Mesleğimiz belli hastalığımız gizli

Çok sayıda iş kolu, kanser gibi amansız hastalıklara yol açıyor.

Mesleğimiz belli hastalığımız gizli

Kayıtlara geçen meslek hastası sayısının düşüklüğü ise büyük sorunlara ve hak ihlallerine yol açıyor. ‘Hayatımın en kötü günleriydi. Düz yolda bile yürüyemiyor, sağa sola yalpalıyordum. Kollarım ağrıyor, parmaklarım uyuşuyordu. Kendi kendime tıraş bile olamıyordum. Ne yaparsam yapayım çok çabuk yoruluyordum. 8 ay boyunca gitmediğim doktor, kullanmadığım ilaç kalmadı. Doktorlar derdime çare bulamıyor, üstelik ‘hastalık hastası’ olduğumu söylüyorlardı. Ta ki son gittiğim doktor bana ne iş yaptığımı sorana kadar. Çanta işinde çalıştığımı, bu işi yaparken bali ve benzeri kimyasal maddeler kullandığımızı söyledim. Bunun üzerine beni İstanbul Meslek Hastalıkları Hastanesi’ne sevk ettiler. 15 ay yoğun tedavi gördüm; şimdi daha iyiyim.’ Evli ve bir çocuk babası Harun Çelik, hayatını alt üst eden meslek hastalığının kısa öyküsünü bu cümlelerle anlatıyor. Türkiye’de her yıl binlerce çalışan, Harun Çelik gibi “yaptığı iş yüzünden” hastalığa yakalanıyor. Meslek hastalığı, gelişmiş ülkelerde iş gücü açısından da üzerinde titizlikle durulan önemli bir sorun. Meslek hastalığı tabiriyle 61 yıl önce tanışan Türkiye ise bu meselenin çözümünde de ‘henüz’ istenen seviyede değil. Meslek hastalığı dramının yanı sıra Türkiye’nin bu alandaki politikasını ve şimdiye kadar yapılanları hem konunun uzmanları hem de hastalar ile konuştuk. Ortaya, ihmal edilmiş gizli bir Türkiye tablosu daha çıktı. AKTİF İŞGÜCÜNE BÜYÜK DARBE Meslek hastalığı, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) büyük önem atfedip birtakım standartlar getirdiği, eğitimler düzenlediği kapsamlı bir alan aslında. Başta AB ülkeleri olmak üzere gelişmiş ülkeler, işçi sağlığı ve işyeri güvenliği konusunda önemli tedbirler, yaptırımlar uyguluyor. İş Sağlığı Bilim Uzmanı Dr. Özkan Kaan Karadağ, meslek hastalıklarının tüm dünyada önemsenmesinin temel sebebini ‘para’ kaybettirmesi, ürün kalitesini ve verimliliği düşürmesi olarak görüyor: “Böyle birinin sürekli tedavi göreceği, çalışma hayatının verimsiz ve kısa süreceği, beklenen yaşam süresinden önce ölebileceği söylenebilir. Bu nedenle sigorta kuruluşları ve işyerleri zarara uğrar. Hastalık, maluliyet ve ölümler yüzünden, ekonomik olarak aktif olması gereken nüfus kaybedilir. Bu da ülke için büyük bir kayıptır.” Bir ülkedeki meslek hastalığı veya iş kazası oranı, iş güvenliği kıstasları arasında çok kritik bir yer tutar. SSK’nın 2005 verilerine göre Türkiye’de 7 milyon 651 bin sigortalı çalışan bulunuyor. Meslek hastalığı teşhisi konmuş kişi sayısı ise yalnızca 519. Dr. Özkan Kaan Karadağ; bu durumu 2005 yılına kadar iki başlı olan sağlık sistemine bağlıyor. SSK’nın meslek hastalıkları alanında gösterdiği çabaların “işin asıl sahibi” Sağlık Bakanlığı’nı meslek hastalıkları konusundan uzak tuttuğunu düşünüyor. Dr. Karadağ’a göre ülkemizde tespit edilmesi gereken meslek hastalığı sayısı yıllık 30 bin civarında olmalı. Zira ülkeler arasında değişmekle birlikte, her bin işçi için yılda 4-12 arasında yeni meslek hastalığı meydana geliyor. Fakat konuya gereken önemin verilmemesi, meselenin ciddi boyutlarını gizleyerek 519 gibi ‘komik’ rakamların ortaya çıkmasına yol açıyor. Bunun en önemli sebebi de söz konusu alanda ulusal istatistikî bilgilerin toplanamaması. Yine örneğin 2004 yılında İngiltere’de bildirilen meslekî astımlı (yaptığı iş nedeniyle astım olan) sayısı 555 iken Türkiye’de sadece 4. Oysa bu rakamın çalışma şartlarından dolayı kat kat fazla olması gerekiyor. Türkiye’de son 6 yılda en çok meslek hastalığı teşhisi 2001 senesinde 883 olarak kayıtlara geçmiş. En düşük teşhis ise 2004’te gerçekleşmiş: 384 ERKEN TEŞHİS VE PERİYODİK MUAYENE ÇOK ÖNEMLİ Türkiye, en fazla iş kazası yaşanan ülkeler arasında yer alırken, çok sayıda meslek hastalığı kayıtlara geçmiyor. Dünya iş kazalarının meslek hastalıklarına oranı yüzde 56’ya 44. Türkiye’de ise yüzde 99’a yüzde 1. Yani, bu rakamlara inanacak olursak, ülkemizde meslek hastalığı yok gibi bir şey!... Meslek hastalıklarının önemli bir bölümü rakamsal olarak istatistiklere geçmeden tedavi ediliyor. Ancak bu rakamların ‘gizlenmesi’, çalışan aleyhine ciddi hak ihlallerine yol açtığı gibi erken teşhis ve tedavi konusunda da büyük engeller çıkarıyor. Gelişmiş ülkeler, meslek hastalıklarına yakalanan kişileri, hangi mesleklerde hangi hastalıkların ne kadar görüldüğünü ve meslek kazalarını düzenli olarak kayda geçiriyor. Bu şekilde farklı meslek kollarında çalışanların ne tür hastalık riskiyle karşılaşabilecekleri önceden belirleniyor, ona göre tedbir alınıyor. Meslek hastalığının tespit edilememesi veya geç tespiti, hastalığın ağırlaşmasına sebep olduğu gibi işçi, sigorta sistemi, ülke ve işveren için de büyük zarara yol açıyor. Örneğin, bir çalışanın hastalığının kaynağının ‘mesleği’ olduğu bilinmezse, birçok tedavi yöntemi uygulanmasına rağmen muhtemelen iyileşme sağlanamıyor; sağlansa bile kişi daha sonra aynı riskli ortama yine döndüğü için yeniden hastalanıyor. Aynı akıbet, peyderpey diğer çalışanların da başına gelebiliyor. Halbuki hastalığın iş ortamından kaynaklandığı hemen fark edilebilse mevcut riski minimuma indirmek için tedbir alınarak hem hasta hem de diğer çalışanlar kurtarılıyor, sigorta sistemi yüksek maliyetli tedaviler ve erken maluliyetlerle zarara uğramıyor, sosyal ve etik sorunlar da önceden engellenebiliyor. AKÜCÜ NECMETTİN VE KOTÇU İLYAS’IN BAŞINA GELENLER Meslek hastalıklarının teşhis ve tedavisinde periyodik muayenelerin kilit önemi var. Bu muayenelerin amacı, meslek hastalığı tanılarının olabildiğince erken konularak tedavinin kolaylaştırılması. Birçok iş kolunda, çalışanların yılda birkaç kez periyodik muayeneden geçirilmesi konusunda yasal zorunluluk olmasına rağmen ‘işgücü kaybı’ ve ‘maddi külfet’ endişesiyle işverenler buna kolay kolay yanaşmıyor. Zamanında teşhis konmadığı için de birçok çalışan, kanser gibi geri dönüşü olmayan sağlık problemleri yaşıyor; çoğu da hayata erken veda ediyor. Necmettin Efe de bu problemi iliklerine kadar yaşayanlardan biri. Kurşuna maruz kaldıkları için akü imalatında çalışanların periyodik muayeneden geçmesi ve iş esnasında gerekli koruma şartlarının uygulanması mecburi. Fakat Efe’nin çalıştığı kurum, doğal olarak (!) bunu ihmal ediyor. Ama olan, Necmettin Efe’ye oluyor. Kanındaki kurşun oranının düşürülmesi için 6 aydır İstanbul Meslek Hastalıkları Hastanesi’nde tedavi gören Efe, yaşadığı dramı şöyle anlatıyor: “Ellerim, ayaklarım tutuldu. Ağır mide ağrıları, vücudumu bitap düşürdü. Eski gücümü kaybettim. Geçindirmem gereken bir ailem, okula giden 3 çocuğum var. Onlara bakmam gerekirken burada, hastanede yatıyorum. Hiçbir işe yaramıyorum.” Akü fabrikalarında sık rastlanan kurşun zehirlenmesi, zamanında müdahale edilemezse kalıcı böbrek yetmezliğine de yol açıyor. Meslek hastalıklarının ‘sinsi’ olarak nitelendirilebilecek bir başka tarafı ise mevcut iş yapılırken ortaya çıkmama ihtimali. Çalışan, o işten ayrıldığında veya emekli olduğunda meslek hastalığına yakalanabiliyor. Ama aslında bu durum, işveren için ‘kurtuluş’ değil. Zira meslek hastalıklarının 10 yıllık ‘ilk geçerlilik süresi’ var. Bu süre zarfında rahatsızlık ortaya çıkarsa ‘meslek hastalığı’ tanısı konuyor. Bu süre aşılmış olsa bile SSK’nın uzman doktor ve sendikacılardan oluşan “yüksek sağlık kurulu” yine işçi lehine karar verebiliyor. Hem de geriye dönük olmak üzere hasta için yapılmış tüm sağlık harcamaları ve diğer harcamaların işverenden alınması kaydıyla… Fakat burada en önemli husus, çalışanın sigortalı olması. İlyas Düz, bu noktada iyi bir örnek… Çünkü o, sağlığını kaybettiği işinde sigortasız çalışmaktaydı. “Maaşım fazla olduğu için sigortam olmasa da olur diyordum.” diyen pnömokonyoz hastası İlyas Bey, şimdi çok pişman olduğunu söylüyor, öfkeli ve çaresizce: “Nefes almakta zorlanıyorum, artık hâlim kalmadı.” Kot beyazlatma işinde çalışırken yakalanmış bu amansız hastalığa. Beyazlatmada kullanılan kum, ciğerlerinde birikmiş ve hayatını zehir etmiş. Yoğun bir tedavi süreci geçirmesine rağmen doktorlar ona “Bu derdi ömür boyu çekeceksin” diyorlar. Şimdi, hakkını almak için mücadele veriyor. Çalmadığı kapı neredeyse kalmamış. ‘MESLEK HASTANELERİ’ DERTLİ Türkiye’de meslek hastalarına tahsis edilmiş sadece üç hastane bulunuyor. Bunlar İstanbul Meslek Hastalıkları Hastanesi, Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi ve Zonguldak Uzun Mehmet Göğüs ve Meslek Hastalıkları Hastanesi. Türkiye’nin her tarafından meslek hastalığına yakalanan veya hastalık şüphesi taşıyanlar bu üç hastaneye geliyor. Bu hastaneler kendi imkânlarıyla ayakta durmaya çalışıyor. Yetersiz teknik imkânlar, personel sıkıntısı ve statü farklılığına rağmen ‘normal hastane’ muamelesi görmeleri, onların en büyük şikâyetleri. Zonguldak’taki hastane daha çok maden işçileri için hizmet veriyor. Bu hastanede ağırlıklı olarak göğüs ve akciğer rahatsızlığı dolayısıyla tedavi görenler yatıyor. İstanbul Meslek Hastalıkları Hastanesi’nin çiçeği burnunda başhekimi Dr. Cengiz Çelikkalkan, “Hastanemizde amaç; tedavi etmek değil, hastalığı tespit etmek. Çalışan kişilerin sağlığında bozulma olup olmadığını tespit etmek ve tedbir almak.” diye konuşuyor. Göreve geleli henüz iki ay olmasına rağmen, ihmal edilmiş bir geçmişten duyduğu rahatsızlığı şöyle dile getiriyor Başhekim Çelikkalkan: “Normal bir hastalık geçirirseniz hastanede yatar, tedavi olursunuz ve iş biter. Fakat meslek hastalığında öyle değil. Burada kişinin geleceğini, bütün bir yaşamını konuşuyoruz. Üreten kişinin mağduriyeti, sadece kendisini değil, bakmakla yükümlü olduğu kişileri, ailesini de etkiliyor. Ve bunun maliyeti tüm ülkenin omuzlarında.” Meslek hastalıkları hastanesine başvuru ferdi olarak yapılabileceği gibi, işyeri hekimi veya başka bir hastaneden sevk yoluyla da yapılabiliyor. Mahkemeler, çalışanların sağlığıyla ilgili çıkabilecek anlaşmazlıklarda yalnızca bu hastaneleri muhatap alıyor ve yine sadece bu hastanelerin verdiği meslek hastalığı raporları geçerli sayılıyor. Fakat bütün bunlara rağmen hastanelerin önemi yeterince anlaşılamıyor; personel ve ödenekler yetersiz kalıyor. “Bu zamana kadar yapılanlar ortada, önemli olan bundan sonrası için ortaya bir şeyler koymak.” diyen Başhekim Dr. Çelikkalkan: “Bizim cihazlarımızdan bazıları normal hastanelerde bulunmaz. Meslek hastaneleri diğer hastanelerden daha iyi donanıma sahip olmalı. İstanbul Sağlık Müdürlüğü ile irtibat hâlindeyiz. Hastanemize almak istediğimiz yeni cihazlar ve yapmayı planladığımız projelerimiz için görüşmeler yapıyoruz.” Hastanenin personel sıkıntısı ilk çözüm bekleyen şikâyetlerden. Diğer bazı sıkıntıları da şöyle sıralıyor Başhekim Çelikkalkan: “Şartların ağırlığından ve imkânların yetersizliğinden dolayı doktorlar bu hastanelerde çalışmak istemiyor. Beş doktor ve üç pratisyen hekim ile hizmet vermeye çalışıyoruz. Ben bile nöbet tutuyorum geceleri. Çok ihtiyacımız olmasına rağmen nörologumuz yok. Teknisyenimiz olmadığı için, EEG ve EMG cihazlarımız da kullanılmıyor.” DOKTORLARDA ‘MESLEKÎ’ TATMİNSİZLİK VAR Kamu hastaneleri için önemli bir gelir kalemi olan döner sermaye, meslek hastalıkları hastaneleri için bir anlam ifade etmiyor. Mevcut şartlar içerisinde ‘yeterli’ sayıda hasta gelmediğinden dolayı doktorlarca bu hastaneler ‘cazip’ bulunmuyor. İstanbul Meslek Hastalıkları Hastanesi, yeterli personelden mahrum olarak hizmet vermeye çalışıyor. Ankara’daki hastane ise 2002 yılında bakanlığın aldığı bir kararla, meslek hastalıklarının yanında, genel hastane hizmetleri de vermeye başladı. Sendikalar ve tabip odaları “meslek hastalıkları hastanelerini işlevsizleştireceği” gerekçesiyle bu karara karşı çıkmış ve yoğun protesto gösterileri yapmıştı. Konuyu Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Dr. Oktay Ferit’e sorduğumuzda, “Buna karşı çıkan tabip odası ve diğerlerini samimi bulmuyorum.” diye söze başlayıp devam ediyor: “Hastanemizin meslek hastalıkları artı hizmet hastanesi şeklinde yapılanması meslek hastalıkları yönünden herhangi bir olumsuzluk getirmedi; aksine yararlı oldu. Meslek hastalıkları tıbbî bilgi kadar sigortacılık bilgisi gerektiriyor, verilen kararlar hukukî ve mali neticeler doğuruyor. Uzman hekimler bu alanda çalışmaktan çekiniyor; sadece meslek hastalıklarına baktığı zaman uzmanlık alanlarının diğer uygulamalarından uzak kalıyorlar.” Doktorların burada meslekî tatminsizlik yaşadığına dikkat çeken Başhekim Ferit, “Hastanemizdeki bu uygulama bize özellikle uzman hekim temininde kolaylık sağlıyor. Hizmet hastanesi için kurulan laboratuar olanaklarından meslek hastalıkları için de yararlanıyoruz.” diyerek bir çözüm önerisi getiriyor. Dr. Çelikkalkan da aynı görüşü paylaşıyor. Meslek hastalıkları hastanelerinin normal hastalara da hizmet vermesi gerektiğini, bu sayede şikâyetçi oldukları birçok sıkıntıdan kurtulacaklarını vurguluyor. YENİ YASA NE GETİRECEK? 1 Ocak 2007’de yürürlüğe girecek olan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu, meslek hastalıkları konusunda önemli değişiklikler getiriyor. Önceki yasada, meslek hastalığı ve iş kazası sigorta şemsiyesi altında yalnızca SSK sigortalıları varken, yeni kanun kendi namına çalışanlar da dahil olmak üzere tüm çalışanları kapsam altına alıyor. Ayrıca meslek hastalığı veya iş kazası sebebiyle yapılan harcamaların karşılanmasına yönelik geri ödeme talebi, kamu işyerleri için engelleniyor. Bir diğer önemli değişiklik ise meslek hastalıkları konusunda gerekli kriterleri yerine getiren diğer hastanelerin de bu hususta yetkili kılınması olacak. Türkiye’ye sadece üç hastanenin olması, önemli bir şikâyet konusuydu. Başhekim Dr. Oktay Ferit, meslek hastalıklarıyla ilgili hizmeti tüm ülkede yaygınlaştıracak yeni yasanın bu yönünü “oldukça sevindirici” buluyor. Böylelikle meslek hastaları ve hastalıklarının ‘gizli’ kalmasının önüne geçecek bir adım atılmış olacak. KAYITLI İLK MESLEK HASTALIĞI ZONGULDAK’TAN Ülkemizde ilk meslek hastalıkları hastanesi SSK’ya bağlı olarak 1949 yılında Nişantaşı’nda kuruldu. Bu yıllarda meslek hastalıkları kavramı içersinde yer alan onlarca hastalıktan sadece pnömokonyoz (akciğer hastalığı) teşhis edilebildi ve yalnızca Zonguldak bölgesiyle sınırlı vaka bildirimi gerçekleşti. 1978 yılında aynı anda hem İstanbul hem de Ankara’da meslek hastalıkları hastaneleri hizmete açıldı. Bunların açılmasıyla Nişantaşı’ndaki hastane meslek hastalıklarına bakma görevini bıraktı. Bu iki hastanenin kurulmasıyla birlikte tespit edilen hastalık sayısında ve çeşidinde önemli bir artış görüldü. 1982 yılında Zonguldak’ta meslek hastalıkları hastanesi açıldı ve kömür madenleriyle ünlü Zonguldak ve çevresinin ihtiyacına cevap vermeye başladı. Kuruluşlarından 2005 tarihine kadar Çalışma Bakanlığı’nın SSK bünyesinde hizmet veren bu hastaneler 19.02.2005’te Sağlık Bakanlığı’na devrolundu. YILLIK FATURA 30 MİLYAR DOLAR İş hukuku ve sosyal güvenlik uzmanı Resul Kurt’un konu hakkındaki yorumu kritik bir noktayı işaretliyor: “İşletmelerin iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin önlemleri almaları, bu tedbirlerin alınmaması sebebiyle meydana gelecek hastalıkların sonuçlarını telafi etmekten daha kolay, daha ucuz ve daha insancıldır.” Burada önemli olan; hastalığın ortaya çıkması değil, onun erken teşhisi ve doğru tedavi edilmesi. Türkiye’de bu ihmal ediliyor. İşverenler ve çalışanlar bu konuda yeterli bilgiye sahip değil. Resul Kurt’a göre bu ihmalin ülkemiz ekonomisine yıllık faturası 30 milyar dolar… RİSK ORANI EN YÜKSEK MESLEKLER Çok sayıda iş kolunda meslek hastalıkları görülüyor. Uzmanlar, ‘hastalık yapan’ mesleklerde erken teşhis ve korunma tedbirlerinin önemine dikkat çekerek, periyodik muayenelerin şart olduğunu vurguluyor. Kanser gibi birçok hastalığa zemin hazırlayabilen en riskli sektörler şöyle: • Akü fabrikaları • Tersaneler • Lastik ve boya sanayii • Plastik sektörü • Maden ocakları • Dökümhaneler, demir-çelik endüstrisi • Petrol sanayii • Devamlı aynı pozisyonda yapılan işler • Yapıştırıcı gibi kimyasalların kullanıldığı ayakkabıcılık benzeri işler • Marangozluk, mobilyacılık vb. ahşap işleri • Tekstil sektörünün bazı kolu • X-ray benzeri ışınlara maruz kalınan meslekler • Aşırı ses ortamında yürütülen işler • Laborantlık… Aksiyon Dergisi
<< Önceki Haber Mesleğimiz belli hastalığımız gizli Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER