksim eyleminin ilk bulguları Devrimci Karargah'ı işaret ediyordu, mesela bombanın düzeneği, eylemcinin uzun saçlı olması vs...
Devrimci Karargâh denilen yapıyla PKK'nın o şahinleri kalkış ortaya çıkış nedenleri o kadar birbirinden uzak ki. Devrimci Karargâh dediğiniz yapı, daha çok eski
devrimcilik nerede kaldı diyen, eski sol tandanslı, hala o eski günlerin devrimciliğini yapmak üzere, bir biçimde manipüle de edilebilen, çok
küçük bir yapı. Hatta epey karanlık noktalar da var. Belki de bu örgüt bitti de biz farkında değiliz. O kadar organize bir hareket değiller. Geçen yıl Bostancı’daki o kanlı
operasyon olmasa kimsenin böyle bir örgütten haberi bile yoktu. Son olayda eylemci veya eylemcilerin bir de mesajları yok. Oysa bu tür eylemlerin bir mesajı olur. Bir
militan kendini patlatıyor, bir örgüt de bunu üstleniyor ama ne için, ne için yaptınız? Bunun cevabı yok.
PKK'ya bir şey diyor olabilirler mi? Devletle görüşüyorsunuz, bizi dikkate almıyorsunuz ama bizim 'davayı sürdürecek gücümüz var' gibi bir mesaj olabilir mi?
Belki daha çok biz bu yolda hayatımızı ortaya koyabiliyoruz demek olabilir. Orada PKK'ye bir güç gösterisinden ziyade kendilerinin ne ölçüde davaya sadık, adanmış ve fedakâr birer kahramanlar olduklarını göstermek de olabilir.
Kahramanlık psikolojisi etkili olabilir.
PKK'NIN TAK'I KONTROLÜ ZAMAN ALACAK
Murat Karayılan Ertuğrul Mavioğlu'na verdiği röportajda şehirlerde sivil kayıplar hatadır, gerekirse özür dileriz, eğitim yapıyoruz ve asla olmayacak demişti. PKK'nın fiili lideri ise ve sivil ölümlerin önlenmesinde bu kadar kararlı ise, şehirlerdeki mühimmatları toplaması,
imha etmesi ve
taşeron kullanmayacağını açıklaması gerekmiyor mu?
Bu olabilir, ama bir irsaliye veya alındı belgeleriyle yapılan bir dağıtım değil bu. Bu dediğinizi zaman içinde çözecekler. Devlet bile işkencenin önlenmesine çalışırken hala sıfır noktaya ulaşamıyor, bazı devlet görevlileri fevri davranabiliyor
öfkesine yenik düşebiliyor. Buradan bakınca da PKK gibi yıllardır yeraltında çalışan bir örgütün bütün tabanını anında zapta rapt altına alması zaman gerektirir.
İMRALI'DAN KANDİL'E: ÖCALAN'IN AKIL SAĞLIĞI YERİNDE
Yakın döneme kadar özel bir mahpus olan Öcalan örgüte hâkim mi, bu sembolik mi fiili mi diye konuşuyorduk. Son süreçte hiyerarşinin tepesinde olduğu, konumunun pekişmiş olduğu da görüldü. Ama yine de bundan sonrası için PKK'da parçalanma ihtimali var mı?
PKK'nın tüm
toplumu ve kendi yapısını da tamamen etkilemesi söz konusu olan temel politik konulardaki kararlar, ancak Öcalan tarafından verilir ve bu şekilde uygulanma şansı mümkün olur. Aksi halde kararlar örgütün tümü için bağlayıcı olmaz. PKK'nın yöneticilerinin Öcalan'ın bilgisi dışında tek başlarına bir karar almaları mümkün değil. Bunu isteseler bile ille Öcalan söylesin isterler. Aksi halde birbirleriyle çelişirler, mutlaka o kararı bir başkası tabandan başka
desteklerle etkisizleştirir. Öcalan bunu çok iyi bilir. Örgütü öyle bir yapı olarak geliştirdi ki, bu tip politik kararları ancak kendisi alır. Hapiste olmasına, güvenlik güçlerinin 24 saat denetiminde olmasına rağmen bu böyle. 1999'da yakalandığında böyle bir inisiyatif kayması olabilirdi, ama anında buradan
avukat gitti Kandil'e, Başkanlarının sağ ve salim olduğunu, ruh sağlığının da yerinde olduğunu, karar alma pozisyonuna sahip olduğunu bildirdi ve süreç bir daha da kesintiye uğramadı.
Ne yapacağı bilinmeyen çok başlı bir
silahlı örgüt yerine tek başlı yapının sürdürülmesi devletin de işine geldi.
Devletin değil de devlet içindeki bazı yapıların diyelim. Öcalan Bekaa'da iken bile, onlar örgütün başında kalmasını
tercih ettiler. Öcalan aracılığıyla PKK'nin ne yapabileceğini, ne istediğini görebiliyor kontrol edebiliyorlardı. Öcalan bir şey söylüyor, o uygulanıyor, benimseniyor. Öcalan’ın bertaraf edilmesi halinde, yeraltında bir kaç tane PKK oluşabilir. Bunların eyleme geçmeleri sonucu çok daha vahim sonuçların ortaya çıkması mümkün olabilirdi. Öcalan kimsenin çözemediği, bilemediği eylemlere girişmedi. Daha açık ve net değerlendirmeler yapılabiliyordu. Örgüt bir şey yapıyordu; Öcalan bunu savunuyor ya da karşı çıkıyordu.
Yine de Öcalan'ın bilgisi dâhilinde olmayan onun da şaştığı durumlar eylemler oldu...
Oluyordu tabii.. Sadece PKK’de değil, devletlerde bile böyle şeyler olabilir.
KARAYILAN GÜCÜNÜ ÖCALAN'DAN ALIYOR
Karayılan daha önce örgüte verdiği özeleştiride kendisini intiharvari ve Don Kişot'ça eylemler yaptırmakla suçlamıştı. Iki yönlü konuşuyor, şiddeti de bir koz olarak kullanıyor olabilir mi?
Bu konuda son akla geleceklerden biridir Karayılan. O yapı içinde
Cemil Bayık, Duran
Kalkan, Ali
Haydar Kaytan, Mustafa
Karasu,
Bahoz Erdal gibi ondan çok daha sert davranışlı, çok daha tepkili insanlar var. Bunlar çok daha öfkelidir. Roj TV'de konuşmaları, Özgür Politika gazetelerinde yazıları çıkıyor, izliyoruz. Onların konuşma ve davranışları Karayılandan çok daha sert ve itici.
Örgüt içinde Karayılan öne çıkmasının nedeni ne?
Karayılan,
Abdullah Öcalan'ın çizgisinden ayrılmak istemiyor. En büyük gücü de Öcalan'dan aldığı destek ve ona sadakattir. Gerilla içinde diğerleri kadar yıpranmış değildir. Örgüt tabanında sevilen biri ve sade bir hayat tarzı olduğu söylenir. O bakımdan o tip sinsice düşünenler olsa bile o, en son akla gelen isimdir.
DEVLET ÖCALAN'IN PKK ÜSTÜNDEKİ HAKİMİYETİNİ BOZMAMALI
Tabandan gençlerden yükselen bir psikoloji var, eski PKK'lıları ve eylemsizlik kararlarını eleştiren. Dolayısıyla bu öfke tepki bir yerde birikiyor ve yerleşik örgütün kararlarını eleştiriyor olabilir. PKK içinde bir
iktidar çatışmasının işaretleri var mı?
Eğer Türkiye devleti bu çatışmada Öcalan dışında birilerinin öne çıkmasını destekliyorsa, buna yol açabilir. Örneğin provakatif eylemlerin geliştirilmesini
tahrik eder, Öcalan’ın örgüt üzerindeki etkisini, otoritesini saygınlığını zayıflatabilir. Öcalan’ın çatışmayı durduracak yöndeki mesajlarının tersine bir süreci tahrik etmek, O’nun güvenirliliğini, inandırıcılığını ortadan kaldırır. Taksim'deki ve benzeri eylemlerden sonra Öcalan'ın İmralı'dan bağırması çağırması duyulmaz.
Şiddet tırmanırsa Öcalan'ın ağırlığı kalkar. Benim önerim şu: Devlet Öcalan'ın örgüt içindeki hâkimiyetini, kontrolünü şu aşamada bozmamalı; onun en azından konuşulabilir görüşülebilir biri olduğunu devlet de biliyor, biz de biliyoruz, maceradan uzak durmaya çalışıyor. İnisiyatifi kontrolü azaldığı ölçüde ne yaparlarsa yapsınlar ben karışmıyorum demek suretiyle etkisiz kaldığını belirtmek ihtiyacı hissediyor.
