Gül suyu ile psikoterapi

Güzel kokusu ve reçelini sevdiğimiz gülü ne kadar tanıyoruz? Yüzdeki kırışıklıkları gideren gülün psikoterapide kullanıldığını da biliyor muydunuz?

Gül suyu ile psikoterapi

Elbette tarih sadece, savaşlar ve olaylardan ibaret değil. İnsanın olduğu her yer ve insanı ilgilendiren her ayrıntı tarihin bir parçası aslında. Örneğin tıpta Türkler hangi seviyedeydi? Geçmişte insanlar hangi hastalıklara yakalandılar ve nasıl tedavi oldular? Tıp fakültelerinde eğitim-öğretim veren deontoloji ve tıp tarihi bölümleri sadece tarihin bu kısmı ile ilgileniyor. Ama ilgilileri dışında bu bilim dalının tam olarak ne yaptığı konusunda toplumun bir fikir sahibi olduğunu söylemek mümkün değil. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayten Altıntaş, tıbbın geçmişine ihtiyacı olduğunu söylüyor. Altıntaş’a göre tıpta geçmiş bilinmeden gelecek adına yeni bir başarı sağlanamaz. Gül üzerine de araştırmalar yapan Altıntaş, gülsuyunun yüzlerce yıl öncesinden tedavide kullanıldığını belirterek, “Peygamberimiz’in (sav) gülle sembolize edilmesi boşuna değil.” diyor. -Tıp tarihinin amacı nedir? Bizim eğitimimiz tıp öğrencilerini kapsıyor. Tıbbın tarihini onlara anlatmaya çalışıyoruz. Bir hekim için bu çok önemli. Dünyanın her yerinde durum aynıdır. Bugünkü tıbbı anlamaları geçmişteki tıbba bağlı. Okulda öğrendiği bilgiyi teknik olarak uygulayacak robotlar yetiştirmek istemiyoruz. Bu işin bir de kültür boyutu var. Tıp tarihi okuyan her öğrenci geçmiş ile geleceğin bir mukayesesini yapmak zorunda. -Teknolojinin gelişmesiyle birlikte tıp da sürekli olarak aşama kaydediyor. Bu durumda tıp tarihine ya da eski tıbbı öğrenmeye ihtiyaç var mı? Bugün tıp öğrencileri ben hocalarımdan bunu öğrendim diyor ve ona göre bir tıbbı şekillendiriyorsa tek tip hekim çıkar ortaya. Hâlbuki tıp çok detaylı ve çabuk gelişiyor. Dünkülerin hepsi şartlatanlıktı, tıp sadece budur demek yanlış olur. Öğrencilerimizin böyle düşünmemeleri için onları şartlandırıyoruz. Şu bir gerçek ki, geçmişteki hekimler de bugünkülerin söylediklerini ifade ediyordu. Olaylara bilimsel olarak bakmazsanız hüsrana uğrarsınız. Tıp ilk insandan beri vardır. Hekimlik en az 40 bin yıllık bir meslektir. Tarih öncesi dönemde de hekim hekimdi ve tedavi ediyordu. Bütün dönemlerde hekim o günkü zihniyetle hastaya yaklaşıyordu ve tedavi ediyordu. Bunu kronolojik olarak öğrencilere ispat ediyoruz. -Ne çıkıyor ortaya bu eğitim verildiğinde? Şöyle mantıklı bir bilinç oluşuyor. Bundan 2 bin 500 yıl önce hekim bugünkü hekimden uygulama ve şekil olarak tamamen farklı olsa da tedavi edebiliyordu. Bunu bilirse o zaman gelecekteki tıbbı yadırgamayacak, gelişmelere daha sağlıklı bakacak. Tıptaki gelişme o hekimin günlük yaptıklarının üstüne çıkmasıyla oluyor ve bunun geçmişle mutlaka bir ilişkisi var. -Anlattıklarınızdan modern tıp eskiye muhtaç yorumu çıkıyor. Bugünkü tıp geçmişte olan bir tıp. Gökten inmedi. Adım adım, damla damla oldu. Bu damlalar olmasaydı bugünkü tıp olmazdı. Tıp bilimi kendi geçmişine muhtaçtır. İnsanlık bu bilgi birikimi potasından faydalanıyor. Öğrencilerim binlerce yıl önceki bilgileri kullanıyorlarsa o zaman bunun üstüne koyma mecburiyetleri de var. Mesela bundan 2 bin 50 yıl önce yazılmış ve ortaya çıkarılan bir Mısır tıp kitabının içinde birtakım reçeteler var. Orada kadının hamile kalıp kalmadığını nasıl anlayacağı anlatılıyor. Kadın, içinde arpa ve buğday olan iki çıkını idrarıyla sular. Bunların arasına koyduğu buğday ve arpa vaktinden önce yeşillenirse hamiledir. Buğday önce boy atarsa çocuk erkek olacak, arpa boy atarsa kız çocuk olacak diye. İlk okuduklarında bunlara şarlatanlık demişlerdi. 1880’lerin sonuydu ve idrarda hormon olduğu bilinmiyordu. 1930’dan itibaren bu fark ediliyor. Amerika’da bir ilaç firması tonlarca kadın idrarını toplayıp ilaçlara izole ediyor. Ve şu sonuca varıyorlar, evet onlar da bunu biliyorlardı. -Tıp tarihi sadece, tıpla ilgili bir bilgi aktarımını mı içeriyor? Tıp tarihinde bir fikrî kavrayış, düşünce, sistem ve toplum da vardır. O günkü düşünce sistemi, o topluluğun tarihi de ister istemez bu konunun içinde yer alıyor. Yani bütüncül ele alınıyor. İnsan düşünce sisteminin nasıl geliştiğini görebiliyoruz; soyuttan somuta. TÜRKLER TIPTA ZİRVEDEYDİ -Türklerin tıp tarihindeki yeri nedir? Türkler tıbbın içinde her zaman çok önemli bir yerde olmuşlardır. Çünkü çok rasyonel bakıyorlar. Hekim ve hasta ilişkisi hep akıl ve mantıkla olmuştur. Hekimin düşünce sistemi, hastaya bakış sistemi ve müesseselerin varlığı çok önemli. Türk toplumunda hep vermek vardı. Şifahaneler darüşşifalar; hayvanları koruma, bedavaya tedavi etmek, bakmak önemli bir olgudur. Türk tarihinde ciddi bir şekilde tıp eğitiminin gelişim çizgisini de görüyoruz. Türklerde tıp eğitimi 1933 üniversite reformu ile gelen bir şey değil. Geçmişte vardı ve çizgiyi bozmadan, durmadan kendisini yenileyerek gelmiştir. -Tıptaki bu başarı neden bugün dikkate alınmıyor? Tarihe bakarsak tıp biliminin meşalesi hep el değiştirmiştir. Tıbbın ilk doğduğu yer Mezopotamya, Mısır’dır, hatta Hindistan, Çin’dir. Daha sonra Yunanistan’a geçmiştir. İslam medeniyetinin bugünkü tıbba kazandırdığı inanılmaz bir ivme vardır. Ancak bu durum yeterince ortaya konulamıyor. Değişik ve anlaşılmaz tek tip bilim var. Almanya’da İslam Bilim Tarihi Merkezi var. Buradaki cilt cilt kitaplar İslam medeniyetindeki bilimi anlatıyor. Bunlardan Batı iyi faydalanıyor. Türkler tıpta zamanı iyi yakalamışlardı. Selçuklularda, Memluklularda, Horasan’da, Osmanlı’da inanılmaz tedaviler gerçekleştiriliyor, müesseseler yapılıyor. Hastane mimarisinden tutun, tedavilerin uygulama şekline kadar her şey Batı’yı etkilemiş. -Türkler tıpta çok önemliydi diyorsunuz. Ama bir eleştiri yapılıyor, başarılı Türklerin buluşları niye yok diye? Türklerin buluşlara isim olarak katkıları olmamıştır. Çünkü buluşlar insan üzerinde deneyi gerektiriyor. Oysa Türkler için Müslümanlar için insan kutsaldır, değerlidir; onu kullanmak yerine ona yardım etme inancı vardı. Yardım önemlidir. Tıp bilimine buluş bakımından çok önemli katkıları olduğunu söyleyemeyiz. Bu durum sonrası için de geçerli olmuştur. Eğer Hulusi Behçet iyi lisan biliyor olmasaydı ve günlerce kongrelerde buluşunu anlatmasaydı bugün bu hastalığın adı Behçet hastalığı olmazdı. Buluş denilen şey birdenbire ortaya çıkmaz. Hiçbir şey yokken olmaz. Bir hastalığı tek bir insanın bulmuş olması mümkün değil. Biriken bilgilerin yeni bir kompozisyonla sunulmasıyla oluyor. Osmanlı’da hekimlerin böyle bir derdi yoktu. O sadece hastasını tedavi etmeyi dert edinirdi. Ama ben şu ilacı hazırlayıp hastama uyguladım, hastam iyileşti diyor, ben buldum diye bir şey söylemiyor. Bu kitaplarda yer alıyor. Ortaçağ’da Batı Arapça tıp kitaplarını Latince’ye tercüme etmiş ve çok etkilenmiş. -Bu yapılanlar alternatif tıp çerçevesinde mi değerlendiriliyor? Galiba öyle. Bu aynı zamanda tıbbın da kendisidir. Tedavinin ana temelini oluşturuyor ve insanlar şifa buluyor. Dışlamak, eleştirmek doğru değil. Dediğim gibi Mısır’da hamileliğin öğrenilmesi problemi binlerce yıl önce çözülmüşken bu ancak 1930’larda kabul ediliyor. O zaman alternatif tıp kavramını tıbbın içinde değerlendirmekte fayda var. -Avrupa ülkeleri galiba bunun farkında ki alternatif tıp anlamında ciddi yatırımlara başladılar. Artık insanlar alternatif tıbbı tercih ediyor. Yapılan kamuoyu yoklamalarında Avrupa’da alternatif tıptan yana sonuçlar çıkıyor. Bunun için klinikler ve merkezler açılıyor. Alternatif tıbba yönelik araştırmalarda hastalar, tercih sebeplerini, mevcut tıbbın çok sert ve yan etkilerinin olmasından dolayı diye açıklıyorlar. Mevcut tıp çok serttir ve yan etkileri vardır. Aynı şekilde çok pahalıdır da. Artık devletler sağlık sigortaları içine alternatif tıbbı da almaya başladılar. -Türkiye’de alternatif tıp çok demode ve zararlı görülüyor. Bizim bu konuda daha çok çalışmamız gerekiyor. Zihniyet olarak da bu şart. Tıp araştırmaları zaten bizde detaylı değil ki; yurtdışında yapılan ilaçların klinik uygulamalarını yapıyoruz. Hekimlerimizin bugünkü tıbbın dışında bazı uygulamaların da faydalı olduğunu görmeleri, bilmeleri gerekiyor. -Osmanlı tıbbı üzerinde çalışmalarınız var. Bu konuda Osmanlı hekimlerinin geldiği seviye neredeydi? Osmanlı tıbbı bir derya. İçine girildiği zaman bunu anlıyorsunuz. Lakin bunu toplu şekilde sunmak yerine insanlara parça parça sunmakta fayda var. Osmanlı tıbbına göre sağlıklı yaşam ayrı bir seviyede. Osmanlı tıbbının üçte biri tamamen buna ayrılmış; nasıl sağlıklı yaşayabiliriz meselesine kafa yorulmuş. Çünkü önemli olan hasta olmamaktır. Daha sonra hasta olduktan sonra ne yapılabilir var. Çok zengin ve rasyonel bir tıp. Şerbetler, şuruplar bile manasız ve gelişigüzel değil. Önemli bir denizi tanıtırken önce sahili gösterip insanların ilgisini çekmek önemlidir. Osmanlıdaki şerbetler tamamen ilaçtır, sıradan