15 Temmuz’dan sonra gazetecilik faaliyetlerinde dolayı hapse mahkum edilen gazeteci Emre Soncan 4 yıldır tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevi’nden yeni bir mektup yazdı.
Meslektaşı Ahmet Dönmez’in internet sitesinde yayınladığı Soncan’ın mektubunun başlığı ‘Dört Hapis Yılı’ oldu.
Soncan’ın mektubu şöyle;
DÖRT HAPİS YILI...
Hapishanedeki ilk gecemde, Silivri mahpusluk jargonunda ‘karantina’ denilen geçici koğuştaki yastıksız ve çarşafsız yatağa başımı koyup sabaha uyanmama temennisiyle gözlerimi yummamdan ve birkaç saat sonra, insanın içinden yanaklarından makas almak gelen tonton bir güneşin yüzümde gezinen sıcacık elleriyle ayılmamdan bu yana tam dört yıl geçti.. Geride kalan senelerde hapishane benim için bir küsüp bir barıştığım, gözlerine önce öfke peşinden kadifemsi şefkatler yağdırdığım, yağdırdığım bu şefkatleri de uzun uzun, ışıklı ışıklı öptüğüm bir sevgili gibi oldu..
Bazen acımtırak, buruk, kekremsi bir hoşnutsuzluk oldu genzimde hapislik; bazen de olgunluğundan çatlamış, minicik yarığından bal damlayan koskocaman mosmor bir incir tadı damağımda..
Muhayyilemde kendi kendime özgürlük oyunları oynayıp, sonra bu oyunların gölgesinin altına uzanıp mışıl mışıl uyuduğum da oldu; bir türlü gerçekleşmek bilmeyen eprimiş, iplikleri sökülmüş, saçakları tel tel dökülen hayallerimin müstehzi bakışlarından pürtelaş kaçmaya çalıştığım da..
Kimi zaman nefesimi kemsek için boğazıma sarılmış bir çift devasa elin ağırlığıyla uyandım şafak pembeliklerinde; kimi zaman da öyle derin derin mavilikler hissettim ki göğsümde, kendi ruhumu sonsuzluk sandım.. Sandım ve avluya fırladım gönül ferahlığıyla alelacele; benim üzerimden kuş, kuşun üzerinden bulut, bulutun üzerinden kainat geçti..
Yuvasından düşen serçeyi avuçlarımın arasında beslediğim, avlunun yüksek yüksek duvarlarını, tel örgülerini aşıp gitmeyi başarabilecek mi diye bütün günü tedirgin bekleyişlerle geçirdiğim de oldu; çığlık çığlık cıvıltıları yankılanıp yankılanıp beynime balyoz darbeleri gibi inen kuşları kaçırmak için ellerimi gürültüyle çırptığım da..
Abdülkadir Selvi‘lerin, Hande Fırat‘ların, Ahmet Hakan‘ların, Enver Aysever‘lerin, Gürkan Hacır‘ların, Didem Arslan Yılmaz‘ların, Veyis Ateş‘lerin dudaklarının arasından fışkırıp, ekrandan koğuşuma dökülen ziftin, oluk oluk kirin üzerinde kızgın bir boğa misali eşindiğim de oldu; ‘Affetmek erdemdir’ deyip, onları yarın öbür gün bağrıma basmak arzusu duyduğum da..
Sevdiğim kadınların hatıralarını getirip getirip gözümün önüne bırakarak acıttı canımı hapislik bir müddet.. Bir bakışın, dokunuşun, öpüşün, bir dudağın kıvrımlı kıyısındaki gülüşün anısı dolandı durdu başımda.. Sonra ömrümde ilk kez unutabilmeyi öğrendim mapus damında.. Her bir kadının hatırasını öyle hoyratça da değil özenle, kızgınlıkla değil en munis halimle, palas pandıras değil sükunetle, toptan değil teker teker dikkatlice katlayıp yüreğimin naftalin kokulu köşelerine kaldırdım..
Bazen Matmazel Noraliya’nın Koltuğu‘ndaki Ferit, bazen Tehlikeli Oyunlar‘daki Hikmet Benol, bazen Aylak Adam‘daki C. oldum.. Raskolnikov gibi hissettim kendimi zaman zaman, hatta İnce Memed gibi bile; hüzne meyyal ruhum, melankoli berzahının dolambaçlarında Genç Werther‘di uzun kış gecelerinde; kimi yaz gecelerinde ise aşkı tatmasından hemen önceki Bazarov‘du.. Aynı anda birbirlerine silah çekmiş birçok aynı kişiydim yani.. Hem yaralandım, hem öldüm, hem kurtuldum..
Televizyonda Antep mutfağıyla ilgili haberi izledikten hemen sonra paslı bir demir gürültüsüyle açılan mazgaldan uzatılan ıspanak ve bulgura burun kıvırdım mesela bir gün; ardından silkinip, kendime gelip yaratıcıdan özür dileyerek ıspanak ve bulgur için sonsuz kere teşekkür ettim..
Hasılı, her günü sevinçle ve hüzünle, öfkeyle ve merhametle, sorularla ve cevaplarla, düşlerle ve düşlerin kırıklarıyla geçen, saça sakala cömertçe aklar düşüren ama tek bir yirmi dört saatine dahi ümitsizliğin uğramaya cesaret edemediği dört koca yıl.. Hep umut besledim ben.. Hem kim bilir, umut edenlerin sayısı arttıkça hiç gerçekleşmeyecek düşler hakikate dönüşür.. Ya da kim bilir belki de bu zalim tutsaklık, daha önce hiç tatmadığım bir bahtiyarlıktır..
Emre Soncan
Silivri Hapishanesi,
Yaz – 2020