ÖCALAN BAŞLATTI ÖCALAN BİTİRİR
Şu an örgüt hiyerarşisi rol dağılımı tam oturmuş vaziyette mi?
Bunu büyük ölçüde örgüt de, Öcalan da başardılar. Çeşitli durumlar pozisyonlar ortaya çıktı, DEP,
HADEP, DTP dönemlerinde ortaya çıkan durumları ele aldılar,
Barzani ile,
Talabani ile ABD ile görüştüler ve bütün hepsi bir tek yeri işaret etti: Öcalan. Öcalan da zaman zaman, ben karışmıyorum dedi, ama biliyordu ki, kendisini gösterecekler. O, gidin DTP ile görüşün diyordu, ama DTP de muhatap Öcalan diyordu. Defalarca denendi ve liderin Öcalan olduğu görüldü. Herkes bunu gördü. Ben 2005'te yazmıştım: “Öcalan başlattı, Öcalan bitirir…” diye. Öcalan zaten "buraya kadar" diyor. PKK adres midir sorusunun cevabı da direkt Öcalan'dır.
ÇÖZÜMÜN TEK ADRESİ HÜKÜMET DEĞİL
Karşı adres kimdir?
Bundan 6 yıl önceki koşullarda hükümet de adres değildi.
Genelkurmaydı.
Hükümet 27
Nisan sonrasında meydan okuması,
erken seçime gitmesi ama özellikle son süreçte
Anayasa değişiklikleri, YAŞ,
referandum sonrasıyla Hükümet eskiye nazaran oldukça inisiyatif sahibi ve bir adres olarak belirdi. Ama yegane adres değil, henüz.
Askeriyenin de, yargının da rolü var. KCK davasında özellikle yargının, Hükümetten devletten bağımsız kendi bildiğini okuyan bir tavrı var.
31 Mayıs'ta şehirlerde eylemler yapılacağını ilan etmişti PKK. Ama referandum süreci, Kürt sivil toplum kuruluşlarının net tavrıyla PKK elini çekti bu işten. Eylemsizlik oldu. Fakat
Geçitli katliamı, 9 sivilin öldürülmesi, Taksim de oldu... PKK şehre inmek, gücünü burada göstermek istiyor olabilir iki yönlü konuşarak? Eylem stratejisini değiştiriyor olmasın?
İşi buraya sürüklediğiniz zaman bunun genel
karargahı Kandil olmaktan çıkabilir.
KARARGAH DAĞILIRSA SONUÇ ÇOK KÖTÜ OLUR
Neresi olur?
Karşınızda sizi yeraltında tutmakta olan bir devlet, bir askeri güç ve arkanızda da
halk desteği var. O zaman PKK'nın devasa bir örgüt olarak timler oluşturması,
kaosu, umutsuzluğu da beraberinde getirir. Böylesi bir gelişme olursa, bu gelişmenin sonucunda kârlı çıkacak kimse kalmaz. Kontrol da edilmez, iş çığırından çıkar. Başka bir tersine göç, etnik arındırma sürecini de başlatır. Bir Balkanlaşma, Bosnalaşma olabilir ki, bu çok tehlikeli ve risklidir. İşe başkaları karışabilir ve siz ne istediniz ve ne oldu izah edemezsiniz. Bu noktada her şey allak bullak olur ve hatta kendi taraftarınızın karşı saflarda olduğunu da görebilirsiniz de. Böylesi bir hareket alanını kimse yaratmak istemez.
Örgüt aklı bunları görüyordur herhalde. Sonuçta elbette başka dış aktörler faktörler olsa da kendi kendini var etmiş ve 30 yıldır değişen yerel
bölgesel küresel siyasi dengelere uyum sağlayarak her koşulda var kalabilmiş, Avrupa'da örgütlenmiş, kendi sektörünü net work'ünü oluşturmuş tecrübeli bir örgütten bahsediyoruz.
O yüzden bu ikisi bir arada olamaz. Ya dağda ya şehirde olunur. Büyük bir kentte bir takım eylemlerin, tüm toplumun canına tak ettirecek bir boyuta varması tehlikelidir. Başka bir boyutta da gördük ki; toplumun en ezilen kesimleri
Romanlar, ellerinde
döner bıçaklarıyla baltalarla mahalle komşusu
Kürtlere saldırdılar. O vahim bir şey. Onu düşünmek bile istemiyorum.
AVRUPA'DAKİ PKK DİASPORASI ERMENİ DİASPORASI GİBİ
Örgütün Avrupa ayağı için de, Öcalan'ın kararlarına bağlılık ve kaçak olmayacağı konusunda bu kadar net konuşulabilir mi?
Burada çatışmanın sona ermesi, bir sükûnet, bir
demokratikleşme faaliyetinin ardından örgüte bağlı Avrupa kanadından birilerinin
hizmetlerine, fonksiyonlarına daha az ihtiyaç duyulan figürler haline gelmelerine yol açabilir. Yani bir anlamda cezai risk altında değiller; orada örgüt için
bağış topluyorlar, TV yayını yapıyorlar, çeşitli uluslararası lobilere girip çıkıyorlar. Normalleşme döneminde bütün bu işlere ihtiyaç olmaz tabii ki.
Ermeni diasporasının kimliğini 1915 üzerinden kurması ve Türklere düşmanlığın devamını istemesi gibi...
Evet. Orada daha radikal olunabiliyor çünkü bıraktıkları terk ettikleri Türkiye'nin devam etmesi onları orada tutuyor. Türkiye'deki değişimi görmüyorlar. PKK'ye orada katılmış ya da buradan PKK bağlantısı nedeniyle kaçıp orada yaşama imkânı bulmuş olanlar, o kaçıp gittikleri koşulların dinamiğiyle orada kendilerini var ediyorlar. Türkiye, onların terk ettikleri Türkiye olmayıp, daha demokratik, huzurlu şiddetsiz bir Türkiye haline gelirse onların orada kalma gerekçeleri de kalmaz.
PKK, TAKSİM BİR DAHA OLMASIN DİYE Mİ GERİ ÇEKİLİYOR?
Demirtaş ve Kışanak Erbil'e gitti, eş zamanlı olarak
ülke içindeki bin beşyüz PKK militanının eylemsizlik bitene kadar Kandil'in arka taraflarındaki köylerde kışı geçirmesiyle ilgili haberler çıktı. PKK ülke dışına çıkması
müzakereler sonucunda varılan bir sonuç mudur?
Evet. Geçmişle mukayese etmek de lazım. Bunun istatistikleri var mıdır yok mudur bilmiyoruz; mesela geçen yıl
Kasım ayında PKK'li militanlar ne yapıyorlardı? Bu seneye özgü bir şey midir bu, yoksa eskiden de aynı şeyi zaten yapıyorlar mıydı? Bu konuda örgütün yaptığı bir açıklama yok ve basında çıkan haberler tamamen gerçek dışı da olabilir.
Taksim benzeri bir kaçak olmasını önlemek için yani?
Eylemsizlik kararı onların belli bir hareket alanı ve kabiliyet sahibi olmamaları için, kalmalarının burada yaratabileceği sakıncaları önlemek için olabilir.
ÖCALAN HÜKÜMETİ DEĞİL ASKERİ TERCİH EDER
Öcalan "Devletle görüşüyorum, bu defa ciddi ve nitelikli görüşmeler. Diyalogdan müzakere sürecine geçildi" dedi. Ki bu bir ilk...
Özellikle referandum ve YAŞ süreci, İmralı cezaevinin
Başbakanlık Kriz Merkezi'ne bağlı bir kurum olmaktan çıkıp Adalet Bakanlığına bağlı bir
infaz kurumu haline dönüşüyor olması belki Öcalan'ın da zihninde, bizlerin hepimizin zihninde olduğu gibi, hükümet ve iktidarın ayrı ayrı kurumlar olduğu
imajını değiştiriyordur. “Türkiye'de hükümet olursunuz ama iktidar olamazsınız” diye bir söz vardır. Bütün bir tek parti sonrası döneminin böyle geçtiğini biliyoruz. Hükümet, son zamanlarda iktidar olma yolunda önemli bir takım mesafeler aldı. Bunu yaparken de siyasi otorite olarak kendini güçlendirdi, hem bir sonraki seçimin de galibi olduğunu ilan etti, hem de bir takım mevziler kazandı. Yüksek yargıyı da eski vesayetçi sisteminden uzaklaştırma yönünde gelişmeler var.
