Prof. Dr. Aktolon, AA muhabirine yaptığı açıklamada,
Japonya'da bugün itibariyle toplam 4 nükleer reaktördeki
hasar nedeniyle
radyasyon sızıntısı saptandığını ve bu radyasyon sızıntılarından birinin de Tokyo yakınında olduğunu söyledi.
Dünyada bugüne kadar toplam 99 nükleer kazanın kayda geçtiğini ifade eden Aktolun, 99 kazanın 57'sinin 1986'daki
Çernobil olayı sonrasında meydana geldiğini ve bunların çoğunun ABD'de olduğunu belirtti.
Prof. Dr. Aktolun, nükleer kazaların çoğunluğunun insan hatası ile oluştuğunu dile getirerek,
doğal felaket sonrasında reaktör hasarlarının pek yaygın görülmediğini, bu açıdan Japonya'da yaşanan reaktör
patlamaları ve sızıntısının nadir olduğunu kaydetti.
Nükleer kazalar sonucu etrafa saçılan radyoaktif elementlerin iki tür radyasyon yaydığını vurgulayan Aktolun, şöyle devam etti:
''Birincisi parçacık radyasyonudur. Cildimize bulaşırsa zarar verir. Nefesimizle, su ve
gıda ile vücudumuza girer,
kanser yapıcı etkisi yüksektir. Etkileri daha ziyade uzun süre sonra ortaya çıkar. Yarı ömrü onlarca, yüzlerce, binlerce, milyonlarca yıl olan radyoaktif elementler açığa çıkabilir. Patlamadan sonra uzakta bulunan insanlar bile bu radyasyondan etkilenir. İkincisi iyonizan yani delici radyasyondur. Vücuda girer, diğer taraftan çıkar, bu arada vücuda bir miktar radyasyon enerjisi bırakır. Kanser yapıcı etkisi vardır ama daha ziyade kısa vadeli akut etkilerden sorumludur.''
JAPONYA'NIN TECRÜBELERİ
Prof. Dr. Cumali Aktolun, radyasyon kazalarından sonra ortaya çıkan sağlık sorunlarını dünyada en iyi bilen, bu konuda en tecrübeli ülkenin Japonya olduğunu vurgulayarak, Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan
atom bombalarının bugüne kadar yaklaşık 66 yıldır gün gün, ay ay ve yıl yıl bütün olumsuz etkilerinin Japonlar tarafından izlendiğini ve kayda geçirildiğini kaydetti.
Aktolun, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Japonya'daki reaktör sızıntılarının sağlık açısından faturası henüz kestirilemez, bilinmiyor. Kısa zaman sonra belli olacaktır. Reaktörden sızıntı, yer altı sularına ve reaktör altındaki katmanlara doğru olduğunda hasar daha azdır ancak patlama olup da radyoaktif elementler havaya saçılırsa, hasar daha yaygın olur. Havaya çıkan radyoaktif elementler havada süzülüp aşağı iner veya havada asılı kalır. Uçucu özellikte elementler ise gökyüzünde hızla yer değiştirir. Bu esnada yağmur yağarsa toprağa, suya, evlere, taşıtlara bulaşır veya yere yakın bir noktada havaya ulaşır,
besin zincirine girer, yediklerimizle, içtiklerimizle, cildimizle ve nefesimizle de vücuda girebilir. Vücuda girdikten sonra kalıcı hasarlar verir. Nükleer kazalardan sonra ortaya çıkan en yaygın, en sık kanser türü tiroid kanseridir. Bu nedenle koruma için iyot tabletleri kullanılır. Bu tabletler diğer kanserlerden korumaz. Nükleer kazalardan sonra artış gösteren diğer kanser türleri kan ve
kemik kanserleridir. Bunun yanı sıra her tür kanserde artış görülür. Tiroid kanserinden ayrı olarak hipotiroidi denilen bir tiroid hastalığı da ortaya çıkar.''
Nükleer kazalardan en çok sırasıyla ana rahmindeki bebekler ile çocuk ve 40 yaş altındaki insanların etkilendiğine dikkati çeken Aktolun, parçacık radyasyonundan korunmanın yüzde 100 olmasa da
maske,
eldiven ve özel önlüklerle sağlanabileceğini söyledi.
Aktolun, kazalarda iyonize radyasyondan korunma imkanının ise sınırlı olduğunu, en etkili yöntemin kaynaktan uzaklaşmak olduğunu dile getirerek,
kurtarma ekiplerinin özel giysilerle kısmen korunabildiğini, halkın bu radyasyondan pek korunamadığını kaydetti.
Radyasyondan korunma amaçlı insanların kendiliğinden iyot tableti almamaları gerektiğini, ancak belli bir seviyeye çıkınca bu tabletlerin resmi kurumlarca verildiğini veya alınmasının önerildiğini belirten Aktolun, iyot tabletlerinin ciddi yan tesirlere neden olduğunu, hatta öldürebileceğine işaret etti.