Yüz binlerce insanı meslekten atan, yirmi bin kadını hapiste rehin tutan, çocuklarından ayıran, yüzlerce bebeği zindana mahkum eden, aileleri bölüp parçalayan yani milyonlarca masumun vebalini boynunda taşıyan zat geçen ziyafet başında buyurmuş: “Günler, aylar, yıllar gelip geçecek ama o bekledikleri bahar hiç gelmeyecek. Kulaklarına fısıldanan haberlerin, rüyaların, mesajların, sözlerin, vaatlerin hepsinin de birer yalandan, hezeyandan ibaret olduğunu çok geçmeden anlayacaklar.”
Halkın vergileriyle kendine saadet sarayları inşa eden birinin zindandakileri anlamasını beklemek doğru değil. Kendi penceresinden bakmış. “Bahar nedir” yanlış anlamış!
ERDOĞAN’IN BAHARI
Onun için “bahar” nedir, biliyoruz ve hatırlıyoruz!
Milyarları bir villada istiflemek düşlediği bir “bahar”dı. Gerçekleşti.
Ülkenin tüm kupon arazilerinden komisyon almak, tüm ihalelerden pay almak bir “bahar”dı. İsviçre’de 8 ayrı banka hesaba milyarlar vakumlamak “bahar”dı. Ülkenin değerli nesi varsa Katar’a satmak, elli türlü katakulli ile geri almak “bahar”dı.
Kamera önünde İsrail’e atıp tutmak, Filistin bayrağı sallamak, parmaklarını rabia yapmak ama kamera arkasında ailece İsrail’le ticaret yapmak, petrol satıp komisyon almak, Gazze’ye gideceğim falan derken Mavi Marmara’yı arkadan hançerlemek “bahar”dı.
Hep böyle “bahar”lar peşinde koştu!
Şimdiki “bahar”ı ise her sabah tutuklama listeleriyle zevklenmek. Kadınlara ters kelepçe taktırıp kodese tıktırmak. Hamile kadınları ve ihtiyarları göz altına aldırmak. Alın teriyle kurulan binlerce şirkete çökmek, okul kapatmak ve insan kaçırtmak.
Başka bir işi yok.
Onu mutlu edecek en büyük “bahar” İran’lı Rıza’yı zindandan kurtarmak, içerdekilerin “bahar”ı ise zindanda Allah’ın Rıza’sına kavuşmak.
ZİNDANDAKİLERİN BAHARI
Har hafta sarma sarıp mantı yapan, onu kermeste satan ve bununla öğrencilere burs veren bir kadının “bahar”ı ne olabilir? Çıkıp kaldığı yerden devam etmek. Yaptığı işlerde Allah’ın rızasını aramak.
Öğrencilerine “iyiyi ve güzel”i öğreten, öğretmenlik yapan bir insanın “bahar”ı ne olabilir? Bir gün çıkıp kaldığı yerden devam etmek. Allah’a layık bir kul olmak.
Gece gündüz hekimlik yapan, tatil ve izinlerinde Afrika’larda muhtaçların yardımına koşan bir doktorun “bahar”ı ne olabilir? Çıkıp ilk fırsatta “Kimse yok mu” sedasına cevap vermek, daha çok koşturup Allah’ın rızasını aramak.
Dünyada insanca yaşamak. Kimsenin hakkına girmemek. Ve günahlardan sıyrılıp başı dik, elini kolunu sallaya sallayarak ahirete gidebilmek. Zindan çilesini bir ahiret biletine çevirmek.
Onların “bahar”ı bu!
İşini düzgün yaptığı için kodese tıkılan hakimin, savcının, polisin, gazetecinin ortak özelliği bu. Dürüstçe görevlerinin hakkını vermek. Helal parayla ailesini geçindirmek. Arpa tanesi kadar harama bulaşmadan dünya hayatını tamamlamak.
Başka bir “bahar”ları yok.
FARKLI DÜNYALARIN İNSANISINIZ.
“para” ve “dünya” gibi bir “bahar”ları olsaydı Saray’da saf tutup orayı mekan tutmuş parazit ve asalaklara katılırlardı.
“Ya Rabbi bana göre hapse girmek bunların benden istediklerini yapmamdan daha iyidir.”(12/33) diyen Hz. Yusuf’un peşinden gidiyorlar. Zindanda kalıp, kuru ekmeği soğuk yemeğe katık ediyorlar. Zalimin safında olmaktan tir tir titreyerek mazlumlarla çile dolduruyorlar.
EY SARAY SAKİNİ!
Bu nedenle farklı dünyaların insanısınız. Onların “bahar”ına dokunma. Boş boş tehdit etme! Ne zindanla, ne idamla ne de linç ettirmekle… Bunlar senin ve sofrandakilerin kabûsu. Onların tek kâbusu Allah’ın Rıza’sını yitirmek. Her şeylerini Allah’a teslim etmiş bu insanlar “bahar”ı senden değil, Allah’tan bekliyor. Ve O’nun dilediği zaman geldiğinde ne senin ne de hukuk simsarı yargıççıklarının bunu önlemeye gücü yetmez. Mevsimlerin yaratıcısı Allah’tır. Senin hükmün kışa, yaza, bahara, hazana geçmez!
GÜNÜNÜ GÜN ET!
Saray zengini sahtekarlar gariban askerleri kokmuş yemeklerle zehirlemiş mi? Ne önemi var. Onlar karının dediği gibi “candan vazgeçmeyi çok iyi biliyor” Boşver istifini bozma. Saray’daki bu günlerinin kıymetini bil. Gününü gün et. “bakla fava eşliğinde zeytinyağlı kereviz ve etli paya börek” ye, “bademli pilav ve fırında kuzu tarak”la gönül eğle, “kaymak eşliğinde fıstıklı baklava”dan haz al, Osmanlı şerbeti” ile serinle. Mehter eşliğinde kükre. Sabah konuş, öğle konuş, akşam konuş. Alkışlasınlar. Kabardıkça kabar. Dünyadan kâm alabildiğin kadar al. Sonrası yok çünkü! Yarın haşir meydanında milyonlarca masum -ihtiyar, genç, engelli, hamile, çocuk, yüzlerce bebek- hakkını istemek için yakana sarıldığında boğazından bir şey geçmesi ve rahat bir nefes alman çok ama çok zor olacak!
Veysel Ayhan / TR724