Ama Öcalan,
AK Parti dâhil siyasilere güvenmiyorum, devlete güveniyorum diyor.
Öcalan Bekaa'da iken de, buradayken de, ve hala da devlet dedi, hükümeti çok da kaale almadı. Hatta bir askeri, bir bakandan, hükümet yetkilisinden çok daha fazla dikkate alırdı. Bu kez yine devlet diyor, ama oraya giden devlet memurları, hükümetin bilgisi ve inisiyatifiyle gidiyorlar artık; bunu Öcalan da biliyor. 1999'dan sonraki dönemde oraya sürekli birileri gidiyordu, Askeri makamların, JİTEM'in inisiyatifiyle gidiyorlardı; hatta
Ergenekon davası sanıklarından isimler var gidenlerden. Öcalan’ın belirttiğine göre dönemin
Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu'nun talimatıyla gittiğini söyleyenler bile varmış. Ama o dönemdeki hükümetin o gidenler üzerinde bir kontrolü inisiyatifi yoktu. Gidenler devlet adına gidiyor, Öcalan ile bir şeyler konuşuyorlar, ama ne parlamentonun ne hükümetin bilgisi ve inisiyatifi oluyordu. Bu kez öyle değil ve Öcalan bunu gördü.
ÖCALAN'IN HAYALİ: PARTİSİNİN BAŞINA GEÇMEK
Muhalefetin zaman zaman tepkili çıkışlarına rağmen, Hükümet yine de bir takım devlet görevlilerini oraya gönderdi. Tabii ki gidenler ben hükümeti temsilen geldim demez. Devletin memurlarıdır, zaten hükümet de oraya gidip görüşmez. Bunu görüyor Öcalan. Kafasındaki devlet imajı eski konumundan farklılaşıyor ve galiba artık hükümetin de devleti yönetecek noktasına gelmeye başladığını anlıyor. Bir de şunu görüyor: “Ben bunlarla uzlaşmazsam kimlerle uzlaşacağım. Bunlar bir sonraki seçimin de galibi olacaklar ve en az 5 sene daha iş başında kalacaklar” diyordur. Kendisi için 5 yıl daha orada olmayı, örgütünü 5 sene daha uzakta, dağda tutmayı göze almıyor olabilir. Belki daha kısa beklentileri vardır. Belki 5 yıl içinde çıkıp partisinin başına geçme umudu da vardır.
Bu bir hayal hükmünde değil midir Türkiye toplumu ve mevcut gerçekleri için? Öcalan'ın parti başkanı olması nasıl olacak?
Bence o parti hangisi olursa, Öcalan'ın kendisinin başına geçip yönetmesi daha uygundur. Uzaktan kumandayla yönettiği bir partidense kendisinin doğrudan yönettiği bir partiyi görmek, en azından sokakta mitingde kürsüde konuşurken görmek, alkışlayan yuhalayan her neyse, sorgulanan vs. birisi olması daha iyidir.
Silahlı mücadele yerine siyasi rekabete girmesi yani...
Özellikle Türkiye bakımından önemsediğim bir özelliktir. Biz birilerini nasıl biliyorsak öyle kalsın isteriz. Kişiler, kurumlar için kafamızda imajlar yaratırız. O imaj kötüyse kötü olarak kalsın isteriz. Kötü birinin de iyi bir şey söylemeyeceğine inanırız. Bir insan geçmişte yaşadığımız siyasi süreçte bize göre kötü bir şeyler yapmış olabilir, ama bugün iyi bir şeyler söylüyorsa, eski alışkanlıklarından vazgeçtiğini yeni bir arayış içinde olduğunu söylüyorsa, hayır sen orada kalacaksın buraya geçemezsin diyemeyiz. Dememeliyiz.
ÖCALAN İMRALI'DAYKEN PKK'YI DAĞDAN İNDİREMEZSİN
Çok can yakan can alan bir savaştı bu. Toplum "
terör örgütü lideri, bebek katili" olarak bildiği Öcalan'ı bir siyasi partinin lideri olarak görebilir mi ki?
