Sahabe Efendilerimiz (RA) nasıl namaz kılardı?

Sahabi Efendilerimiz (R.A.) her alanda olduğu gibi namazda da nümune-i imtisal olmuşlardı....

SHABER3.COM

CEMİL TOKPINAR - TR724.COM

Bizlere her alanda olduğu gibi namazda da nümune-i imtisal olan sahabe efendilerimizin namaz hassasiyetlerinden ve namazdaki hallerinden örnekler vermeye bu haftaki yazımızda da devam edeceğiz.


 
Büyük evliyalardan Fudayl bin İyâz Hazretleri, sahabelerin ibadet aşkını anlatırken şöyle demiştir:

“Ashab-ı Kiram (r.a.), sabaha girdikleri zaman saçları dağınık, renkleri sararmış bir şekilde bulunurlardı. Geceyi secde edici, rükû edici olarak geçirirlerdi. Bazen uzun müddet kıyamda kalırlar, bazen de uzun müddet secdeye kapanırlardı. Aziz ve Celil olan Allah’ı andıkları zaman, rüzgarlı bir günde ağaç sallanır gibi sallanırlar; gözlerinden, elbiselerini ıslatıncaya ve yerde abdest suyu ölçüsünde eser bırakıncaya kadar yaş boşanırdı. Sabah olunca yüzlerine yağ sürerler, gözlerine sürme çekerler; halk içinde sanki geceyi hep uykuyla geçirmiş gibi çıkarlardı.”

Sahabe-i Kiram, namaza durdukları zaman kendilerini Allah korkusu ve azameti kaplardı. Hazret-i Hasan (r.a.) abdest alırken rengi değişirdi. Biri:

Niye böyle oluyorsun, diye sorunca Hazret-i Hasan (r.a.):
Azametli, mutlak kudret sahibi, her istediğini derhal yapan bir sultanın huzuruna dikilme zamanı gelmiştir.
Hazret-i Ebû Bekir (r.a.) namazını hûşu ve kalp huzuru ile kılardı. Öyle ki namazda duruşları esnasında adeta bir cansız direk gibiydi.

Mücahit bin Cebr, Hazret-i Ebû Bekir ve Abdullah bin Zübeyr’in (r.a.) namaz kılışlarını şöyle anlatıyor:

“Onlar namaz kılarken, sanki bir direk gibi hareketsiz dururlardı.”

Hz. Osman (r.a.), bir suikast sonucu hançerle yaralandıktan sonra sürekli kan kaybetmeye başladı ve komaya girdi. Bu durumda dahi namaz vakti geldiği söylenince kendine gelmiş, namazını kılmış ve şöyle demişti:

Namazı terk edenin İslam’da yeri yoktur.
Hz Osman (r.a.) bütün geceyi uyanık geçirir ve bir rekatta tüm Ku’an’ı kerimi hatmettiği olurdu.

Sâbit (r.a.) diyor ki:

“Abdullah bin Zübeyr (r.a.) namaz kılarken, sanki ayakta dikili bir ağaç gibi dururdu. Kendini namaza öyle verirdi.”

Onun namazını gören başka bir zât şöyle diyor:

“Abdullah bin Zübeyr secdeyi öyle uzun ve hareketsiz yapardı ki, kuşlar gelir, omzuna konardı. Bazen de öyle rükû ederdi ki, bütün gece rükû ile geçerdi. Bazen de secdeyi uzatır, bütün geceyi secde ile geçirirdi.”

Abdullah bin Zübeyr Hazretleri, yapılan bir saldırıda evde namaz kılıyordu. Atılan şey mescidin kapısına çarptı. Duvardan sıçrayan bir parça da onun boğazı ile sakalı arasına çarptı. Buna rağmen o ne namazını bozdu, ne rükû ve secdesini kısalttı. Bir keresinde namaz kılarken, Haşim isimli oğlu yanında yatıyordu. Tavandan bir yılan atıldı, oğluna sarıldı. Çocuk feryat etmeye başladı. Ev halkı yetiştiler, bir gürültü koptu, yılanı öldürdüler. İbn-i Zübeyr namazını sükûnetle kılmaya devam etti. Selam verdikten sonra:

Gürültüye benzer bir şey işittim, neydi o, buyurdu. Hanımı:
Allah sana merhamet etsin! Çocuğun ölüyordu. Senin haberin olmadı mı, dedi.
Buna karşılık İbn-i Zübeyr Hazretleri şöyle cevap verdi:

Allah hayrını versin! Eğer namazda başka bir şeyle ilgilenseydim, namaz nerede kalırdı?
 

Abbad bin Bişr (r.a.)

“Zâtü’r-Rikâ” Savaşı’nda, ordu istirahata çekilince Peygamberimiz (s.a.v.),  Ammar bin Yasir (r.a) ile Abbâd bin Bişr’i (r.a.) nöbetle görevlendirdi.

İkisi aralarında anlaşarak ilk bölümde Abbâd’ın nöbet tutmasına karar verdiler. Bunun üzerine Ammar, kendi nöbeti gelinceye kadar arkadaşının yanında uyumaya başladı. Nöbete duran Abbâd da çevrenin sakin olduğunu görünce vaktini değerlendirmek için gece namazına durdu.

Abbâd bin Bişr, gecenin sessizliğinin verdiği huzurla namaza kendini vermiş, bütün benliğiyle Allah’a ibadet etmenin hazzını yaşıyordu.

Bu sırada bir müşrik, çok uzak mesafedeki karaltıyı görünce, yayına bir ok yerleştirdi ve bıraktı. Ok Hz. Abbâd’ın vücuduna saplandı. Bu sırada Abbâd, on bir sayfalık Kehf Suresi’nin ortalarına gelmişti. Eliyle oku çıkardı ve namaz kılmaya devam etti.

Biraz bekleyen müşrik, önceki okun yerini bulmadığını sanarak Abbâd’a ikinci okunu da fırlattı. İkinci ok da eliyle koymuş gibi namazda olan Abbâd bin Bişr’e saplanmıştı.

Bu oka da aldırmadan çıkardı ve namazına devam etti. Sanki atılan oklar onun vücuduna saplanmamış gibi huşû içinde namaz kılıyordu.

Büyük bir öfkeye kapılan müşrik, bu okun da isabet etmediğini düşünerek üçüncü bir ok fırlattı. Üçüncü okun da isabet ettiği Abbâd bu oku da çıkardı. Bir müddet sonra arkadaşı uyandı. Müşrik, onların iki kişi olduklarını görünce kaçtı.

Ammar, saplanan üç oku ve arkadaşından akan kanları görünce şaşkına dönmüştü:

– Sübhânallah! Sana henüz ilk ok isabet ettiğinde beni niçin uyandırmadın, diye sordu. Hz. Abbâd, yaptığından gayet memnun ve huzur dolu bir sesle şu ibretli cevabı verdi:

– Öyle bir sure okuyordum ki kesmek istemedim. Eğer Resûlullah’ın verdiği görevin aksamasından korkmasaydım, ölünceye kadar namaz kılmaya devam ederdim, dedi.

Hz. Abbâd’ın tavrı öyle bir namaz aşkını gösteriyordu ki, saplanan oklara bir diken kadar bile değer vermemişti. İşte onlar namazdan böylesine zevk alır, haz duyarlardı.

 

Abdullah bin Ömer (r.a.)

Abdullah bin Ömer (r.a.) gençlik yıllarında geceyi mescitte geçirir ve orada uyurdu. Bir gece rüyasında iki melek onu yakalayarak Cehenneme götürdüler. Cehennem, kuyu duvarı gibi taşla örülmüş olarak görünüyordu. İki boynuz gibi iki yanı vardı. Burada kendilerini yakından tanıdığı kimseleri de görmüştü. O anda:

– Cehennemden Allah’a sığınırım, demeye başladı. O sırada yanına başka bir melek gelerek ona:

– Korkma, sen buraya atılmayacaksın. Senin için tasa ve endişe yoktur, dedi.

Abdullah bin Ömer (r.a.) bu rüyasını Resûlullahın (s.a.v.) hanımı olan ablası Hz. Hafsa’ya (r.a.) anlattı. Hafsa Validemiz de Resûlullaha (s.a.v.) aktarınca Efendimiz şöyle buyurdu:

– Abdullah ne iyi adamdır. Keşke gecenin bir kısmında kalkıp da ibadet etmeyi âdet edinseydi.

