Seçimlere bir hafta kala çarpıcı 'hile' açıklaması

7 Haziran seçimleri yaklaştıkça artan siyasi gerilim AKP hakkında bir çok soru işareti oluşturdu.

Seçimlere bir hafta kala çarpıcı 'hile' açıklaması

Genel seçime günler kala iktidarın muhalefet partilerine olan tutumu gittikçe sertleşiyor. Taraf gazetesinden Tunca Öğreten'in haberine göre, öyle ki, “Legal görünümlü” tanımlaması bile kullanabildi seçime girecek üç parti için Başbakan. Seçim öncesi yaşananları, Erdoğan ve iktidar partisinin tutumunu ve hile yapılacağı iddialarını İstanbul Politikalar Merkezi’nde çalışmalar yürüten Siyaset Bilimi Profesörü Ersin Kalaycıoğlu ile konuştuk.

Başbakan Davutoğlu, geçen gün bir mitingde muhalefet partileri için “Legal görünümlü üç siyasi parti” diye bir açıklama yaptı. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok vahim. Demokrasiye uyan bir tutum değil bu. Hükümet’in izlediği politikayı her kesim eleştirebilir. Yaptıklarınız, bazı çıkar ve baskı gruplarının eleştirileriyle örtüşebilir de. Bu, onlarla birlikte hareket ettiğiniz anlamına gelmez. O zaman aynı eleştiriyi AKP için de yapabilirsiniz; legal olmayan bazı örgütlerle -Hizbullah gibi- ilişkisi var diye. Bir başbakanın bunu biliyor olması ve kanıta dayalı konuşması lazım. Akademik özgürlük, her türlü iddiayı yapabilmeyi mümkün kılar. Ancak bunları kanıtlarını göstererek açıklarsanız geçerlilik kazanır. Dolayısıyla akademisyenlikten gelen Davutoğlu’nun, Başbakan olarak verilerden bu kadar bağımsız konuşuyor olmasını garipsiyorum. Tuhaf bir şey.

Başbakan’ın üslubunun giderek Erdoğan’ınkine mi benzediğini mi düşünüyorsunuz? Cumhurbaşkanı’nın etkisinde kalıyor olabilir mi?

Davutoğlu’nun, seçim meydanlarında söylediklerinin birçoğunda kanıt yok. Şimdi bu iddialar üzerinden yargı da hareket etmeye başladı. Bu durum, Türkiye’nin hukuk devleti olmaktan tamamen uzaklaştığını gösteriyor. İnsanlar korkuyor. Bir süre sonra Türkiye, kimsenin konuşamayacağı bir ülke haline gelecek. “İfade özgürlüğü sınırlandırılıyor” dediğimiz zaman, “Konuşuyorsun ya işte” diye cevap veriyor… Konuşuyorsunuz ama giderek daha fazla insan sadece konuştuğu, fikirlerini Twitter üzerinden dile getirdiği için suç işlemiş olarak kabul ediliyor. Hukukun üstünlüğüne göre örgütlenmiş bir demokraside bunların kabul edilmesi mümkün değil. Bırakın İsviçre ya da İngiltere gibi demokrasinin beşiği olan yerleri…

Evet…

Bulgaristan’da bile bunu yapamazsınız. Meriç Nehri’nin eni, birkaç yüz kilometre haline geldi. Aramızdaki fark açılıyor ve Türkiye giderek Ortadoğu’ya yaklaşıyor ve keyfi, ceberut, zorba bir yönetim haline dönüşüyor. Seçmen bu görüntüyü Türkiye’nin hak ettiğine inanıp, içine sindiriyorsa hayırlı uğurlu olsun… Gidip AKP’ye oy versinler.

Sindirmiyor mu sizce?

Seçmen neden her söylenilene inanıyor. İktidar tarafından söylenen sözler bir akıl süzgecinden ve sonrasında da kanıtların ışığından geçirilemez mi? Bu kabul edilebilir bir şey mi? Mesela 17 ve 25 Aralık ile ilgili bazı iddialar ortaya atıldı: Bu paraları oraya polisler koydu. Eğer polisler koyduysa mahkeme neden faiziyle parayı işadamına iade etme kararı verdi? Ya kardeşim mahkeme kararı var, onu neden kanıt olarak kabul etmiyorsun ki? Para kime iade edildiyse para onundur. Mahkeme neden devletin polisinin parasını, üstüne bir de faiz koyarak bir işadamına versin.

Peki, AKP seçmeni akıl tutulmasını nerede yaşıyor? Erdoğan’ın dini kullanmasına mı kanıyor?

Seçmenin birinci tercihinin ne dinle, ne de ahlâkla alakası var. Seçmen cebine bakıyor ve eğer dolu olduğunu görüyorsa “Tamam devam etsin” diyor. Tamamen kısa dönemli çıkar peşinde yani. Üç sene sonra Türkiye, Avrupa’nın görmediği derinlikte bir ekonomik krize girebilir. Ancak seçmen bunu görmüyor. Bunu görebilecek bir eğitime de sahip değil zaten. Günü kurtarmanın peşinde. Seçmeninin büyük bir çoğunluğunun soyut düşünme yeteneğinin olmadığını ve çok basit şeylerle karar aldığını biliyoruz. Burada 55 milyondan bahsediyoruz. Seçmenin derin ve ayrıntılı düşünebileceğini varsaymayacaksınız. Din burada yalnızca “Ben, sendenim” mesajı vermek için kullanılıyor. Türkiye’de dindar sözcüğü de doğru kullanılmıyor mesela. Farklı dindarlıklar var oysa. Mesela Osmanlı sarayının dindarlığı ile Halep’teki halkın dindarlığı çok farklıydı. Çünkü Osmanlı sarayındaki İslam kitabiydi. Diğerinin okuma yazması bile yoktu.

Erdoğan’ın referans aldığı İslam hangisi sizce?

Sarayın İslam’ı değil, onu biliyorum. Çünkü bununla ilgili en güzel örneği Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gördük. Seçimlerde, daha üst sınıf, eğitimli, kitabi bir İslam’ın temsilcisi olan Ekmeleddin İhsanoğlu aday oldu. Ancak Erdoğan kalktı ona “Monşer” dedi. Bu, “O, bizden değil. Osmanlı’nın üst sınıfının İslam’ı. Bizimkisi folk İslam” mesajı verdi.

Oysa yaşam tarzı olarak saraylı gibi yaşadığı konuşuluyor?

Hangi saraya uygun yaşadığını Allah bilir. Topkapı’da öyle büyük binalar göremezsiniz, bir kubbe gözükür ancak. Osmanlı padişahı bile Erdoğan’dan daha mütevazı yaşamış, tarihçiler öyle söylüyor. Kaldı ki Türkiye’de, Cumhurbaşkanı’nın saraya ihtiyacı yok zaten. Cumhurbaşkanlığı fazla bürokrasisi olan bir kurum olamaz çünkü icra kurumu değil. En fazla hukukçuya ihtiyacı olur; veto hakkından dolayı.

Ancak şu an Cumhurbaşkanı’nın fiilen Başbakan’dan daha fazla yetkisi var…

O, fiilen işte… Fiilen olduğu zaman da hukuk dışına çıkıyor ve darbe oluyor. Bu normal bir demokrasi uygulaması değil, onun dışına çıkmış durumdayız. Problem de orada zaten. Cumhurbaşkanlığı kurumu, bizatihi bir vesayet kurumudur. 82 Anayasası ile vesayet sistemi kurulmuştur üzerine. O kullanıldığı vakit; kendiniz vasi durumuna gelirsiniz. Dolayısıyla vesayet sistemini sona erdirmek istiyorlarsa Cumhurbaşkanı için tedbir alsın Hükümet. En büyük vesayet kurumu Cumhurbaşkanı’nın kendisi. Belki seçimden sonra bu durumu ortadan kaldırabiliriz. Ancak halkın zannettiği gibi seçimde oy vermek suretiyle demokrasi olunmuyor. Seçim sistemi üzerine en veciz sözlerden birini Stalin söylemiştir: Seçim güzel bir şeydir ama oy vermek değil, oyların nasıl sayıldığı önemlidir. Stalin, otoriter bir lider olmasına rağmen “Seçim iyidir” diyor ama bir yandan da “Oyları ben sayacağım” diyor.

7 Haziran’da da oyları Erdoğan mı sayacak yani?

Bilmiyorum, hep beraber göreceğiz bakalım… Ancak şundan eminim; yargı bu durumda pek de etkili olamayacak. Olsa bile müemmen bir hakem rolü oynamayacakmış gibi geliyor bana. Bugün Twitter’dan yine bir paylaşım yapıldı ve AKP’nin yüzde 7 oranında bir oy kayması yapacağı iddia edildi. Bunlar soruşturulması gereken konular. Ancak geldiğimiz noktada yargının, yürütmenin gölgesi altında çalıştığına tanıklık ediyoruz. Yargının bağımsızlığını bugün ciddi şekilde sorgulamamız gerekiyor. Yapılan araştırmalarda da görüyoruz…

Ne görüyoruz?

Türkiye’nin pozisyonu gittikçe düşüyor. İktidar, her şeyi yapabileceğini ve dünyanın da fark etmeyeceğini sanıyor. Böyle içine kapanık bir dünya yok artık. Bunu yaparsanız ekonomiyi çökertirsiniz. Çünkü küresel ekonomiye bağlanmış olarak yaşıyor ve gelen destekle ayakta duruyoruz. Kendi iç tasarrufumuz bizi ayakta tutabilecek düzeyde değil. O yüzden iktidar ne yaparsa dışarıdan görünüyor ve hemen hakkında yazılar yazılıyor.

New York Times da yazdı ancak Erdoğan tarafından azar işitmekten kurtulamadı…

NYT, Türkiye hakkında çok olumlu yazılar yazan bir gazeteydi. Bir tane olumsuz yazdı kıyamet koptu, hemen dış mihrak ilan edildi. Eğer güvenilmeyecek bir mihrak durumundaysa NYT, o vakit daha önceden yazdığı iyi şeyler de yalandı. Sonuç olarak Türkiye’nin dünyadaki algısı vahim bir noktaya doğru gidiyor. Yargıyı, sorunlu hale getirmemizin iktisadi bedeli olduğunu sadece muhalifler söylemiyor. Ali Babacan da söylüyor. O da mı terörist ya da paralel? Artık herkesin dikkatini çeken bir hal aldı bu iş. Ancak eğer seçmen, somut sonuçlar ortaya çıkmadan yani araba duvara çarpmadan bunu görmeyi reddedecekse yapacak bir şey yok. O ana kadar bekleyeceğiz.

Seçimde hile olacağı yönünde tartışmalar yapılıyor. Siz ne düşünüyorsunuz?

Oy gizlidir, sayımsa aleni. Muhalefet partileri sandığa sahip çıkacak. Yani attığınız oyun, sandıktan çıktığını göreceksiniz. Bunu yapmazsanız Stalin’in dediği gibi oyunuzu başkaları sayar. Nasıl sayacaklarını da Allah bilir. Sivil toplum kuruluşlarına da büyük iş düşüyor. Onlar da sandık da görev alacak. Bu arada AGİT de gözlemci göndereceğini açıkladı. Bunların da olumlu etkisi olacağını düşünüyorum seçime. Hilenin önüne geçebilecek önlemler alınmalı. Polise ve savcılara da büyük görev düşüyor. Onlar da işini düzgün yapmalı, onlara da güvenmeliyiz.

Şu anda seçimin en kritik konusu; HDP’nin barajı geçip, geçemeyeceği. Sizce geçer mi?

HDP barajı geçemeyebilir. HDP barajın altında kalır ve oylarının çalındığını söylerse 8 Haziran’da Türkiye çok daha çatışmacı bir ortamın içinde bulabilir kendini. Bu riski almamıza değer miydi? En başında yüzde 10 barajıyla; Türkiye’de seçimlerin adil yapılmadığı bir ortam hazırladılar zaten. Bir de şu var; Mesela iktisadi kalkınmanın AKP iktidarı tarafından sürdürülebilmesi de mümkün değil.

Niye?

Otoriter rejimlerde büyüme olmaz. Bütün gelişmiş ülkelere bakın, insani gelişim endeksinin üstündeki 10 ülke olduğunu göreceksiniz. Norveç, Avustralya, İsveç… Bunlar hep özgür ülkeler. O lige çıkmak istiyorsanız özgürlük gerekiyor. Bizde bugün özgürlük varsa hangi ülkede yok merak ediyorum. Seçmene bir imkân verilmiş. Oyunu kullanarak, bu çıkmazın önünü açması gerekiyor. Hala AKP’ye oy verecekse kendi ayağına kurşun sıkacağını da bilmeli. Sonuçlarına katlanır artık.

Yargı sorunlu, yönetim meşruiyeti sorgulanmalı, seçimlerde hile yapılma tehlikesi var, Türkiye çıkmaza doğru sürükleniyor ve dahası… Bu saydıklarınızdan sonra AKP’nin demokratik yollarla gitmesi sizce mümkün mü?

Seçmen hayal kurmayı bırakırsa bunu gerçekleştirebilir. “AKP çok önemli şeyler yaptı” diyorlar mesela… O dönem bitti. 2011’den beri yerimizde sayıyoruz. İktisadi gelişme düşüyor, istihdam problemi artıyor, işsizlik yüzde 12,5. Daha da vahimi; OECD ülkeleri arasında Türkiye, 15- 29 yaş dilimi arasında istihdamı olmayan, eğitim almayan kişi oranında yüzde 31,5 ile birinci sırada. Yani gençlik heder edilmiş.

Muhalefet, özellikle de CHP, seçim beyannamesinde ekonomik gidişata yönelik pek çok vaatte bulundu. Sizce muhalefetin ve sizin gördüğünüz bu kötü gidişatı iktidar neden ıskalıyor?

İktidarın bunu değiştirme şansı yok. Değişim için özgürlük verilmesi gerekiyor. Erdoğan’ın yargılanma riski var. Ortada üzeri örtülmeye çalışan pek çok suç var. Bu yüzden yargıya ve diğer kurumlara özgürlük veremiyor. Erdoğan devletin bütün erklerini kendi çatısı altında topladı. Tarihimizin en büyük merkeziyetçi hareketini yaşar hale geldik. Bunun ne yerel yönetimle, ne de demokrasiyle alakası var. Daha önce bu kontrol başbakanlıktaydı, şimdi cumhurbaşkanı olunca buraya taşıdı.

O zaman bunun makamla bir alakası yok… Yani Erdoğan nereye giderse, yetkiler de oraya mı sürükleniyor?

Tek adam ve keyfi yönetim. Başkanlık sistemini de bu yüzden istiyor zaten. Böyle bir demokrasi dünyada mümkün değil. 18’inci yüzyılda ABD’liler demokrasilerini kurarlarken, bu meseleleri tartışmış ve bu “istibdattır”, “zulümdür” demişler. Bunun önüne geçmek için de Başkan’ın elini kolunu bağlayacak kurumlar oluşturma kararı almışlar. Ancak bizde kurulmak istenen Başkanlık böyle değil. Erdoğan diyor ki; “Yalnızca seçmene hesap veririm.” Hadi bakalım birisi de çıksın “Sen sarayda oturuyorsun, bense bilmem nerede oturuyorum” desin, bak ne yapıyorlar onu… Hem halk konuşmayacak sadece alkışlayacak, hem de “Halk tarafından seçildim” diyeceksin… Oh ne ala! Bu demokrasi falan değil. Bu fikirlerin seçmene satılıyor olması ve seçmenin de buna inanıyor olması çok vahim. Türkiye’de seçmenin durumu, AKP’den daha büyük bir problem.
<< Önceki Haber Seçimlere bir hafta kala çarpıcı 'hile' açıklaması Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER