Safvet Senih - Samanyoluhaber.com
Merhum Turgut Özal, bir gezisinde şeriat ve tarikat konusunda yanlış kanaat sahibi çevresindekilere işin gerçeğini anlatmak için şu misali vermiş. Şadırvanda (şeriat, tarikat ve hakikat ehli) üç kişi abdest alıyormuş: Birisi şeriat ehli imiş, birisi gelmiş boynuna bir şaplak atmış o kısasa kısas olsun diye o da onun boynuna bir şaplak atmış. Ehl-i tarikede bir başkası bir tokat vurmuş, o, şöyle bir bakmış sonra abdest almaya devam etmiş. Ehl-i hakikat olan üçüncü abdest alana da bir başkası bir şaplak indirmiş o ise hiç kim vurdu diye bile dönüp bakmamış abdestine devam etmiş… Birincisi işin ibtidasında, onun için şer’i hükmü uyguladı. İkincisi mâneviyat yolunda ilerleyen birisi. Herşeyi bilen ve yaratanın Allah olduğunun şuurundadır. Onun için şöyle dönüp bir bakmış ve “Acaba Allah, bu kötülüğü yapacak kimi vazifelendirdi?” diye merak edip bakmış. Ehl-i hakikat ise, hakikata tam vâkıf olduğu için dönüp bakmamış bile…” Menkıbe aşağı yukarı böyle…
Bunu niye anlatıyorum? On Yedinci Lem’a’nın Beşinci Nota’sında, Kur’an-ı Hakimin hidayetinin insanlığa hediye ettiği güzellik şöyle anlatılıyor: Görüyoruz ki, o yolun her menzilinde her mekânında, her şehrinde Âdil bir Sultanın istikametle hareket eden askerleri her tarafta bulunuyorlar, geziyorlar. Ara sıra o Sultanın emriyle o askerlerin bir kısmını TERHİS ediyorlar. Silahlarını, atlarını ve devlete ait mîrî levazımatlarını alıyorlar, onlara İZİN TEZKERESİNİ veriyorlar. O terhis olunan neferler, gerçi alışıp ünsiyet ettikleri at ve silahların teslim alınmasından zâhiren mahzun oluyorlar. Fakat hakikat noktasında TERHİS ile ferahlık v e sevinç duyup Sultanın ziyaretine ve Padişahın payitahtına dönmek ve Padişahı ziyaret etmek cihetinde gayet memnun oluyorlar.
“Bazen terhis memurları ACEMİ BİR NEFERE rast geliyorlar. Nefer onları tanımıyor, ‘Silahını teslim et’ diyorlar. Nefer diyor ki: ‘Ben Padişahın askeriyim, O’nun hizmetindeyim; sonra O’nun yanına gideceğim. Siz neci oluyorsunuz? Eğer O’nun izin ve rızasıyla gelmiş iseniz, göz ve baş üstüne geldiniz, emrini gösteriniz; yoksa çekiliniz, benden uzak olunuz. Ben tek başımla kalsam, sizler binler dahi olsanız, yine sizinle dövüşeceğim. Kendi nefsim için değil, çünkü nefsim benim değil, benim Sultanımdır. Belki bendeki nefsim ve silahım, Mâlikimin emanetidir. Emaneti muhafaza ve Sultanımın haysiyetini himâye, izzet ve onurunu korumak için size baş eğmeyeceğim!”
“İşte, o ikinci yoldaki sürur ve saâdete vesile olan binler ahvâlden bu hâl bir numunedir. Diğer halleri, sen kıyas et. Bütün o ikinci yolun seferinde, doğumlar namında sevinç ve şenlikle bir tahşidat ve askerî sevkıyat vardır ve vefatlar nâmında sürur ve muzika ile askerî TERHİSAT görünüyorlar. İşte Kur’an-ı Hakîm insanlığa bu yolu hediye etmiştir. Bu hediyeyi kim tam kabul etse, böyle iki cihanın saadetine giden bu ikinci yoldan gider. Ne geçmiş şeyden mahzun olur ve ne de gelecek şeyden korku duyar.”
Fetih Suresinin hem 4. Ayeti, hem de 7. Ayetinde “Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır.” buyuruluyor. Buna göre zerreden kürrelere ve seyyarelere varıncaya kadar herşeyin Allah’ın ordusunda birer asker, birer memurdur… Nemrud’a sineği, Firavun’a karınca, çekirge ve biti, Ebrehe ordusuna ebâbil kuşlarını memur ettiği gibi, bir molekülden ibaret olan coronavirüsü de şimdi kinli kibirli insanlığın ıslahı ve kemâle gelmesi için eğer Allah memur etmişse, üzerimize düşeni yapıp gerekli tedbirleri aldıktan sonra Allah’ın icraatına boyun eğip kadere teslim olacağız.
Üstad Hazretleri “Rüyada Bir Hitabe” diyor ki: “Misâliler Meclisi, o Meclisin Reisi tekrar sordu; hem dedi, ‘Musibet olur her dem hıyanet neticesi, mükafatın sebebi. Ey şu asrın adamı! Kader bir sille vurdu, kazaya da çarptırdı. Hangi fiillerinizle kazaya, hem kadere şöyle fetva verdiniz ki, kaza-yi İlahî musibetle hükmetti, sözleri hırpaladı? Ekseriyetin hatası olur sebep daima umumî musibete.” Dedim. Beşerin fikrî dalâleti, nemrudâne inadı, firavunâne gururu şişti şişti zeminde, yetişti semâvata. Hem de dokundu hassas yaratılış sırra… Semâvattan indirdi, tufan, tâun misâli, şu harbin zelzelesi; gâvura yapıştırdı semâvî bir silleyi. Demek ki şu musibet, bütün beşer musibetiydi. Nev’en (insanlık nev’i olarak) umuma şâmil, bir müşterek sebebi; maddiyyunluktan gelen fikrî dalâletti, hayvanî hürriyet, hevâ ve hevesin istibdâdı… (Müslümanlar olarak) Hissemizin sebebi; İslâmî erkanda (namaz, oruç, zekat gibi) ihmâl ve terkimizdi. Zira, Hâlık Teâlâ yirmi dört saatten bir saati istedi. Beş vakit namaz için yalnız o saati, Bizden yine bizim için emretti, hem istedi. Tembellikle terk ettik, gaflete ihmal oldu. Şöyle de ceza gördük: Beş senede yirmi dört saatte daima tâlim ve meşkkatle tahrik ve koşturmakla bir nevi namaz kıldırdı. Hem senede yalnız bir ay oruç için nefsimizden istedi… Nefsimize acıdık, keffâreten beş sene cebren oruç tutturdu. Kendi verdiği malından, kırkından ya onundan birini zekat istedi. Cimrilikle hem zulmettik haramı da karıştırdık, irademizle vermemiştik. O da bizden aldırdı yığılmış zekâtı, haramdan da kurtardı. Amel, cezanın cinsindendir. Ceza, amel cinsinden.” (Lemaat)