Tamamen unutulmasına imkân yoktur elbette toplumda yaşanmış acı şeylerin kolayca unutulması beklenemez. Abdullah Öcalan da, çocuklarımızın evlatlarımızın artık ölmemesi için açık bir kararlılık ve risk üstlenirse ama uzun süre evlatlarını kaybetmeyen, uğurladığı çocuğunu daha sonra karşılayan insanların artması, hiç olmazsa bugün olduğumuz noktadan tepkiden nefretten uzaklaşılmasına yol açabilir. PKK’nin tümü eylemlerinden tamamen vazgeçmeyebilir de, içlerinden bir takım radikal unsurlar da çıkabilir; ama Abdullah Öcalan'ı da karşılarına almak durumunda kalırlar. Zaman tabi her şeyin, her acının ilacıdır.
Bu olacaksa da ancak çok uzun bir dönem silah patlamaması, kimsenin burnunun kanamaması sonucunda olabilir herhalde.
Evet. Türkiye'de bir takım insanların hayati tehdit hissetmedikleri, asker polis olan çocuklarını da can güvenliği ile karşıladıkları, kavuştukları bir ortamda olur, bu biraz zaman alır. ETA tabii PKK gibi değil, IRA da öyle, 3 bini geçmeyen bir insan kaybı vardı, orada yarattığı tepki, IRA militanlarının cezaevinden çıkıp Belfast sokaklarından yürürken IRA'nın
mağdur ettiği Protestan İrlandalıların tepkilerini ve nefretlerini duyuyoruz. Ama artık yollarda patlamalar olmuyor. O sayfa kapandı. Türkiye'ye de böylesi günler gelir. Çünkü başka da bir yolu yok. Ben Öcalan'ı orada tutacağım susturacağım ve o da bu “iyiliğimize karşı” örgütünü düze indirsin derseniz hayal kurarsınız.
ÖZERKLİK MEVZUU DA KONUŞULUR
Karayılan son açıklamasında, bizim çözüm önerimiz
demokratik özerklik dedi. Devletin ki de Kürtleri yavaş yavaş asimile etmek. Zaten AK Parti ile askerin yakınlaşmasının nedeni de bu, dedi. Dolayısıyla burada hem sadece hükümete değil devlete karşı da bir güvensizlik var hem de özerkliği vermiyorsanız asimile ediyorsunuz demektir anlamında bu söz.
Alternatifi o değil tabi. Bunlar tartışılır. Bugün özerklik tartışılıyor yarın aklımıza çok daha parlak düşünceler
modeller gelebilir. Bu siyasettir. İdaredir. Dünya, insanlık, devletin ilk ortaya çıktığı noktada durmuyor.
Özerklik talebinin de çerçevesi çok net değil. Kürtlere ya da Kürtlerin şu şu bölgelerini sıralayıp özerklik talep edebilirsiniz ve bunun anlaşılır tarafı vardır. Ama bu özerklik nerede başlar nerede biter?
İzmir veya
Antalya hangi statüde olacak? Bunlar PKK'yi KCK'yi aşan bir takım şeylerdir.
Türkiye'nin genel demokratikleşme süreci içinde Kürtlerin de asimile olmadan, özgür birer yurttaş olmasının yolunun nasıl sağlanacağı, zannediyorum o süreçte daha netleşebilir.
Beş altı yıl öncesine kadar Kürtlerin talepleri nedir diye sorulduğunda, tartışmamız lazım derdim. Şimdi o noktada değiliz, bugün tartışıyoruz. Şimdi sıra çatışmanın ve silahlı mücadele sayfasının sona erdirilmesindedir. Çatışmasız bir Türkiye'de insanların buyruklardan uzak, özgür iradeleriyle karar vermeleri mümkün olur. İşte oradan bir sonuç çıkar. Ellerinde silahla dağda dolaşan militanlarınız yoksa özerklik talebiniz de bugünkü gibi insanları ürkütmez, korkutmaz. Nihayet o bölgenin de bütün bölgelerin de güvenliğinden sorumlu olan bir takım kurumlar bütün toplumun benimsediği kurumlarsa, bunda bir mahsur yoktur. Ama o noktadan uzaklaşmak için o silahlı alanın, çatışmanın sonlanması lazım.
Şimdi tartışıyoruz, ama silahların gölgesinde tartışmamak lazım. Sadece PKK'nin silahlarının gölgesi değil, Türkiye genelindeki siyasi kurumlar da yargı ve askeri kurumların vesayetini hissetmemelidirler tabii.
MHP SOKAĞI GÖSTERİP RANT PEŞİNE DÜŞÜYOR
Hassas bir dönem ama sonuçta seçim sathı mahalli. Önümüzdeki sürecin selametle yürümesi için partilere ne öneriyorsunuz? Mesela MHP, ki kritik bir parti bu süreçte?
MHP çatışmacı bir sürecin sürdürülmesinden siyasi
rant elde etmektedir. Geçmiş seçim istatistikleri bunu ispatlamaktadır. 1999 seçimleri öncesinde, 91–99 arasındaki süreçte ortalık kan revan içindeydi. 1999
Şubat ayında Öcalan yakalanmıştı, ama o günlerde Mavi
Çarşı olayı da olmuştu. Seçim atmosferinde adeta gelsin Öcalan'ı assınlar anlamında MHP'ye umut bağlandı ve insanlar gidip MHP’ye oy verdiler. Ama 1999–2004 arasındaki çatışmasız ortamda MHP, 2002 seçimlerinde küme düştü. Şunu söyleyebiliriz ki, şiddetin sürmesi MHP'nin oylarını ve siyasi gücünü artıracaktır. MHP'ye kimse
ekonomik programı iyi diye oy vermiyor. AK Partiye bu nedenle veriyor çünkü hizmet bekliyor. MHP'nin iş başında olmasını isteyenler için devlet içersinde bir takım mevziler ele geçirmek,
bakanlık almak, şurada burada etkin olmak, devlette bir imkan, bir rant beklentisi içersindedirler. MHP, sokaktaki hadiseleri sebep göstererek hükümet beceremedi ben gelirsem beceririm diyerek siyaset yapıyor. Bu argümanı elinden alındığında yapacağı bir şey kalmaz.
Ya CHP?
İçersinde kendilerinin sosyal demokrat olduklarını söyleyen aslında faşist olan çok sayıda insan barındırdığını biliyoruz. Türk ülküdaşlarının kendilerine sosyal demokrat demeleri, herhalde en çok Hitler’in kemiklerini sızlatıyordur. CHP’de şu an zaten bir kaos yaşanıyor, ama yaşanmazken de toplumda bu ülkede rahat ve huzur içinde yaşanacağına dair elinde ne bir programı, ne ideolojisi ne geçmişi, ne yöneticileri bakımından umut
vaat etmiyor.
Yeni lider ve yöneticilerle de mi?
Kendine yöneticisi olabileceği bir parti arayan, önceleri Süleyman Demirel'in partisi için, daha sonra
ANAP-DYP birleşmesinden çıkan yeni DP’nin başına getirilmesi için ismi geçen bir zat, bir de baktık ki CHP'de açılan münhal bir kadro için uygun bulunarak oraya
transfer olup işe başladı. Bu zat şimdi de CHP’nin “zayıflatılmış” genel sekreterliğine getirildi. Türkiye'nin demokratikleşmesi yönünden böylesi insanlardan kimsenin bir beklentisi olacağını sanmıyorum. Eğer Sayın Batum kendisine sosyal demokratım diyorsa, ne diyelim? Herhalde bravo diyecek halimiz yok?
PKK KAÇAKLARI MUTLAKA KONTROL ETMELİ
AK Parti?
Muhalefetin bütün salvolarına rağmen hükümet aklıselimle davranıp reflekslerine
kurban olmamalı. Bazı suçlamalardan eleştirilerden uzak kalayım diye sonra daha büyük suçlamalara eleştirilere maruz kalmasına yol açabilecek yanlışlara düşmemelidir. Provokasyonlara kapılmamalıdır. Bir yerlerde kimi insanların canı yansa ve bazı provokasyonlar sahneye konulsa bile, bunları tezgahlayanların maksadının hükümeti mukabele-i bil misil (misliyle karşılık) noktasına çekmek olduğu unutmamalıdır.
PKK'nın da tutumu önemli?
PKK de, gerçekten Türkiye'nin savaş ve çatışma ortamından çıkmasını istiyorsa ve yeni kayıplara neden olacak hadiselere yol açmak istemiyorsa, Taksim olayındaki tip kaçakları anında reddedip kendinden, kendi iradesinden saymayıp, kontrol edemediği lanetleyeceği hareketler olarak görebilmeli ve bunu kendi karar organlarına yayabilmelidir. Son olayda TAK için takındığı tutum ve yaptığı açıklama bu yönde umut verici bir gelişme olarak görülmelidir. Kendi başlarına karar alıp insanların hayatlarını tehdit eden konumlara başvuranlara fırsat vermermelidir.
AK PARTİ KÜRT VEKİLLERİNE ALAN AÇSIN
AK Parti, ikircikli davrandığı yönünde eleştiriler var?
AK Parti bu sorunu kucağında buldu. Zaman içinde meselenin boyutlarını kavramaya başladı ve inisiyatif aldı. AK Parti kendi Kürt
politikacılarının bu konuda ne düşündüklerini ve önerilerini dikkate almalıdır. AK Partili Kürtler birer Kürt olarak siyaset sahnesinde yer alabilmeli, çalışmalar yürütebilmelidirler. Kürt siyasetçi deyince sadece BDP'liler akla geliyor çünkü kimliklerini ifade ediyorlar. Bölge halkı Karadenizli Tayyip Erdoğan'ı Başbakan olarak önemsiyor ve saygı duyuyor ve seviyor; ama AK Partili Kürt milletvekillerin de birer Kürt olarak bu meselelerde ne yapıp ettiklerini, inisiyatif sahibi kılınmalarını çok önemsiyor.
Kürt meselesinde şunu hesaba katmak lazım. Bir meselede çözümün parçası olmak isterken sorunun bir parçası olmak da söz konusudur. Burada hükümet, PKK'yi Kürt meselesinin çözümünün bir parçası olarak ortaya çıkmış bir yapı olarak görüp onu oradan uzak tutmak istiyor. Bu değildir artık esas. PKK artık Kürt meselesinin bir parçasıdır, 30 yıl önce böyle bir başlık yoktu Kürt meselesinde. PKK'yi çözmek lazımdır. Bunu yüksek sesle
tasfiye edeceğim demek yerine, kardeşim Türkiye’de siyasi alan açıktır, senin bu konuda toplumun meseleleriyle ilgili çözümün neyse bunu yüksek sesle seçim meydanlarında sokaklarda ifade et, ama dağlarda ya da yer altında değil silahla değil. Demek lazımdır. Ben bunun için dağlarda mücadele verdim militanlarım dağlardadır şudur budur, bununla ilgili de rehabilite edici yöntemler neyse ortaya çıkarılır ve uygun tedbirler alınır.
Yani bu meselede
doğal olarak devlet ve hükümet çözümün birer parçasıdırlar; ama PKK problemin bir parçasıdır. Kürt meselesi olmasaydı, bu meselenin yarattığı sonuçların bir unsuru olan PKK olmazdı, fakat hükümet ve devlet olurdu. Sorunun çözümünde onun bütün elemanlarının da dikkate alınacağı bir perspektif lazım.
Ana dilde eğitim de sorunun bir parçasıdır, bunun da konuşulması lazım ama PKK canlı bir organizmadır, ne bekliyorlar nasıl bir hayat tarzında normalleşebilirler bunun dikkate alınması lazım. Sorunun parçası olarak da çözümün parçası olarak da hesaba katmak lazım.
ÖCALAN VARKEN BAŞKA ARACIYA GEREK YOK
Yabancı hakemin tayinin işleri kolaylaştırabilir diyenler var?
Bu PKK tarafından, PKK'ye yakın düşünen bazı Türk solcular tarafından dile geliyor, ama bence Türkiye'nin bugünkü siyasi, sosyal ve
psikolojik ortamında buna gerek yoktur.
IRA çözümünde bu yolla kolaylaşmıştı?
IRA' nın silahlarının imha edilmesinde papazlar da rol almıştı, ama bu aşamada Öcalan ile görüşülüyorsa başka bir kuruma veya aracıya ihtiyaç yoktur. Ayrıca doğrudan diyalog, bizi çözüme daha fazla yaklaştırır. Başka toplumlarda birbirinden çok daha uzak noktalara savrulmuş toplum kesimleri için aracılar gerekebilir, ama Türkiye'de Kürtler ve Kürt olmayanlar o kadar