AK Parti'nin değişerek Doğu Perinçek'in çizgisine geldiğini düşünen Prof. Dr. Sedat Laçiner, "Perinçek'in olduğu yerde durmam, benim inançlarımı, değerlerimi inkar etmem anlamına gelir." diyor.
Sedat Laçiner'in Aksiyon dergisinde çıkan röportajı şöyle:
"Prof. Dr. Sedat Laçiner'i gerek yazıları gerekse televizyon programlarından yakından tanıyoruz. Uluslararası ilişkiler, uluslararası güvenlik ve Ortadoğu uzmanı. Ermeni sorunu ve PKK üzerine yayımlanmış kitapları var. Stratejik Araştırmalar Kurumu'nun (USAK) kurucusu. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi'nde bir dönem rektörlük yaptı. İkinci dönem için seçime girdi, birinci seçilmesine rağmen Cumhurbaşkanı'nca atanmadı. Son iki yıldır Erdoğan'a ve hükümete yönelik dostane uyarı ve eleştirilerde bulunuyordu. Önce Star gazetesiyle yolları ayrıldı, TRT'de programdan çıkarıldı. 5 yıllık Star macerasından sonrası yazarlığını sürdürdüğü İnternethaber sitesinde yazıları kesildi. Paralel diye yaftalandı. Çanakkale'deki yeni atanan rektörün ilk icraatı Laçiner'in üniversitede kullandığı bilgisayarı sökmek ve oturduğu lojmanın güvenlik kamera kayıtlarına el koymak oldu. Laçiner, Çanakkale'ye 100 kilometre uzaktaki Biga'ya sürgün edildi. Oysa hoca üniversiteyi büyütmüş, Türkiye'nin üç büyük üniversite kütüphanesinden birini inşa etmişti. Yaşadıkları Türkiye'de son üç yıldaki siyasi iklimin bir sonucu.
-Rektörlük seçimlerinde en çok oyu almanıza rağmen atanmadınız, makamınızdaki bilgisayarlara el kondu. Biga'ya sürüldünüz. Star ve İnternethaber'de yazılarınıza son verildi. 'Bütün bunlar neden başıma geldi' diyor musunuz?
Ben görüşlerini saklamadan söyleyen bir insanım. Kimseye hakaret etmem. Ama gördüğümü de söylerim, saklamam. Siyasi görüş olarak Menderes, Özal çizgisini benimseyen; iktisadi hayatta liberal; insani, İslami evrensel değerlere, geleneklerine saygılı bir insanım. Çizgimiz belli. Dolayısıyla AK Parti bu çizgiyi temsil eden bir parti olarak çıktı. Pek çok politikasını destekledim. Hükümetin dış politikasını da ekonomisini de 2009'a kadar en çok takdir edenlerden biri oldum. Bunu defaatle deklare ettik, yazdık. Cesaret gösterdiğimizi düşünüyorum. Türkiye'de görüş belirtmek hâlâ cesaret gerektiriyor. Özellikle Ergenekon, Balyoz ve askerî vesayetin, derin çeteleşmenin kırılmasında ben ve kurmuş olduğumuz araştırma merkezi USAK çok ciddi katkı sağladık. Kimsenin çıkıp konuşmadığı ortamlarda biz konuştuk. Partinin imkânlarından en çok istifade eden insanlar konuşmadılar o dönemde. "Biz saf mıyız? Neden kendimizi tehlikeye atalım!" diye sustular. An geldi ölüm tehditleri aldık. Üç ayrı ölüm tehdidi aldığım oldu benim.
-Kimden, kimlerden tehdit aldınız?
Ergenekon'dan da, PKK'dan da... Geçmişte cinayeti olan insanlar ofise korkutmak üzere geldiler. O zamandan bu yana da korumayla geziyorum. Bazı dönemler oldu arabamın kontağını ailemi bindirmeden çalıştırdım. Bunları bir evhamla yapmadık. Bu riskleri hep aldık.
-Bu riskleri niçin aldınız? Sorguluyor musunuz kendinizi?
