''Ahmet Hakan yalan olduğu bu kadar kolay kanıtlanacak yalanları niye söylüyor?''
“Asla kendisine söz hakkı vermediğin Dursun Çiçek…”
Ben, Ahmet Hakan’ın “algı operatörlüğü” görevini sürdürürken yalan söylemesine şaşırmıyorum.
İşi bu... Hürriyet Gazetesi’nde ve CNNTürk’te insanları kandırmak, yalanlar söylemek onun işi.
Beni şaşırtan, bu kadar zekâsızca, yalan olduğu böylesine rahatça kanıtlanacak yalanlar söylemesi.
Şimdi bakalım, Dursun Çiçek’e “söz hakkı” vermiş miyiz, vermemiş miyiz…
Bunu bir anlayalım sonra da Ahmet Hakan’ın “manşetlerden infaz ettiğimizi” söylediği Dursun Çiçek’le ilgili diğer gerçeklere geliriz.
Dursun Çiçek’in hapiste olduğu günlerde bir gün ben o dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’a hakaretten yargılanmak üzere mahkemeye gittim.
Dursun Çiçek de aynı gün, aynı saatte, aynı mahkemedeydi, Taraf’la ilgili bir davada müdahil olmak istiyormuş.
O karşılaşmanın ertesi günü, 15 Haziran 2012’de yazdığım yazının Dursun Çiçek’le ilgili kısmı şöyle:
“Burası gerçekten tuhaf bir ülke, hiçbir postmodern roman bizim ülkenin gerçeklerini aşamaz diye düşünüyorum artık.
Dün mahkemeye gittim.
Salona girdim, müdafaa makamında bizim çilekeş genç avukatımız Veysel Ok’u gördüm, onun hemen biraz ötesinde iki jandarma subayı duruyordu.
Genellikle ‘bizim’ mahkemede jandarmalara rastlanmaz, olağanüstü bir durum olduğunu anlayıp şöyle etrafa bir baktım, tanık masasında bana tanıdık gelen biri var.
Biraz daha bakınca tanıdım.
Albay Dursun Çiçek.
Taraf’la ilgili bir davada müdahil olmak istiyormuş.
Salondan çıkarken bana ‘Bizi hapse attıran haberleri yazdınız ama bize yapılan haksızlıkları hiç yazmıyorsunuz’ dedi.
‘Yazarız’ dedim, ‘bana gönder şikâyetlerini’.
O sırada mahkemenin başkanı ‘Dışarıda konuşun lütfen’ dedi.
Birlikte dışarı çıktık.
O, bizim yayımladığımız belgeler sonucunda hapse giren darbe davasından tutuklu bir sanık, ben biraz sonra Başbakan’a ve HSYK’ya hakaretten yargılanacak bir başka sanık, mahkeme kapısında konuşmaya başladık.
O, hakkındaki iddiaların gerçek dışı olduğunu ama onun itirazlarına hiç yer vermediğimizi söyledi yeniden, ben de ‘Bana gönder’ dedim, o çantasını açıp üstünde ‘Albay Dursun Çiçek Davası: İftiralar ve Gerçekler’ yazan bir CD çıkartıp verdi bana.
Dedim ki, ‘Farklı imzaların çıktı’, ‘Hepsi sahte’ dedi, ‘imza makineleriyle yaptılar’.
‘Sen istihbarat albayısın’ diye söze başladım, ‘Ben istihbarat albayı değilim, ben deniz albayıyım’ dedi, arkasından ekledi, ‘psikolojik savaş bölümü diye bir bölüm de yok’.
Hava inanılmaz sıcaktı, ben mahkemeye girip çıkacaktım ama o hapishaneye dönecekti, yaz günleri hapishanenin nasıl bir yer olduğunu biliyordum.
Yanında avukat kızı vardı.
Ben, ‘Bu söylediklerine baktıracağım, söylediklerini yayımlarız’ deyince genç kız, ‘Hiç sanmıyorum’ dedi.
‘Seni harcadıklarını düşünüyorum bu işte’ dedim, ‘bu plan bir albayın tek başına yapacağı iş değil’.
Gerçekten de böyle düşünüyorum.
Çiçek, ‘Öyle bir plan yok’ dedi.
Tümden her şeyin ‘yalan ve düzmece’ olduğunu iddia ediyordu.
‘Her şey yalan’ deyince konuşacak lâf pek kalmıyor.
Şartlar eşit olsa belki daha uzun konuşurduk ama hapishaneye giden bir adamla böyle bir tartışmaya girmek insana ağır geliyor.
‘Baktıracağım bu CD’ye’ dedim.
El sıkıştık, o jandarmaların arasında hapishaneye döndü, ben yargılanmak üzere mahkemeye girdim.
Bana verdiği CD’ye baktıracağım gerçekten.
Ama orada söylemeyi unuttuğum bir şey var, şimdi söylüyorum, bizim gazeteyi okumuyorsa da biri ona söyler.
Benim CD’ye baktırmamı beklemesin, hakkındaki iddialara verdiği cevapları yazsın, söz veriyorum, yayımlayacağım.
Bu gazete, ‘ben haksızlığa uğradım, sesimi duyuramıyorum’ diyen herkese yer açan bir gazete, geceyarısı kapısını çalan her insana ‘kimsin’ diye sormadan bir yer ve ekmek veren bir tekke gibi olmasını istiyoruz buranın.
Kim olursa olsun.
‘Bana haksızlık yapıldı’ demesi yeter, sözlerini yayımlarız, onun söylediklerine verilecek cevapları da yayımlarız.
İnsanların sessizlikle boğulmasını istemiyoruz, sözünü söylesin, doğru söylemiyorsa onun doğru söylemediği de anlatılsın.
Gerçek ancak böyle ortaya çıkar.
Darbecilerden nefret ederim ama ‘ben yapmadım’ diyen birinin ‘darbeciliğini’ onu susturarak, sesini kısarak, hapishanenin sessizliğine mahkûm ederek kanıtlamak istemem, gerçeğin konuşularak ortaya çıkarılmasından yanayım.
Sonra mahkemeye girip sanık sandalyesine oturdum.
Hakkımda suç duyurusunda bulunan Başbakan’la ilgili düşüncelerimi anlattım, Uludere’deki gerçekleri açıklamayan birinin bağırıp çağırarak gerçeklerin üstünü örtemeyeceğini, bu gerçeklerin açığa çıkarılmasını istemenin herkesin görevi olduğunu söyledim ve ‘Bugün ben burada Başbakan’a hakaretten yargılanıyorum ama Başbakan ilerde Uludere’deki katliamdan yargılanacak’ dedim.”
İki gün sonra kızının imzasıyla uzunca bir mektup geldi.
Mektubu, 18 Haziran 2012 tarihinde “birinci sayfadan” duyurarak, “Çiçek aleyhinde tam bir delil yok” başlığıyla, noktasına virgülüne dokunmadan yayınladık.
Dursun Çiçek orada, kızı da orada, Ahmet Hakan gidip onlara, “sizin mektubunuzun virgülüne, noktasına dokundular mı” diye sorabilir eğer gerçeklerle hâlâ herhangi bir ilişkisi varsa.
“Asla kendisine söz hakkı vermediğimiz” Dursun Çiçek’in avukatı ve kızı olan İrem Çiçek’in bir mektubunu yayınlamakla yetinmedik.
Bugünlerde arka arkaya mahkûmiyetler alan Arzu Yıldız, kendisiyle konuştu.
O konuşmayı 14 Temmuz 2010’da, “Babam üstlerine karşı itaatkârdır” başlığıyla yayınladık.
Alt başlıkta da “Askerî savcılığın tek başına darbe planı hazırlamakla suçladığı Albay Çiçek’in kızı Taraf’a konuştu: Babam üstlerine itaat eder” yazıyordu.
21 Temmuz 2011’de, Çiçek’in savcılıkta kendisini savunan ifadesine yer verdik ve haberin son bölümünde eşine yapılan haksızlığı şöyle yazdık:
“Çiçek’in eşi Ardahan’a sürüldü
Albay Dursun Çiçek’in Ankara’da bir bankada müdür olarak görev yapan eşi Gülşen Çiçek, kızı İrem ve eşi Dursun Çiçek’e yakın olmak için İstanbul’a tayinini isteyince, bankanın Ardahan şubesine gönderildi. Sürgün gibi atamaya itiraz eden Gülşen Çiçek, itirazı kabul edilmezse 30 yıldır hizmet ettiği bankadan istifa edecek.
Sözcü Gazetesi Ankara Temsilcisi Saygı Özürk’ün haberine göre, Balyoz Davası’nın tutuklu sanıklarından Dursun Çiçek’in eşi Gülşen Çiçek, İstanbul’da yaşayan kızı İrem Çiçek ve Silivri Cezaevinde tutuklu bulunan Dursun Çiçek’e yakın olabilmek için 30 yıldır çalıştığı bankadan tayin istedi. Gülşen Çiçek, tayin dilekçesinde bankada çalıştığı süre içerisindeki başarılarını sıraladı ve o tarihe kadar tayin talebinde bulunmadığını belirterek, eşi ve kızına yakın olmak istediğini belirterek, İstanbul‘a atanmak istediğini belirtti.
Banka ise Gülşen Çiçek’i 15 gün önce İstanbul yerine Ardahan Hanak’a atadı. Gülşen Çiçek, bankanın Ardahan’a verdiği tayin kararına geçtiğimiz günlerde itiraz etti. Bankanın bu itirazı kabul etmemesi halinde Gülşen Çiçek’in 30 yıldır hizmet ettiği kurumdan istifa edeceği öğrenildi.”
Bunlara rağmen Ahmet Hakan, “asla söz hakkı vermediğin” diye pervasızca yazabiliyor.
Ahmet Hakan’ın, yalan olduğu bu kadar rahatça kanıtlanacak yalanlar söylemesi size de tuhaf gelmiyor mu?
Okuyucularının ve izleyicilerinin onun her söylediği yalana inanacak kadar akılsız olduğuna güvenmesi, sizi de öfkelendirmiyor mu?
Bu sadece bir algı operasyonu değil, aslında tüm okuyucularını ve izleyicilerini de aşağılama çabası çünkü.
“Ben istediğim yalanı söylerim, onlar da inanır” rahatlığı.
İnanıyor musunuz gerçekten?
İnanmayı sürdürürseniz, o da yalanlarını sürdürür, bunu da unutmayın bence.
Şimdi gelelim “manşetlerden infaz ettiğimiz” Dursun Çiçek meselesine.
Bakalım gerçekler, belgeler neler söylüyor.
Şartların değişmesiyle hapisten çıkan, CHP milletvekili olarak Meclis’e girip şimdilik dokunulmazlık hakkına sahip olan Dursun Çiçek, bu tartışmaların yeniden açılmasından ne kadar memnun olacak bilmiyorum ama bu meseleyi yeniden Ahmet Hakan açtı.
Başka kavgaların içinde olduğumuz bugünlerde benim bu dosyaları açmaya niyetim yoktu.
Bir bakıma da hayırlı oldu, algı operasyonlarının ne boyutlara vardığını insanlar görebilme imkânına kavuştu.
Ordudaki son görevi Genelkurmay Bilgi Destek Daire Başkanlığı olan Kurmay Albay Dursun Çiçek’in macerası, Ergenekon soruşturması sırasında Avukat Serdar Öztürk'ün ofisinde "İrticayla Mücadele Eylem Planı" başlıklı belgenin fotokopisinin ele geçirilmesiyle başladı.
Belge, AKP ile Gülen hareketine yönelik "komplo ve yıpratma planlarını" içermekteydi.
Planın altında Dursun Çiçek’in imzası vardı.
Bu plan Ergenekon dosyasına girdi.
Bu “eylem planını”nın haberini biz Taraf’ta 12 Haziran 2009'da Mehmet Baransu’nun imzasıyla manşetten verdik.
Ortalık karıştı.
Genelkurmay ciddi biçimde bocaladı.
Haberden birkaç gün sonra Genelkurmay, yaptığı basın açıklamasında, "belgenin Genelkurmay Başkanlığı'nın herhangi bir biriminde hazırlandığına ilişkin bir kanaate ulaşamadığını" duyurdu.
24 Haziran 2009 günü, söz konusu belgenin Genelkurmay'da hazırlanmadığını söyleyen askerî savcılık da takipsizlik kararı verdi.
Dosyayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderdi.
Askerî savcılığın kararının ardından Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ basın toplantısı düzenledi.
"Bugün biz bu kâğıt parçasının birileri tarafından TSK'yı yıpratma ve karalama amacıyla hazırlandığını değerlendirmekteyiz" dedi.
Böylece “kâğıt parçası” lâfı da tarihe geçti.
Daha sonra Ergenekon savcıları Çiçek’in ifadesini aldı, kısa süre tutuklandıktan sonra bırakıldı.
Ve, Genelkurmay tarafından başka bir göreve atandı.
Çiçek, ısrarla belgenin altındaki imzanın kendisine ait olmadığını, sahte bir imza olduğunu söyledi… Daha sonra bir bilirkişiden bu imzayla ilgili bir başka rapor alıp Ergenekon davasının dosyasına koydu…
Bu arada, imzasını değiştirip, başka türlü imzalar atmaya başladığı ortaya çıktı… O imzalardan hangisinin gerçek olduğu araştırılmaya başlandı.
Biz onu da haber yaptık.
2009’un Ekim ayında, “Genelkurmay Karargâhı'nda çalıştığı belirtilen bir subay” tarafından eylem planının ıslak imzalı orijinali bir ihbar mektubuyla birlikte soruşturmayı yürüten savcılara gönderildi.
Adlî Tıp Kurumu da, iki ayrı raporla, eylem planının altındaki “imzanın Dursun Çiçek’in el ürünü olduğunu” bildirdi…
Burada size küçük bir “şıklık” yapayım, 24 Ekim 2009’da Hürriyet Gazetesi’nin bu konuda verdiği “Islak İmza Dursun Çiçek’in El Ürünü” başlıklı haberin bir bölümünü de buraya koyayım.
“…. Hürriyet’in ulaştığı kaynaklara göre bir subay, 10 gün önce 5 sayfalık bir mektupla ‘AK Parti ile Gülen’i bitirme planı’nın orijinal belgesini gönderdi. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, ihbar mektubunu değerlendirerek, ‘İrtica ile Mücadele Planı’ diye bilinen belgedeki ıslak imzanın, Dursun Çiçek’in imzasıyla karşılaştırılması için Adlî Tıp Kurumu’na gönderdi. Adlî Tıp incelemenin ardından 3 gün önce 3 uzmanın imzasını bulunan bilirkişi raporunda, ‘Belgedeki ıslak imza Albay Dursun Çiçek’in el ürünüdür’ denildi. Bu gelişmeden sonra Albay Dursun Çiçek’in İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nda yeniden ifadesine başvurulabileceği bildirildi.”
Haber, “karargâhta panik” ara başlığıyla şöyle devam ediyor:
“İstanbul Başsavcılığı’na gönderilen 5 sayfalık mektupta şu iddialara yer verildi:
‘Genelkurmay içerisinde Dursun Çiçek’in çalışmış olduğu Genelkurmay Harekât Başkanlığı Bilgi Destek Daire Başkanlığı’nda olayın ortaya çıkmasının ardından büyük panik yaşandı. Birçok bilgi, belge, evrak ve bilgisayarlar kayıtları imha edildi. Bilgi Destek Daire’nde içinde orjinal belge arandı. Bulamayınca ‘Birisi imha etmiştir’ diye düşünüldü. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’a da bu şekilde bilgi verildi. Belgenin bulunamaması üzerine dairede görev yapan subay ve astsubaylar cezalandırılarak başka yerlere tayin edildi.’
Albay Çiçek’in hazırladığı belgeyle ilgili ilk haber Taraf Gazetesi’nde 12 Haziran’da yayınlanmıştı. ‘AK Parti ve Gülen’i Bitirme Planı’ başlıklı belgenin fotokopi olması tartışmalara yolaçmış, ıslak imzalı orijinal belge ortaya konulamadığı için Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, “Kâğıt parçası” diye nitelendirmişti. Başbuğ yaptığı açıklamada, sahte olduğu söylenen belgeyi hazırlayanların da bulunmasını istemişti.”
Gördüğünüz gibi “Hürriyet’in ulaştığı” kaynaklar da böyle söylemiş.
Hürriyet de o kaynaklara dayanarak “Islak İmza Dursun Çiçek’in El Ürünü” başlığını atmış.
Bu küçük “nottan” sonra biz devam edelim.
1 Mart 2010 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı, “belgenin gerçek olduğunu doğrulayacak yeni delillerin elde edildiğini” duyurdu.
Buna Taraf’ın manşetleri karar vermedi…
Buna Genelkurmay Başkanlığı karar verdi.
Biz, Genelkurmay Başkanlığı’nın kararını manşet yaptık.
“İmza” Çiçek’in miydi değil miydi tartışmaları sürerken, bu sefer Jandarma Kriminal Dairesi 23 Şubat 2010’da, imzanın Çiçek’in “el ürünü olduğunu” açıkladı.
Bunun üzerine, Dursun Çiçek için askerî savcı Albay Yavuz Şentürk 53 sayfalık bir iddianame hazırladı.
Hazırlanan iddianamede şöyle denildi:
“Çiçek’in planı hazırladığı iddialarını ilk baştan itibaren istikrarlı bir şekilde inkâr etmesine karşın, yazının 4. sayfasında ‘Dursun Çiçek Dr.Dz.P.Kur.Kd.Albay’ şeklindeki imza blokunun üzerinde yer alan imzanın, Dursun Çiçek’e ait olduğunun Adlî Tıp Kurumu Başkanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü Kriminal Polis Labaratuarları Dairesi Başkanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı Kriminal Daire Başkanlığı’nın raporlarıyla belirlenmiş olması karşısında, yazının şüpheli tarafından hazırlandığının kabulü gerektiği sonucuna varılmıştır.
Dursun Çiçek’in ‘İrticayla Mücadele Eylem Planı’ başlıklı yazıyı hazırlayarak, görevi kötüye kullanmak suçunu işlediği anlaşıldığından, eylemine uyan Askerî Ceza Kanunu’nun 144. maddesi delaletiyle TCK’nın 257/1’nci ve 53’ncü maddeleri uyarınca cezalandırılmalıdır.”
Bu, Taraf’ın manşeti değil…
Bu, Genelkurmay Askerî Savcılığı’nın iddianamesi.
Adlî Tıp Kurumu’nun, Emniyet Kriminal Laboratuarının ve Jandarma Kriminal Dairesi’nin “imzanın gerçek olduğuna” dair ortak kararları askerî savcılığın da iddianamesine yansıdı.
İddianameye göre, Çiçek belgeyi üstlerinden emir almadan kendi başına hazırladı.
Ahmet Hakan’ın “benim manşetten infaz ettiğimi” söylediği Dursun Çiçek’in “İrtica ile Mücadele Eylem Planını” hazırladığına dair üç ayrı kriminal rapor var görüldüğü gibi.
O raporları Taraf’ın manşetleri yazmadı…
Taraf, o raporları manşet yaptı.
Üstelik Dursun Çiçek, sadece o “andıçtan” dolayı da yargılanmadı.
Gene Taraf’ın haber yaptığı “İnternet Andıçı” davasından da yargılandı.
Altında kendisininkiyle birlikte 8 imza bulunan o andıçı hazırladığını itiraf ederek, “komutanlarımın emriyle yaptım” dedi… Bunların “beyaz propaganda” olduğunu söyledi…
Peki, Hürriyet Gazetesi bunu nasıl haber yapmış, şöyle kısaca bir de ona bakalım.
2 Ağutos 2011’de Hürriyet bu haberi, “Albay Çiçek mahkemede itiraf etti” başlığıyla vermiş.
Alt başlık da şöyle:
“’İrticayla Mücadele Eylem Planı’ davası kapsamında mahkemede konuşan Albay Dursun Çiçek, ‘İnternet andıcı gerçek bir belgedir. Altında imzalar ve paraflar vardır’ dedi.”
İnternet andıçları, Genelkurmay’ın insanları ve grupları karalamak için kurdurduğu internet siteleriyle ilgiliydi.
Genelkurmay’ın bu siteleri, Taraf’ın bunları haber yapmasından sonra derhal kapatıldı.
Mahkemede savcı, Genelkurmay’ın Adlî Müşaviri Tümgeneral Hıfzı Çubuklu’ya “Peki bu psikolojik harekât siteleri Taraf’ın 4 Şubat 2009’daki manşetinden sonra niye toplu halde kapatıldı” diye sorduğunda….
Tümgeneral Çubuklu, “Bir hukukçu olarak yorumum bir şeyden çekinildiğinden dolayı alelacele bu sitelerin kapatılmış olabileceğidir,” diye cevap verdi.
Çiçek bu davaların sonucunda mahkum oldu.
17-25 Aralık’tan sonra da bütün Ergenekon ve Balyoz sanıklarıyla birlikte beraat etti ve serbest bırakıldı.
Şimdi soralım bakalım.
“İrticayla Mücadele Eylem Planını” Taraf mı hazırladı?
Hayır.
O belgenin altındaki Çiçek’in imzasının gerçek olduğunu açıklayan Adlî Tıp raporunu Taraf mı hazırladı?
Hayır.
Emniyet Kriminal’in raporunu Taraf mı hazırladı?
Hayır.
Jandarma Kriminal’in raporunu Taraf mı hazırladı?
Hayır.
Genelkurmay’ın “belgenin gerçek olduğunu doğrulayacak yeni delillerin elde edildiğini” söyleyen açıklamasını Taraf mı Genelkurmay’a söyletti?
Hayır.
Genelkurmay’ın kararını değiştirmesini Taraf mı Genelkurmay’a emretti?
Hayır.
Askerî Savcılık’ın iddianamesini Taraf mı yazıp savcıya verdi?
Hayır.
Çiçek, “internet andıçlarının” varlığını Taraf’ın talimatıyla mı itiraf etti?
Hayır.
Hıfzı Çubuklu’nun açıklamasını Taraf mı yazıp Çubuklu’ya verdi?
Hayır.
İzninizle şunu da sorayım:
Hürriyet’in haberini Taraf mı yazdırdı?
Onun da cevabı “hayır.”
Peki, Çiçek’i benim “manşetlerden infaz etmiş” olduğumu nasıl söyleyebiliyor Ahmet Hakan bütün bunlara rağmen?
Var mı bunun bir açıklaması?
Bunun tek bir açıklaması var, o da Ahmet Hakan’ın bir “algı operatörü” olarak çalışıp algı operasyonları yapması.
Zaten onun için rahatça “Dursun Çiçek’e asla söz hakkı vermediğimi” de yazabiliyor.
Gerçeklerle ilgilenmiyor o.
O, algı operasyonu yapıyor ve söylediği yalanlar belgeleriyle ortaya konunca da başını öbür yana çeviriyor.
Sanki yalanları yüzüne vurulmuyormuş gibi...
Utanmasını beklemiyorum, “algı operatörlerinde” utanma yoktur, utanması olanlar öyle işler yapmaz zaten…
Ama bunca yalanı söyledikten sonra gözünü kapatıp bana küfredince nasıl bu yalanların kaybolacağını sanıyor…
Onu anlamıyorum.
Kaybolmayacak bu yalanlar, o yaşadığı sürece bu yalanlar onun boynunda aldığı her nefesi zorlayarak asılı kalacak.
(Bu yazı platform24.org platformundan alınmıştır)