Bülent Keneş artık sadece Bülent Keneş değildir. Bir remiz, bir sembol, koca bir üst başlık, açılan uzunca bir parantez ve bir slogandır.
Frenkçe tabiriyle bir ‘catchphrase'dir. Erdoğan rejimine karşı, yalpalamadan durmuş, durabilmiş; doğru bildiklerini söylemiş, yazmış; Erdoğan mahkemelerinin ve savcılarının ‘sesini kes' tehdidine karşı sesini daha da yükseltebilmiştir.
Erdoğan, ailesinin de karıştığı yolsuzlukları örtebilmek için demokratik rejimi ortadan kaldırırken, yargıyı kendine bağlarken, sahibinin sesi havuz medyasını inşa ederken, iktidarı devam etsin diye çözüm sürecini rafa kaldırırken, ezcümle Erdoğan ülkeyi karanlığa sürüklerken buna yüksek sesle itiraz etmiş birkaç iyi ve cesur adamdan biri olmuştur. Gerisi lafı güzaftır.
Bu karanlık dönemde, kendi ifadesiyle ‘bahtsız' süreçte Keneş ekolüne karşı Nazlı Ilıcak'ın -yerinde ifadesiyle- Hüseyin Gülerce için söylediği ama kuşattığı mana itibarıyla ve tedaisiyle Gülerce ismini geçen bir de ‘haysiyetsiz muhbirler' güruhu türedi. Ortalık sadece ‘haysiyetsiz muhbirler'den değil, ‘haysiyetsiz işbirlikçiler', ‘haysiyetsiz fırsatçılar', ‘haysiyetsiz nemelazımcılar', ‘haysiyetsiz din istismarcıları' ve ‘haysiyetsiz suskunlar'dan geçilmiyor. Sadece ve sadece Hocaefendi'nin ismini kullanarak kamuoyunda kendilerine yer edinebilmiş, sözcü rollerine soyunmuş ve nimetlerini tepe tepe kullanmış eşhas, 17 Aralık'tan sonra itirafçıya dönüşürken, Keneş, babası yaşındaki adamları utandırmaya çalıştı.
Ne demişti İtalya'ya gittiği ortaya çıkan Erdoğan'ın oğlu Bilal: “Sadece korkaklar kaçar!” Söz doğru da söyleyene yakışmıyor. Keneş Metris'te, Bilal İtalya'da, ‘hayırsever' Reza da Dubai'de. Bülent, Erdoğan rejiminde haysiyetsiz muhbir olacağına haysiyetli gazeteci olmayı seçti. Şimdi bedelini ödüyor.