Bu riskleri alırken ne AK Parti'den ne Erdoğan'dan maddi bir beklentimiz oldu. USAK'ı (Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu) hiçbir zaman rant kapısına çevirmedim. Ama bunun nasıl rant kapısına çevrileceğini biliyoruz. Her şey gözümüzün önünde cereyan etti. Beş kuruşu olmayıp da siyaset kanallarını bu şekilde istismar edip zenginleşen insanlar oldu. Hükümete ciddi destekler verdik. Ortadoğu'nun yeniden inşa edilmesinde AK Parti'nin ortaya koyduğu vizyonu naif ama gerekli gördüm. İlk başlarda uygulanan AB politikaları doğruydu. AK Parti, Kürt meselesinden Ermeni meselesine kadar her alanda sorunları çözmek için çok ciddi girişimler başlattı. O dönemde ideolojik davranmadılar. Çünkü askerî vesayet vardı, o da sizi çok iyi olmaya itiyor. AKP o dönemde ideolojik davranamadı, teknik davrandı. 2007 de beklenenden çok oy aldılar. Bu önemli bir kırılmaya yol açtı.
-Baştaki soruya dönecek olursak…
Benim en çok önemsediğim ifade özgürlüğü. Sorunum da orada başlıyor. Ben başından beri AK Parti'yi takdir ettim. O zamanlarda bile istediğim eleştiriyi yapmışımdır. Hiç de umurumda olmamıştır. Niye? Çünkü midemden ve beynimden hiçbir yere bağlı değilim. AK Parti ve Erdoğan bugün kendilerini tamamen eleştiriye kapatmış durumda.
-AK Parti eleştiriye kendini ne zaman kapattı?
AK Parti önce sol, sosyal demokrat ve liberallerle bağlarını kopardı, sonra parti içerisinde bir has daire oluşmaya başladı. Asker korkusu operasyonlarla ortadan kalktı. Abdullah Gül cumhurbaşkanı oldu, Abdüllatif Şener dramatik bir şekilde koptu, Arınç gibi isimler de ikinci isimlikten üçüncü- beşinciye doğru gitmeye başladı. 2011-2012 yıllarında bazı AK Parti milletvekilleri yanıma gelip "Hocam, beyefendiye şunları anlatır mısınız?" diyorlardı. Herhâlde Erdoğan'la benim sürekli görüşebildiğim kanaati var olduğu için. Bu yanlış bir algı ama neredeyse partideki on vekilden beşi-altısı böyleydi. Bu şunu gösteriyor: Partide bir iletişim sorunu var. Bir has daire oluşmuş. Erdoğan'ın adamları var. Partinin büyük çoğunluğu başbakanın adamı olmaktan çıkmış.
-Ne oldu, ne değişti de eleştirileriniz artmaya başladı?
Ben değişmedim, parti çok değişti. Bir kere karar mekanizması daraldı. Hatalar arttı. Yumuşak üslup gitti. Kucaklayıcı, kapsayıcı özellikleri kaybolmaya başladı. Şunu kaç defa yazdım: "Dünya lideri diye Erdoğan'ı takdim ediyorlar, dünya bize göre dizayn olacak diyorlar. Dünyanın bundan haberi yok. İcraatlarınızı kendi geçmişinizle kıyaslarsanız güç sarhoşluğu yaşarsanız. Reel karşılaştırma dünya ile karşılaştırmadır. Türkiye dünya ekonomisinde kaçıncı sıradaydı, şimdi kaçıncı sırada? Millî gelir olarak kaçıncı sıradaydı, şimdi kaçıncı sırada, oraya bakmak lazım." Bunları çoğunlukla ima ile, kimi zaman açık yazsak bile kimse kaale almadı. Parti, öz evlatlarını kaale almadı. Arap Baharı'yla tam bir felaket çukuruna düşüldü. Biz Mısır'da parti olduk, Suriye'de iç savaşın tarafı olduk, silah temin ettik. Bunları yazdım. Kademe kademe eleştirilerim sıklaşmaya başladı. Çünkü partinin hataları sıklaşmaya başladı.
-Bu süreçte parti ile cemaatin de yolları ayrılmaya başladı.
Ben Ocak 2013'te şunları yazdım: AK Parti'yi dışarıdan yıkamazlar, içeriden yıkılabilir. Yeni taktik budur. Tabanda ve tavanda bölünme, ekonomik kriz ve Kürt meselesi... Tabanda bölünme cemaatle başlar. Saflarda bunlar kavga etmeye başlar. Ekonomik kriz ve iç güvenlik meseleleri bunun üzerine bindirilir. Partinin tavanında da kavgalar başlar ve bu iş partinin çözülmesiyle sürer. Ergenekon güçlenir. Ergenekon'dan içeri girenler oldu, o süreçte adamlar sindi. Bana sorarsanız cemaat ile hükümet arasındaki kavga çok güzel organize edilmiş bir oyundur. Planlanmış bir iştir.
-Kim planladı?
Ergenekon diyebilirsiniz, derin devlet diyebilirsiniz. Perinçek dedi ya: "Hükümet benim çizgime geldi." Çok doğru. Perinçek'in çizgisine gelinen bir yerde duramam. Orası benim kendimi, inançlarımı, ilkelerimi inkâr etmem demek. Ben babam için inkâr etmem, senin için niye edeyim! Yanılmıyorsam Fidel Castro'nun güzel bir sözü var: "Eğer düşmanlarımızla aynı cephede yan yanaysak ya onlar çok yanılıyor ya biz." Ben Perinçek'in yanıldığını sanmıyorum. "Hocam, 17 Aralık'tan sonra niye değiştin?" diyorlar.
-Niçin değiştiniz?
17 Aralık'tan sonra değişmeyenin beyni yoktur, aklı yoktur. 17 Aralık'ta ne oldu ona bakacaksınız. O tarihten sonra ben değişmedim ki, Erdoğan değişti. 17 Aralık'tan sonra en çok değişen, kimyası en çok bozulan kişi Erdoğan'dır. Fiziği, hareketleri, konuşma tonu; her şeyiyle değişti.
-17 Aralık'ta ne oldu? Hükümet 'darbe 'dedi
Ben darbe olduğunu düşünmüyorum. Keşke bunu ortaya çıkaranlar, cemaate yakın olduğu düşünülen insanlar olmasaydı. CHP ortaya çıkarsaydı, MHP ya da başka gruplar. Bu durum cemaatin hükümetin yanlışlarına göz yumması gibi bir fotoğraf da ortaya koydu. Cemaat hükümete zarar vermek istemiş olabilir. Suç olarak darbe başka bir şey. Darbenin somut iddiası yok? Fakat yolsuzluğun somut iddiası var. Dört bakanın ismi geçiyor. Ortada bir sürü para var. Erdoğan'ın oğluyla konuşmaları var. Ben katiyen bunların sahte olduğunu düşünmüyorum. Sahte olma ihtimali yok.
-Neden yok? Montaj diye TÜBİTAK'tan rapor alındı.
Orada konuşuyorlar ve konuşulanlar gerçekleşiyor. Villa alınıyor, paralar sıfırlanmaya çalışılıyor. 17 Aralık'ta bir sürü iddia ortaya döküldü. Bu iddialar soruşturulmadı. Dava kapatıldı. Ortada bir sürü para bulundu. Bir kere bu paranın kaynağı ne? Helal para olsun. Paranın kaynağı ne? Nereden kazanılmış? Benim anladığım kadarıyla hukuken suç olan ama birilerinin meşrulaştırdığı bir şeyler var. İhalelerden komisyon alınmış olabilir, 'İslam hukukuna göre caizdir, zekâta girer' diye fetva alınmış olabilir. Burada bir hukuk cinayeti var. Yargılanmasına, temize çıkmasına müsaade edilmiyor. Düzmece mahkeme bile kurulamadı. Ben bu sahneyi gördüğüm dakikada isyan ederim.
-Bu haksızlığa isyan eden insanları paralel ilan edip susturmaya çalıştılar. Size de bu sıfat yakıştırıldı mı?
Çanakkale'de bizimle anlaşamayan AK Parti milletvekili benim için paralel diyormuş ama paralel bana yapışmadı. Başbakan öyle adam değil demiş benim için. Daha sonra "Paralel değil ama paralelin burada yerleşmesine müsaade ediyor." dendi. YÖK bizi kara listeye aldı. YÖK Başkanı Yekta Bey bana dedi ki: "Hocam, üniversitende otur, biraz sağa sola çok gitme. Cemaatçiler etrafı sarıyormuş." Ben de "Kadro sayısı bizde belli. Buyurun siz gönderin." dedim. "Ben nereden bulacağım?" dedi bu kez. "Benim dönemimde atanan 250-300 kişidir. Bunların çoğu da içeriden yükselme zaten. Hepsi cemaatçi olsa ne olacak? Hepsini siz getirin dedim. Tüm Türkiye'de listeler oluşturmuşlar. Fişlemeler yapmışlar.
-Paralel devlet iddiası hakkında ne düşünüyorsunuz?
Üretilmiş bir gerçeklik. Gerçekte yok. Türkiye'de cemaat de, çeşitli cemiyet ve gruplar da devlette örgütlenmeye çalışır. Mesela, Aleviler saklar kendini. 'Ben Aleviyim' dese yükselemez. Gayrimüslimler kendilerini saklar. Ülkücüler, solcular dayanışmayla çalışır. Bir ülkede insanlar kendi mezhebini, etnik kökenini saklamak zorunda kalıyor; çünkü yaşatmıyorsunuz. Kriptolar ülkenin utancıdır. Bugün 'paralel' denilerek tipik bir cadı avı yapılıyor. Erdoğan'ın kendisi "Cadı avıysa cadı avı" dedi… Dehşet verici bir durum. Ayrıca paralel diye bir suç yok, mahkeme kararı yok. Ceza Kanunu'nun neresinde yazıyor?
-Paralel devletin varlığı mahkeme kararıyla ortaya konamadı ama Erdoğan cemaati Kırmızı Kitap'a koydurduğunu her programda anlatıyor. Kırmızı Kitap, MGK vurgusu çoğaldı. Bu ne anlama geliyor?
Kırmızı Kitap, Türk sağının antitezidir. Kırmızı Kitap'tan medet umuyorsanız demokrat olamazsınız. Meclis'in üzerinde, anayasanın üzerinde otorite kurulur mu? Hükümet seçimde kötü oy alsa, cumhurbaşkanının süresi bitse, başka birileri "AKP'li olmak suçtur, vatan hainliğidir, Kırmızı Kitap'a koyduk" dese siz Kırmızı Kitap'a karşı kendinizi nasıl savunacaksınız? Türkiye'de rüzgârlar çabuk yön değiştirir. Dün Silivri'de Ergenekoncuların yakınları gösteri yapıyordu, bugün polis yakınları... Yarın Silivri'de kimin olacağını kim bilebilir?
-Erdoğan ve AKP, Ergenekon ve Balyoz için kumpas dedi. Dün "Bu davaların savcısıyız." diyorlardı. Şimdi polisler içeride, Erdoğan yine hem "savcı" hem de hâkim rolünde. 'Davanın savcısıyım'dan 'kumpas'a nasıl gelindi?
Ergenekoncuları, Balyozcuları cemaat içeri atmadı ki, sen attın. Başbakanın, bakanın, emniyet genel müdürünün imzası var. Şube müdürü mü bu işi yaptı? Bugün aldatıldım, aldandık diyorsun. Kim inanır buna? Cemaat ile hükümet koalisyondu, birlikte hareket ettiler... Cemaat 2004'te neyse 2014'te de o. Hep aynıydı. Erdoğan bunu sonuna kadar biliyordu. Hiçbir değişiklik olmadı. Eğer cemaatin toplumdaki, devletteki varlığını bugün beğenmiyorsanız dün de aynıydı. Aldanma yok, kullanma var. Cemaate yakın kadroların ve cemaat medyasının da desteğiyle askerî vesayet geriletildi, Ergenekon zayıfladı. Hükümet bu kez cemaati hedef aldı. Bence böyle düşünmesi temin edildi. Ben hükümet ile cemaatin bir grup tarafından bilinçli olarak birbirine vuruşturulduğunu düşünüyorum. Şimdi geri çekilip seyrediyorlar. Bundan en büyük zararı görecek olan AK Parti'dir. Çünkü hükümetin en önemli sacayaklarından biri cemaatti. Bugün hükümet cemaati bitirmek için uğraşıyor. İkisini de sevmeyen grup ise 'Yesinler birbirlerini, seyredelim' diyor
-Sizin tezinize cemaatle AKP'yi çatıştıranlar ne istiyor?
Ben darbe riskinin arttığını düşünenlerdenim. Bu düzenlemeleri yapanlar, grupları birbirine vuruşturanlar yönetilemeyecek bir Türkiye çalışması içinde. DHPK-C saldırılarının artması, savcının öldürülmesi, elektriğin çökmesi gibi benzeri hadiseler artabilir. Ekonomi kırılgan, sokaklar hareketlenebilir.
-Böyle kırılgan bir zeminde devlet bütün gücüyle paralel avında. Hükümet sizin anlattığınız riski göremiyor mu?
Devlet sensörlerini yitirdi. Ülkeyi ve toplumu koruyabilecek melekelerini kaybetti. Güvenlik kurumlarının bir kültürü vardır. Bugün tutuklamalar, sürgünlerle bu kayboldu. Devletin kimyası bozuldu.
-Erdoğan'ın kimyasının bozulmasıyla mı ilgili?
Devleti yönetenlerin kimyası bozulursa devletin bozulmaz mı? Bozuldu tabii ki.
-AK Parti'de bu tabloyu görüp uyaran yok mu?
Gören var, söyleyebilen çok yok. Bülent Arınç'ın bir çıkışı oldu, Hüseyin Çelik'in… O kadar. Onlara da paralel damgası vurulmaya çalışıldı. Ben Davutoğlu'nun da gördüğünü düşünüyorum. Fakat "hain" damgası yememek için herkes susuyor. Çünkü AK Parti evrildi, Erdoğan'ın partisi oldu. Erdoğanistler ortaya çıktı. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan "Ben Erdoğan'ın sözü üzerine söz söylemem." diyor. Davutoğlu miting alanlarında konuşurken kalabalıklar Erdoğan diye bağırıyor. Burada bir 'tek adam' durumu var. İkinci bir ses, çatlak ses sayılıyor. Herkes kendini Erdoğan'a göre akort ediyor. AK Parti yüksek bir oy alıyor ve bütün kurumlar aynı partiden insanların elinde. Hiç kimse postunu kaybetmek istemiyor. Çünkü aykırı bir ses söylediğinizde hemen yaftalanıyorsunuz. . Siniyor insanlar.
-'Tek adam'a nasıl gelindi?
Erdoğan, yol arkadaşlarını da, kurucuları da rakip olabilecekleri parti dışına itti ya da onlar gönüllü olarak kendi yerlerini bildi. Lafı üzerine laf söyleyemem noktasına geldi. Şu anda görebildiğim kadarıyla Cumhurbaşkanı hükümetle yollarını ayırmaya çalışıyor. Oradan kurtulup başkanlık sistemine geçmeye çalışıyor. Bir şey daha ilave edeyim. Erdoğan'ın sözü üzerine Sabah gazetesi de söz söyleyemez, Yeni Şafak da, Akit de... Star hiç söyleyemez. Erdoğan'ın sözü üzerine bu camianın hocaları da söz söyleyemez. Diyanet İşleri Başkanı da söz söyleyemez, imamları da söz söyleyemez. Bakın bu neyi getirir biliyor musunuz? Bu bir intihardır. Bahçenizi bu kadar kurutursanız hepsini tek tip çiçek yaparsanız aç kalırsınız. Fikrî kısırlık ve çekilme başlar.
-Kimin intiharıdır?
Bu hem Erdoğan'ın intiharıdır hem de bu durum muhafazakâr ve milliyetçi camiaya zarar verir. Aklı başında devletler, şirketler kendilerini eleştirsinler diye danışmanlık firmaları kurar, milyonlarca dolar harcar. Danışmanınız size sadece dalkavukluk yapıyorsa o sizin danışmanınız değildir. Bir kişiye göre herkes kendini akort ederse gelişme kapıları kapanır. Sedat Laçiner'e tahammül edemez ve onun yerine Perinçek'i tercih edersen, Perinçek mi muhafazakâr değerleri geliştirecek fikrî üretim yapacak? Günü kurtarayım diye tüm günleri feda etmekten farkı yok. Senden nefret eden bir adamla ittifak kurarsan ilk fırsatta seni boğar. Bu işin tabiatında var.
EN YAKIN DÖNEMDE YAPILAN SARAY ÇAVUŞEŞKU'NUNKİ
Saray nedir yahu? Bu hataları Allah insana sıkıntılı zor dönemlerde ve genellikle de düşüş aşamalarında yaptırıyor. Hazreti Ali'nin sarayından kalıntı var mı? Hz. Ömer'in sarayının sütunları nerede? Hz. Osman'ın sarayı neredeydi? Var mı böyle bir saray? Emeviler'i ne yıktı biliyor musunuz? Sarayları yıktı. Muaviye'nin sarayını hatırlıyor insanlar. Hz. Ali mi itibarlı, Muaviye'mi? Ben Erdoğan'ın çok güzel başladığını düşünüyorum. Çok güzel işlere niyet etti. Bir Erdoğan hikâyesi değildi; arkada bir sürü insan vardı. Erdoğan bir semboldü. O hikâyede gelinen noktaya ben çok üzülüyorum. O başlangıcı ben saraya yakıştıramıyorum. Bakın son yüzyıla. Hangi medeni ülke saray yapmış? Amerika son 100 yılda saray mı yapmış? İngiltere, Fransa, Almanya saray mı yapmış? Saray dediğiniz Ortaçağ'ın hikâyesi. Geç dönemde yapılan saraylar çok istisnadır. Cumhuriyetler, demokrasiler saray yapmaz. Ben şuna bile razıydım. O bina yapıldı, şatafatlı falan. Keşke adına Cumhurbaşkanlığı Hizmet Binası denseydi. Saray denir mi? Cumhurbaşkanı'na bu aklı kim veriyor? Efendim hata yapıyoruz demiyor mu kimse? En yakın dönemde yapılan saray Çavuşeşku'nunki. Demokrasiler saray yapmadı, yapmaz. Fransa'nın çılgın projesi millî kütüphane binasıdır. İngiltere'nin çılgın projesi stadyumdur, müzedir. Amerika'nın, Almanya'nın çılgın projeleri eğitim kurumları, müzeler, opera binaları, spor tesisleridir.
CEMAATİ OYALAYABİLİRSİNİZ AMA YOK EDEMEZSİNİZ!
Cemaat başından beri kurtulunması gereken bir şeydi hükümet için. Ama cemaat oy getiriyordu. Medya desteğine, entelektüel desteğe ihtiyaç vardı. Cemaat kullanıldı. Hükümette 2006-2007 tarihlerinde cemaatten kurtulmamız lazım fikri oluşmuştu. Partide etkili bir grup "Biz bu cemaati bir an önce yok edelim, Ergenekon'dan tehlikeli." diyordu. Erdoğan erken buldu bunu. Kendisini hazır hissettiği zaman tasfiye etmeye kalktı. Cemaat bir sivil toplum yapılanması. Bunun siyasi boyutu olabilir, bürokraside yansıması olabilir ama en geniş anlamıyla sivil toplum hareketi, toplumsal bir yapı. Milyonlarca insan var. Bunu yok etmeniz zor. Sivil toplumu yok edemezsiniz. Ne yaparsınız? Oyalarsınız. Hidayet Karaca'yı hapse atarsınız. Suçu nedir bunların? Bunun sonunda ceza da almazlar benim tahminim. Makul bir hâkim ceza da vermeyebilir. Ama oyalamış olursunuz. Yok edemeyeceğinizi bilirsiniz, büyümesine mâni olmuş olursunuz. CİHAN