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) burada kast ettiği ibadet teheccüd namazıydı. Abdullah bin Ömer (r.a.) bunu öğrenince gecenin pek azında uyuyup, kalan zamanını ibadetle geçirmeye başlamıştı.

 

Hazret-i Enes’e bahçıvanı gelerek, yağmur yağmadığından ve bahçenin kuruduğundan yakındı.

Bu haber üzerine Hazret-i Enes, Resulullah’ın (a.s.m.) “Herhangi bir ihtiyacı olan kimse iki rekât namaz kıldıktan sonra Allah’a dua etsin” şeklindeki “hacet namazı” tavsiyesini hatırladı.

Su isteyerek abdest aldı ve namaza durdu. Selâm verdikten sonra bahçıvanına:

– Gökyüzünde bir şey görebiliyor musun, diye sordu. Bahçıvan:

– Göremiyorum, dedi. Enes, tekrar içeri girip namaz kılmaya devam etti.

Birkaç kez bahçıvana:

– Gökyüzünde bir şey görebiliyor musun, diye sorunca adam:

– Kuş kanadı gibi bir bulut görüyorum, dedi.

Bunun üzerine Enes namazını ve duasını sürdürdü. Az sonra bahçıvan Hazret-i Enes’in yanına girdi ve:

– Gök bulutla kaplandı ve yağmur yağmaya başladı, dedi. Bunun üzerine Hazret-i Enes:

– Haydi, ata bin de yağmurun nerelere kadar yağdığına bak, dedi.

Bahçıvan etrafı dolaştığında, yağmurun sadece Hazret-i Enes’in büyük bahçesine yağdığını gördü.

 

Ebu Mı’lak (r.a.)

Sahabe efendilerimizden Ebu Mı’lak (r.a.) isminde ticaretle uğraşan bir zat vardı. Bir defasında ticaret için yolculuk yapıyordu. O zamanlarda yol güvenliği yoktu. Bu yüzden karşısına silâhlı bir eşkıya çıktı.

– Neyin varsa çıkar, seni öldüreceğim, dedi. Bu tehdit karşısında Ebu Mı’lâk:

– Maksadın mal almaksa al, dedi. Hırsız ise, malı almakla birlikte izini de kaybettirmek istiyordu:

– Ben sadece senin canını istiyorum, dedi. Ebu Mı’lâk:

– Öyleyse bana izin ver namaz kılayım, dedi. Hırsız:

– İstediğin kadar namaz kıl, deyince Ebu Mı’lâk namaz kıldı ve şöyle dua etti:

– Ey kalplerin sevgilisi! Ey yüce arşın sahibi! Ey her dilediğini yapan Allah’ım! Ulaşılmayan izzetin, kavuşulmayan saltanatın ve arşını kaplayan nurun hürmetine beni şu adamın şerrinden korumanı istiyorum! Ey imdada koşan Allah’ım, yetiş imdadıma!

Ebu Mı’lâk, bu duayı üç defa tekrarladı. Duasını bitirir bitirmez, silâhlı bir atlının hızla yaklaştığını gördü. Atlı hırsızı bir mızrak saplayarak öldürdü. Sonra da Ebu Mı’lâk’a döndü. Allah’ın lûtfuyla kurtulan sahabe:

– Kimsin sen? Allah seninle bana yardım etti, diye şaşkınlıkla sorunca atlı kişi:

– Ben dördüncü kat gökteki meleklerdenim. İlk duanı yapınca gök kapılarının çatırdadığını işittim.

İkinci defa dua edince, gök ehlinin senin kurtulman için feryat ettiğini işittim.

Üçüncü defa dua edince, “Zorda kalan biri dua ediyor!” denildi.

Bunu duyunca Allah’tan, hırsızı öldürmek için beni görevlendirmesini istedim. Allah da kabul etti ve yardımına geldim.

Şunu bil ki abdest alıp dört rekât namaz kılan ve bu duayı yapan kimsenin, zorda olsun veya olmasın duası kabul edilir, dedi.

Rabbimiz her biri bir destan olan bu muhteşem namazlardan ibret almayı ve namazlarımızı elimizden geldiği kadar düzeltmeyi nasip eylesin.
<< Önceki Haber Sahabe Efendilerimiz (RA) nasıl namaz kılardı? Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER