Yaşadığımız ve çalıştığımız ortamların beden sağlığımızı etkilediğini; hava kirliliği ve kurşun gibi farkında olmadan maruz kaldığımız etkenlerin ise beden sağlığımıza zarar verebileceğini biliyoruz.
Yaşadığımız çevrenin ruh sağlığımıza da zarar verebilecek olması yeni bir fikir değil. 1930’larda iki sosyolog, Chicago’daki sığınma merkezlerine kabul edilen insanlarda dikkat çekici ortak bir özellik olduğunu fark etmiş. Şizofreni hastalığına yakalananların oranlarının, şehirde doğanlarda olağanüstü derecede yüksek olduğunu görmüş.
O zamandan beri araştırmacılar, yoğun nüfuslu şehirlerde her türlü akıl hastalığının kırsal alanlardakine göre daha yaygın olduğunu keşfetmişler. Aslında ABD Kentsel Tasarım ve Zihinsel Sağlık Merkezi, şehirde yaşayanların kırsal alanlarda yaşayanlardan yaklaşık yüzde 40 daha yüksek bir depresyon riski, yüzde 20 daha fazla kaygı bozukluğu ile şizofreni riskiyle karşı karşıya olduğunu tahmin ediyor.
Şehirde yaşayanların ruh sağlığı üzerinde oluşan baskının bir kısmı, yalnızlık ile binlerce, hatta milyonlarca insanla dip dibe yaşamanın stresi gibi sosyal sorunlar olabilir. Şehirlerin fiziki doğasından dolayı, şehirde yaşayan insanların duygularına da baskı yapan etmenler var. Şehir hayatı trafikten, inşaattan veya komşularınızdan kaynaklanan hava ve gürültü kirliliği gibi streslerle mücadele etmek demek. Ancak bilim insanları, özellikle son yıllarda çeşitli çevresel baskılara maruz kalmanın ruh sağlığımıza zarar verme mekanizmalarını ciddi bir şekilde incelemeye başladı. Almanya’nın Mannheim kentindeki Zihinsel Sağlık Enstitüsü’nün Müdürü Andreas Meyer-Lindenberg, “Bu yeni gelişmekte olan bir araştırma alanı” diyor.
Meyer-Lindenberg ve takım arkadaşı, Vancouver’daki British Columbia Üniversitesi’nde çevre sağlığı araştırmacısı olan Matilda van den Bosch, yakın zamanda bunlara ilişkin bilimsel verileri ve bunların depresyona sebep olup olmadıklarını bulmak için diğer fiziksel stres etkenlerini incelemiş. İkili, insanların günlük yaşamda karşılaşabilecekleri çok çeşitli etmenlerle ilgili araştırmalar yapmış. Bu etmenlerin birçoğunun şehirlerde yaygın olmasına karşın, kırsal bölgelerde de olduğunu keşfetmişler. Örneğin, hava kirliliği sadece şehir sınırları içerisinde bulunmuyor. Bir başka potansiyel tehlike de, özellikle tarım işçilerinin temas ettiği tarım ilaçları.
Meyer-Lindenberg, şehirlerimizi daha yaşanılabilir hale getirmenin ruh sağlığımızı iyileştirmede önemli bir adım olacağını söylüyor. Meyer-Lindenberg ile van den Bosch, Annual Review of Public Health bülteninde yayımlanan 2019 yılına ait verilerde dünya nüfusunun yarısından fazlasının şehirlerde yaşadığını ve bu sayının 2050 yılına kadar yaklaşık yüzde 70’e yükselmesinin beklendiğini belirtiliyor.
Columbia Üniversitesi’ndeki Mailman Halk Sağlığı Fakültesi’nde hava kirliliğinin ruh sağlığı üzerindeki etkilerini inceleyen çevre sağlığı bilimleri öğretim üyesi Marianthi-Anna Kioumourtzoglou, “Küresel olarak gittikçe daha da kentsel hale geliyoruz, bu yüzden şehirdeki mahalleler açılıyor ve değişiyor. Bilinçlenerek, bunu zihinsel refahı teşvik edecek şekilde yapmalıyız” diyor.
Etrafımızdaki Riskler
Meyer-Lindenberg ve van den Bosch, yaptıkları incelemede bazı potansiyel tehditleri diğerlerinden daha ayrıntılı olarak incelemişler. Polenler de dahil olmak üzere bazı etkenler için henüz depresyonla ilgili kayda değer bir bağlantı gösterecek kadar bilgi olmadığını; bununla birlikte kurşun gibi ağır metaller, böcek ilacı, bisfenol A (BPA) gibi yaygın kullanılan kimyasallar, gürültü kirliliği ve benzeri faktörlerin depresyona sebep olabileceğini ancak böyle olduğunu doğrulamak için daha fazla araştırma yapılması gerektiğini belirtiyorlar.
Daha dikkat çekici olan şey ise, her yıl milyonlarca insanın solunum ve kalp damar hastalıklarına yakalanmasına neden olmasının yanı sıra, bir dizi psikiyatrik problem riskini de arttıran hava kirliliği faktörü. Kötü hava kalitesi; depresyon, kaygı-paranoya ve gerçekte var olmayan sesleri işitmek gibi psikotik bozukluklarla ilişkilendirilmiş.
Amerika Birleşik Devletleri’nde Temiz Hava Yasası yürürlüğe girdiğinden beri, birçok yaygın kirleticinin yayılımı, yıllar geçtikçe keskin bir şekilde azaldı. Kioumourtzoglou “Sadece seviyelerin düşmesi, güvende oldukları anlamına gelmiyor. Hepimiz nefes alıyoruz, bu yüzden hepimiz istemeden maruz kalıyoruz” diyor. Kioumourtzoglou ve çalışma arkadaşları, çok kirli muhitlerde yaşayan kadınların kaygı semptomları bildirme ve antidepresan kullanma oranlarının da daha fazla olduğunu belirtiyor.
Meyer-Lindenberg ve van den Bosch ayrıca, şehir yaşamı ve depresyon arasındaki potansiyel bağlantıya da değiniyor. Meyer-Lindenberg, “Şehirler ilginç bir problem” diyor. Şehir sakinleri, ortalamada diğer insanlardan daha iyi sağlık hizmetine ve eğitime erişebiliyor. “Yani şehirler insanlar için yaşanılacak yerler… Zihinsel sağlık, madalyonun diğer yüzü.” Kentsel bölgelerin; hem yeşil alanların az olması, hem de özellikle yüksek miktarda zehirli maddenin bulunmasından dolayı zararlı olduğu söyleniyor.
Şehirde yaşamak depresyona girmeye ya da kaygılanmaya mahkum olduğunuz anlamına gelmiyor. Birçok insan şehirde büyür ve zihinsel hastalıklar, genetik ile yaşam koşullarının karmaşık bir kombinasyonundan kaynaklanır. Meyer-Lindenberg, tek bir etkeni seçmek ve onu suçlu şeklinde adlandırmanın her zaman doğru olmayabileceğini söylüyor. Daha doğrusu hava kirliliği gibi tehlikeler, özellikle de başka nedenlerden dolayı savunmasız olanlar için genel riski artırıyor. Bilim insanları, fiziksel çevremizin bu riski ne kadar güçlü bir şekilde etkilediğini henüz çözemedi. Ancak, özellikle yoksul topluluklardaki insanlarda bu etki daha güçlü. Finansal stres sadece depresyona sebep olmakla kalmıyor; düşük gelirli mahallelerde yaşayan kişiler yüksek düzeyde hava, gürültü kirliliği ve kurşun gibi ağır metallere de maruz kalıyorlar.
Bu faktörlerin, beyni depresyona nasıl hazırladığı belli değil. Gürültü kirliliği ve muhtemelen polenler gibi bazı problemler, ruh halimizi devamlı şekilde depresyona sebep olabilecek kadar bozuyor. Meyer-Lindenberg’e göre çevremiz, nöronlarımıza zarar vererek veya serotonin gibi kimyasal habercilerin miktarına etki ederek de biz farkında olmadan bize zarar veriyor olabilir. Meyer-Lindenberg, hava kirliliği ve diğer maddelerin zaman içinde beyni olumsuz etkileyen iltihabi bir tepkiye sebep olabileceğini ve bu tehlikelere maruz kalmanın, çocuklarda beynin normal şekilde gelişmesini engelleyebileceğini söylüyor.
Günlük hayatta karşılaştığımız pek çok şeyin ruh sağlığımızı tehdit edebileceği görüşü endişe verici. Ancak fiziki ortamımız, ruh sağlığımızı olumlu yönde de etkileyebilir. Depresyon ve diğer psikiyatrik bozukluklara yakalanma riskimizin tahmin ettiğiniz gibi doğa ile iç içe olduğumuz zaman azaldığını gösteren bir araştırma var. İnsanlar doğada fiziksel olarak daha hareketlidir. Ayrıca yeşillik ve denizin kokusu, sesi ile manzarası bizi rahatlatır, kendimizi daha iyi hissetmemizi sağlar.
Bilim insanları yaptıkları bir deneyde, insanların doğada yaptıkları gezintiden sonra, depresyon-aşırı kaygılanma gibi bozuklukların ortak bir özelliği olan kişinin kendi hatalarını ve sıkıntılarını takıntı haline getirmeye ve bunaltıcı düşüncelere odaklanmaya daha az eğilim gösterdiğini keşfetmişler. Doğa yürüyüşü, beyin bölgesinde derin düşünmeyle ilgili birçok faaliyeti ve sosyal hayatta yanlış şekilde nitelendirilen bir davranış gerçekleştirmiş olma düşüncesini azaltıyor. Meyer-Lindenberg, bu beyin bölgelerinden biri olan ve periferik anterior singulat korteks olarak bilinen, duygularımızı düzenlemekle görevli bölgenin, içinde bulunduğumuz ortamların zihinsel sağlığımıza nasıl zarar verebileceğini veya yardım edebileceğini anlamada anahtar olabileceğini düşünüyor.
“İncelediğimiz risk faktörlerinin çoğu, aynı beyin sistemine denk gelme eğiliminde” diyor. Meyer-Lindenberg ve meslektaşları, özellikle şehirlerde yetişmiş insanlarda beynin bu bölümünün sosyal olarak stresli durumlara güçlü bir şekilde tepki verdiğini bulmuşlar. Beynin bu alanı ayrıca, akıl sağlığımız için önemli olabileceğini düşündüren, depresyon ve diğer psikiyatrik hastalıklara karşı duyarlılıkla bağlantılı olan birkaç genden etkilenmiş gibi görünüyor.
Karşı Koyma
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki neredeyse her beş yetişkinden birinin zihinsel bir hastalığı var. Dünya Sağlık Örgütü, depresyonun dünya çapında en yaygın olarak görülen sorun olduğunu düşünüyor. Van den Bosch bu konunun, çevremizdeki dünyanın akıl sağlığımızı nasıl şekillendirdiği hakkında daha fazla şey öğrenmemizde hayati önem taşıdığını söylüyor. Bu bilgilerin politikacıları, hava kirliliği ve endüstrinin diğer zararlı ürünleri ile ilgili kısıtlamaları daha da arttırmaları yönünde teşvik etmesini umuyor.
Van den Bosch, “Bunların çoğunun kötü olduğunu biliyoruz ve gerçekten daha fazla delile ihtiyacımız var mı? Cevap evet gibi görünüyor ”diyor. Zihinsel hastalığa yakalanma riskimizi azaltmak için yapabileceklerimiz az olsa bile, “Halk sağlığı üzerinde büyük bir etkisi olacak” diyor.
Kioumourtzoglou ayrıca egzersizin, doğada geçirilen zamanın veya benzer eylemlerin, hava kirliliği ile diğer tehlikelerin akıl sağlığımız üzerindeki tehlikelerini telafi edip edemeyeceğini araştırmayı düşünüyor. Bu adımlar ne olursa olsun, kolay ve pratik olmayacaklar. Bu nedenle birçok tehlikenin en yoğun olduğu şehirlerde yeşil alanları arttırmak önem taşıyor. Parklar ve sokak ağaçları, şehir sakinlerine canlandırıcı miktarda bir doğa sunmakla kalmaz; aynı zamanda gürültüyü ve kirleticileri çekerek de bize yardımcı olurlar.
Kioumourtzoglou, şehirleri öylece düzleştiremediğimizi ve ormanlık ütopyaları yeniden inşa edemediğimizi kabul ediyor. Ancak, yeni mahalleler planlarken ve var olanları yenilerken çevre sağlığını göz önünde bulundurabiliriz. “Bazen yeni ve daha koruyucu düzenlemelerin devreye girmesi biraz zaman alıyor ve bu sırada kendimizi korumak için neler yapabileceğimizi bilmemiz gerekiyor” diyor.
Kate Baggaley/Popular Science.