Laikçi arkadaşlar bu hususu pek bilmezler; IŞİD’in eleman toplamak ve militanlarını (mücahid oluyor bittabii) ölmeye-öldürmeye sevketmek için kullandığı dil, ‘Din dili’dir, daha açığı buz gibi İslâmi argümanlardır.
“Bu kadarını ben de biliyordum!” demezden önce hatırınızda bulunsun:
Ağzı laf yapar zeki bir IŞİD yanlısı fakihle, diyelim ki Diyanet’in en ehil âlimi masaya oturup “IŞİD şeytâni midir, rahmâni midir?” diye münakaşa tutuşsalar, dinleyen üçüncü şahısların aklı karışır, kime hak vereceklerini bilemezler.
İki Müslüman’ın muarazası belki de bu yüzden genellikle tekfir ithamıyla sonuçlanıyor.
Bunu anlatmak kolay değil; yanlış anlaşılma riskini boşvererek denemeliyiz ama:
Duruş yerinizi, bakış açınızı ve niyetinizi biraz değiştirirseniz, aynı olgu üzerinde ve üstelik aynı ‘nass’lara yaslanarak farklı hükümler çıkarabilirsiniz.
‘Din dili’ böyle bir şey. Bunun en sarih örneklerini bazı Şeyhülislam fetvalarında bulabiliyoruz ki özelliği şudur:
Soruyu doğru sormayı becerebilirseniz, fetva makamından arzulanan cevabı almanız kolaylaşır.
“Kardeşimi öldürebilir miyim hocaefendi?” diye sual olmaz;
“Bu çocuk kamu güvenliğini tehdit ediyor, üstelik terörist midir nedir, naapim bunu ben?” diye yazarsanız, hocam âriftir, “Katli vâciptir!” cevabını geciktirmez.
Daha komik bir örnek isteyen II. Abdülhamid’in hal’ fetvasına göz atsın.
Gerekçelerden ilki ‘Buharî Şerif’ yapraklarını hamam külhanında yaktırmaktır ki ne zaman hatırlasam gülesim tutar.
O yüzden buyrulmuştur ki, soru sormak, cevap vermekten daha büyük ustalık ister.
Aklınızda olsun, bizim övülesi medeniyyet ve geleneğimiz mazrufunda böyle sevimsiz mektuplar da var.
Zulüm nedir, mazlum neye derler, cihat ne zaman farzdır, hangi ahkâm âyetini veya hadisi hangi olaya hangi yaklaşımla tatbik edebiliriz gibi temel meselelerde ihtilâf aralığı daima vardı ve zannımca olacaktır.
Öyle olmasa, menşeinde çok basit ihtilâflarla başlayan mezhep farklılıkları, bugün Müslüman’ın Müslüman’ı doğradığı, yaktığı, havaya uçurduğu bir hunharlığa varmazdı; ulemâ bir yerde araya girip,
“Durun, siz kardeşsiniz!” der ve bu ikaz her iki tarafın kulağına girer ve ortak kabule dönüşürdü.
İnsanlar Allah’ın âyetlerini sadece inkârla yetinmezler, daha vahim ve tehlikeli olmak üzere eğip-büker ve çok daha fenası çıkarlarına göre yorumlarlar.
Farkındasınız; Kur’an, Müslümanlar arasında dini ve vicdanı algılarını fabrika ayarlarına döndüren bir tesir yapamıyor; tam aksine biz hepimiz Kur’an’a gidip onda tezlerimizi doğrulayacak hüccet ve işaretler arıyor, buluyoruz.
IŞİD yanlılarının kullandığı verilerle, diyelim ki benim gibi sizin gibi IŞİD’den hiç hazzetmeyen insanların kullandığı dini veriler arasında kaynağına sadakat bakımından fark yoktur; fark sadece yorum şeklinde.
Bu korkunç bir şey ve biz durumun ne kadar korkunç olduğunun farkında değiliz.
Benim için IŞİD yanlısı, en hafifinden yobazın tekidir; IŞİD’çi de benim gibileri cehennemin ebedî yakıtı gibi görür.
Nerede uzlaşacak, doğruda nasıl birleşeceğiz?
Hanedan kavgaları, mezhep çatışmaları, iç savaşlar işte bu yüzden ötekilerden daha tehlikeli, ölümcül ve vahşi.
Tarihi ‘kahramanlar geçiyor’ tefrikası şekline koyduğunuzda böyle sevimsiz ayrıntıları görünmez hale getirirsiniz;
oysa ki o eyyamcı, en yandaş vakanüvis anlatımlarında bile en azından gerçeğin hayaletini görebilirsiniz.
IŞİD, İslam tarihindeki ilk Selefi-Harici örgütü değil, sonuncu da olmaz bu gidişle. Üstelik her dinin kendine göre böyle ârızalı aile dramları var.
O yüzden belirtmeliyim ki dinler tarihi veya hasseten İslam tarihi, sadece ilahiyatçıların tasarrufuna bırakılmayacak kadar önemli ve değerli bir insanlık tecrübesi teşkil ediyor.
“Beşeriyetin kriminal kayıtlarının bir kısmı o dosyalarda” desek anlatabilmiş olur muyuz?
Sert mi oldu? bayramınızı tebrik ederek bitirecektim yazıyı…
Kaynak: Yeni Hayat Gazetesi