SAFVET SENİH - SAMANYOLUHABER.COM
Efendimizin (S.A.S.) torunu Hz. Hüseyin küçük oğlu Zeynelâbidin Hicrî 38 (M. 658)’de Medine’de dünyaya geldi. Yani dedesi Hz. Ali’nin şehid olmasından sonra dünyaya gelmiştir. On üç yaşında iken Kerbela olayında babası Hz. Hüseyin şehid olmuştu. Zeynelâbidin Hazretleri o gün çok hasta olup yatağından kalkamadığı için hayatta kalabilmişti. Yoksa Ehl-i Beytin bütün erkekleri Yezidler ve Yezidçiler tarafından şehid edildiği gibi o şehid edilecekti.
Zeynelâbidin Hazretleri âlim, fâzıl ve ehl-i takva bir zâttı. O günlerin siyasî atmosferi, iftiralar, dedikodular çok rahatsız edici bir biçimde cereyan ediyordu. Bir gün aşırı derecede aleyhinde sözler söyleyen birisinden bahsettiler. Hazret, “Beni onun yanına götürün” dedi. O kişinin yanına varınca, ona: “Eğer söylediğin haller bende varsa Allah beni affetsin, günah işlemişim. Yoksa, seni affetsin, çünkü iftirada bulunmuşsun.” dedi. Bu sözler karşısında kıpkırmızı kesilen adam, uzun zaman vicdan azabı duydu, elem ve keder içinde kaldı.
Zeynelâbidin Hazretleri bir gün mescide giderken yolunun üzerinde önüne çıkan siyasî hırsla kendisine edep dışı sözler söylemeye başladı. Bir sürü olmadık kusurlar sıraladı. Bunları dinledikten sonra ona, “Dur, zahmet çekme, ben senin bilmediğin hata ve yanlışlarımı da biliyorum, senin saymadığın kusurlar da var bende… Senin saydıkların bildiklerim yanında hiç kalır.” meâlinde sözler söyledi ve oradan böylece ayrılıp gitti. Adam böyle bir centilmenlik karşısında “Vallahi sen gerçekten imamsın. Bu fazilet, Allah’ın peygamberinin torunlarından başkasında bulunamaz” dedi.
Hz. İmam Zeynelâbidin, her abdest alışından sonra sanki başka bir âleme gitmiş gibi olur, değişik bir hal alırdı. Renginin sarardığını, dünyasının değiştiğini görenlerin sorusu üzere şöyle demişti: “Huzuruna çıktığım ZÂT’ı düşünmek, benim dünyamı değiştiriyor, bütün düşünce âlemini kaplıyor. Böylece bu âlemle alâkam kesiliyor, değişik bir hâlet-i ruhiyeye giriyorum.”
Cedleri gibi Hz. İmam çok cömertti. Muhammed bin İshak der ki: “Medine de nice fakirler vardı ki, kendilerine bakanın kim olduğunu bilmezlerdi. Halbuki onların dertlerine çare olmayı Zeynelâbidin Hazretleri deruhte etmişti. Gece karanlığında muhtaçlara sırtında un çuvalı taşıdığı, cenazesi yıkanırken sırtındaki nasırlaşmalardan anlaşılmıştı.”
Münavî’nin beyanına göre, Muhammed bin Üsâme hastalanmıştı. Ziyartine gelen Zeynelâbidin, on beş bin dirhem borcunu veremediğinden dolayı ağladığını görünce, onu şöyle teselli etti. “Sakın üzülme! Seni âhirete KUL BORCU ile göndermem. O borçların hepsini de ben üzerime alıyorum. Bu andan itibaren hepsi de benim borcumdur. Ey cemaat şahit olun! Muhammed bin Üsâme’nin ne kadar borcu varsa, onları ben ödeyeceğim, benden isteyeceksiniz. Onun kimseye tek kuruş borcu kalmamıştır, bu andan itibaren!..”
Bu Ehl-i Beyt kahramanının değerli sözlerinden bazıları:
“Hayret edilir o kimseye ki, hayatında zararı dokunacak yemeklerden kaçınır da, vefatında zararı dokunacak günahlardan kaçınmaz.”
“Zengin adam, Allah’ın taksimine razı olan adamdır.”
“Fakire verilen, daha onun eline geçmeden Allah’a ulaşır.”
“Allah’tan ümit kesmek, günaha girmekten kötüdür. Allah’tan kork, fakat ümit kesme. Unutma ki, Allah affederse kimse Ona niçin affettiğini soramaz.”
Bir defasında oğluna;
“Helâya gireceğim zaman giyebileceğim bir elbise istiyorum. Sineklerin kirli ayakları ile konup kirlettiği elbise ile dışarıda olmayayım, demişti. Oğlu bu isteğe şu karşılığı verdi: ‘Babacığım, Resulullah’ın böyle yaptığı vâki mi? Helâya girerken ayrı, çıkınca ayrı elbise giymiş mi?
Zeynelâbidin Hazretleri bu ikaz üzerine: “Resulullah’ta böyle bir hâl görülmedi’, diyerek arzusundan vazgeçmiştir.”
Anlaşılıyor ki, Zeynelâbidin gibi İslam Büyükleri arzuları sünnete aykırı düşerse hemen terk ediyorlardı.
Zeynelâbidin Hazretlerinin asıl ismi, Ali Asgar idi. Hz. Hüseyin Hazretlerinin küçük oğlu olduğu için asgar (küçük) denilmiştir. Bu büyük ve mübarek zat Hicrî 94’te Medine’de vefat ettiği sırada geride, müminlere örnek olacak zühd ve takva ile geçen bir hayat bırakmıştı. Bakî mezarlığında amcası Hz. Abbas’ın yanına gömülmüştür. O, on iki imamın dördüncüsüdür. Beşincisi imam ise oğlu Muhammed Bâkır Hazretleridir. (Ahmed Şahin, Örnek Yaşayışlarıyla İslam Büyükleri’nden)