bir içecek değildir. Şerbetler daha sonra hazırlanan ilaçlarla bütünleştirilerek tatlandırılmıştır ve içimi kolay hale gelmiştir. Mesela gül sıradan bir şey olmamış. -Reçeli ve güzel kokusu dışında gülün şifa dağıtan tarafları mı var? Gül üzerine çalışma yaparken bunun sadece onlardan ibaret olmadığını gördüm. Yeni bulgular beni heyecanlandırdı. Isparta’ya gittim, ilgililerle görüştüm, tarihî kaynakları inceledim ve farklı bir amaç çıktı karşıma. Kokulu gül yetiştirmede dünyada en önemli ülkeyiz. Esans, yağ, gül suyu konusunda Isparta’nın üstüne yok. Böyle güzel bir birikimimiz ve avantajımız var. Gül suyu ile ilgili bir çalışma hazırlıyorum. Artık koskoca bir konu olduğunu gördüm. Tohumu, gül yaprakları, gül yağı, gül esansı, reçeli, şurupları şerbetleri vs. Örneğin, tıp tarihi geçmişte gül yağının önemli bir kozmetik malzemesi olarak kullanıldığını ortaya çıkarıyor. Kırışıklıkları gideriyor, tonik özelliği olan bir sıvı. Gülün damıtılması ise oldukça eski olduğu veriler ışığında anlaşılıyor. Orta Asya’da elde edilen gül suları ve yağı için ayrı ayrı ibrikler hazırlanmış. Aynı zamanda İslamiyet’te çok önemli bir ticaret malzemesi. -Peygamberimiz’in (sav) gül ile sembolize edilmesinin gülün tıbbi açıdan faydası ile bir bağlantısı olabilir mi? Sembol gösterirsiniz ama bunun tedavide bir anlamı olmayabilir. Lotus çiçeği semboldür ama tedavide kullanıldığını bilmiyorum. Ama gülün var ve Peygamberimiz’i (sav) sembolize etmesi boşuna değil. Tarih araştırmalarımda gülün tıbbın birçok yerinde kullanıldığını gördüm. Özellikle psikolojik tedavilerde gül suyu kullanılmış. Yani psikoterapide gül suyuna başvurulmuş. Bu çok ilginçtir ve önemli bir uygulamadır. Çünkü ihtiva eden maddelerden dolayı gülün gerçekten insanı ferahlatan, dinlendiren bir yanı var. Suyu da bunun en iyi kullanım halidir. İbni Sina, Razi ve sonrasında Osmanlı hekimlerinin bahsinde bu var. KOLONYA İKRAMI DA GÜLDEN GELİYORMUŞ -Osmanlı’da gül suyu ikramı bir ritüele dönüşmüş. Evet, bu çok ciddi bir ikramdır. Devlet dairelerinde uygulanıyor. Kahve, gül suyu, buhur… Bu üçlüden vazgeçilmiyordu. Ancak bunu hafifletmek için bir ferman çıkartılıyor. Gelenlere 30 kişi hizmet ediyordu. Bunu basitleştirmek için ferman çıkartılıyor. Kolonya ikramı gülden gelen bir gelenektir. Evde otobüste kolonya dökülür. Bu dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Ancak gül suyu ile ilgili tarihi yazanlar damıtılmasının 14. yüzyıldan sonra olduğunu aktarırlar. Bu ciddi bir yanlıştır. 12. yüzyılda gül suyu anlatıla anlatıla bitirilemiyor ve tedavide kullanılıyor. Osmanlı’da tıp çok rasyoneldir. Yapılan şuruplar, şerbetler manasız ve gelişigüzel değildir. Hepsi hastalıkların şifası içindir. “Peygamber Efendimiz’in gülle sembolize edilmesi boşuna değil. Tarih araştırmalarımda gülün, tıbbın birçok yerinde kullanıldığını gördüm.” AKSİYON
<< Önceki Haber Gül suyu ile psikoterapi Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER