Abdullah Aymaz - Samanyoluhaber.com
Bir profesör, asistanına bir meseleyi anlatırken kütüphanesindeki kırmızı kapaklı Risalelerin içinden, “Kara kaplı Kastamonu Lâhikasını bulup getirmesini” istiyor. Kastamonu Lâhikası gözünün önünde durduğu halde bir türlü kitabı bulup getiremiyor. Çünkü hep kara kitap arıyor… İşte insanların kafaları bir yanlışa kotlanıp kilitlenirse, gerçeği bir türlü göremezler; halbuki o gözlerinin önünde bulunmaktadır. Algı operasyonlarının neticeleri böyledir. Kişiler ve topluluklar hakkında insanların kafalarındaki şifreler kirlenir yanlış şeylerle kotlanırsa bir türlü hakikata ulaşamazlar.
Meşhur Pavlov’un şartlandırma psikolojisinden istifade ile kitleler hakkında yazılmış şartlandırmalar ve algı operasyonları ile uyuşturulmuş hatta zombileştirilmiş toplumların varıp dayandıkları noktalar hep trajedilerle doludur.
Biz gerek Fransız ihtilalini, gerek Bolşevik ihtilalini gerekse Nazizm ve Faşizmin bir anda kitleleri peşine takıp dünya için bir tehlike arz edişini KİTLELER PSİKOLOJİSİNİN kullanılmasıyla, yığınların kandırılması, kitlelerin yoğunlaştıkça daha duygulu, daha kadınsı vasıf ve meyil kazanması fertlerin KİTLE HİPNOZU ile birer UYURGEZER vaziyet alarak büyülenmiş olmasıyla izah edelim veya daha başka şeylerle izahlar edelim, bunları kimler niçin yapmış olurlarsa olsunlar, hepsinin üzerinde İlahî irade ve Kudretin mührünü, Mukadderatın çok ince ve teferruatlı planını görüyoruz. Yani işler varıp “Kalbler, Allah’ın kudretin ‘İki parmağı’ arasındadır. İstediği gibi evirir-çevirir.” hakikatına dayanıyor. Hikmetlerin kökleri çok derinlerde. Karıştırılınca amel cinsinden bir ceza karşımıza çıkıyor veya zâlim vasıta yapılıp İlahî intikam alınıyor. Veya işler ve hesaplar âhiret hesabına cereyan ediyor. Evet, hikmetin sırları çok ince kanunlara bağlı, İlahî icraat çok yönlü… Zeytin gibi ayçiçeği gibi nesnelerin yağları mengenelerde sıkılarak elde edildiği gibi, bir çok buluşlar, yepyeni fikirler ve insanlık çapındaki maslahatların vasatı da o büyük musibet anlarında oluşmuştur. Savaşlarda, karşılıklı tarafların birbiriyle yarışları hırslı araştırmalar yeni teknik imkanları ortaya çıkarmış hatta Cenab-ı Hakkın atom enerjisi gibi gizli sanatlarının izharına da vesile olmuştur.
“İyiler mutlaka nimet içindedirler. Kötüler de yakıcı ateş içindedirler.” (İnfitar Suresi, 13-14) âyetlerini Bediüzzaman Hazretleri Sünuhat Risalesinde izah ederken diyor ki: “Bütün akıbetler, cezaya ve azaba delildir. Çünkü herkes hususi bir tecrübe ile görüyor ki, hiçbir tabii münasebet olmadığı halde masiyet ve günah kötü bir neticeye varıp dayanıyor. Bu kadar çokluk, tesadüfle izah edilemez. Eğer şu bütün muhtelif hususi tecrübeler nazara alınırsa, görünür ki, ortak nokta yalnız masiyet ve günahın tabiatıdır ki, cezayı gerektiriyor. Demek CEZA, masiyet ve günahın ‘zâtî lâzımı’dır. Madem ki, dünyada ekseriyetle bu ‘lâzım’ sırf masiyet ve günahın tabiatı için gerekiyor. Elbette bu dünyada terettüp etmeyen öbür dünyada terettüp edecektir. Acaba kim vardır ki, küçücük bir tecrübe geçirmemiş ve dememiş ki: ‘Filan adam fenalık etti. Belasını buldu.”
Ben kendim, ayak sancılarından şikayet eden birisinin sancıları şiddetlenince: ‘Ah anacığım, sana attığım tekmelerin cezasını çekiyorum!..’ diye inlediğini hiç unutmam…
Taberî Tefsirinde anlatıldığı üzere: Ertat bin Münzir diyor ki: İbn-i Abbas’a bir adam geldi ve ona ‘Hâ Mîm Ayn Sîn Kâf” âyetinin tefsirini bana anlat’ dedi. İbn-i Abbas, başını hemen öne eğdi. Sonra cevap vermedi. Adam soruyu tekrarlayınca İbn-i Abbas yine cevap vermedi ve hoşnutsuzluk belirtti. Adam üçüncü defa tekrar etti, yine cevap vermedi. Bunun üzerine orada bulunan Hz. Huzeyfe (r.a.): ‘Ben sana niçin hoş görmediğini söyleyeyim, sebebini biliyorum.’ dedi. ‘Evet bu âyet-i kerîme Resulullah’ın (S.A.S.) Ehl-i Beytinden olan ve Abdü’l-İlah veya Abdullah isminde bir kişi hakkında nazil oldu. Bu kişi, şark nehirlerinden bir nehrin kenarında konaklar. Bu nehrin kenarında iki şehir kurulmuştur. Böylece nehir şehri birbirinden ayırmıştır. Allah, o kişinin mülklerinin zevâline, devletlerinin ve müddetlerinin son bulmasına izin verdiği zaman, o şehirlerden biri üzerine bir gece bir ateş gönderir de o şehrin bulunduğu taraf sabahleyin yanmış olarak simsiyah hâle gelir. Az bir müddet geçer geçmez bütün anîd (inatçı, kaypak) cebbarlar orada toplanır.” Bu rivayet, Bağdat şehrinin sonradan Dicle nehri etrafında kurulacağını, orada Ehl-i Bey’ten devlet adamı Abdü’l-İlahın öldürüleceğini haber vermiştir. 1958 Irak ihtilalinde bu olay gerçekleşmiş. Ezher âlimleri hayretle “Kur’an’ın bir mucizesi daha gerçekleşti!” demişlerdir…
14 Temmuz 1958’de kanlı bir ihtilal yapılmış, Irak’ın genç kralı Faysal, amcası Abdülilah, Başbakan Nuri Said Paşa darbeden hemen sonra öldürülmüşlerdi. İhtilalcilerin ufacık bir gecikmesi genç ve sevilen kralı kurtarabilecekti. Çünkü Faysal o gün Türkiye’ye Cento toplantısına katılmak üzere hareket edecekti. Fakat ikisi de yakalanarak öldürüldüler. İhtilalciler bilhassa Abdülilah’ın cesedini parça parça oluncaya kadar sokaklarda sürüklediler. Çünkü çeşitli parçalarını yoldaki direklere astılar. Krala yakınlığıyla tanınan kim görülürse azgın kalabalıkların elinden kurtulamıyordu.
Halk darbe lideri General Kasım’ı çılgınca alkışlıyordu. Ama 3 Şubat 1963’te bu sefer General Arif ihtilal yaptı. Kasım, kralı Amerikancı diye suçlamıştı. Kendisi de Rusya’ya yanaşmıştı. Bu sefer Bağdat Radyosu Kasım için: “Diktatör, komünist, Allah ve halk düşmanı” diyerek suçluyordu. Sabaha karşı Kasım’ın bulunduğu Savunma Bakanlığını bombalayan General Arif’in uçakları, binayı delik deşik etmişlerdi. Fakat Kasım enkazın arasından sağlam çıkmıştı. Önce direnmek istedi ama, ordunun, telefon ve radyonun ihtilalcilerin eline geçtiğini öğrenince Arif’ten, Irak’ı terketmesi için izin vermesini istedi. Arif, Kasım’ın kendisini idama mahkum ettirip senelerce kararın infazını beklettiği bir insandı; Kasım’ı iyi tanıyordu. İzin vermedi. Kasım’ın sahte delillerle idam hükmü verme rekoru kırmış Mahkeme Başkanı ve yaverini yani üçünü kurşuna dizdirdi. İnfaz anını televizyondan bütün Irak gördü. Halk daha dört-beş sene önce alkışladıkları diktatör Kasım’ın, bu sefer öldürülmesini ve feci âkıbetini alkışlıyorlardı, hem de delice…
Tarih tekerrürlerden ibaret, algı operasyonlarıyla uyutulan halk, kimbilir bundan sonra daha kimleri elleri patlayıncaya kadar alkışlayacak Allah zulümden ve zâlimden bizleri korusun…