Adem Yavuz Arslan / Tr724
SİZ SİZ OLUN, AMERİKAN MEDYASININ DİLİNE DÜŞMEYİN
“Gerçekler sizi özgür kılar”
Sözün kaynağına dair rivayetler muhtelif.
Hz. İsa ile onu tutuklayan Roma Valisi Pilate arasında geçtiği de söylenir fakat bizim meslekte Washington Post’un efsanevi yayın yönetmeni Ben Bradlee’nin tarihe geçen makalesiyle bilinir.
Watergate Skandalı patladığında, dönemin başkanı Nixon ‘ulusal güvenlik’ bahanesiyle yayın yasağı getirmeye çalışmış, Washington Post’un yayın yönetmeni Bradlee “Hiçbir gerçek bir ülkeye uzun vadede yalanın verdiği zararı veremez. Gerçekler, insanı özgür kılar” diyerek haberleri yayınlamıştı.
Sonrasında yaşananlar malum.
Başkan Nixon, hakkındaki haberler yüzünden ABD tarihinde istifa etmek zorunda kalan tek başkan olurken yakın ekibinden 40 üst düzey isim hapse girdi.
Bradlee, “Hiçbir gerçek bir ülkeye uzun vadede yalanın verdiği zararı veremez” cümlesini 1973’te yazmış ama sanki 2017 Türkiye’sini tarif ediyor.
Düşünsenize…
17/25 Aralık 2013’te ortaya dökülen yolsuzluk ve skandalları örtmek için Türkiye’yi yakıp yıkıyorsunuz ama ‘gerçekler’ gecikmeli de olsa başka bir yerden çıkıyor.
Siz, ‘bütün bunlar Cemaat’in oyunu, tapeler montaj, kutular dolusu dolarları paralel polisler koydu’ diyorsunuz fakat dünyanın öbür ucunda bir mahkeme tapelerin gerçek olduğuna karar verip delil olarak dosyaya koyuyor!
Siz 17/25 Aralık’a dair bir şeyler yazmasınlar diye tüm muhalif medyaya el koyacak, yüzlerce gazeteciyi tutuklayacak bir o kadarını sürgünde yaşamaya mecbur bırakacaksınız fakat David Ignatius gibi dünya çapında gazeteciler, New York Times ve Washington Post gibi referans gazeteler sizin kapattığınız dosyaları didik didik ediyor!
17/25 ARTIK KÜRESEL BİR HABER
Son bir haftadır yaşananları takip etmişsinizdir.
Türkiye ile Amerika arasında yaşanan vize krizine paralel olarak Amerikan medyasında geniş analizler yayınlandı.
Gerek New York Times gerekse de Washington Post’un, çok iyi çalışıldığı her halinden belli olan haberlerinde, Erdoğan’ın Rıza Zarrab’ı kurtarmak için gösterdiği olağanüstü gayrete dair detaylar var.
Daha önce bu köşede Erdoğan’ın her görüşmede Zarrab’ı birinci gündem maddesi yaptığına dair kulisleri yazmıştım ama açıkçası bu kadarını ben de tahmin etmemiştim.
Düşünebiliyor musunuz?
Tayyip Erdoğan ABD’nin en etkili ilk 6 ismi ile 90 dakikalık bir görüşme yapıyor ve 45 dakikasını Zarrab’a ayırıyor.
Yetmiyor, eşi Emine Erdoğan da, dönemin başkan yardımcısı Joe Biden’in eşinden ‘ricacı’ oluyor.
Haberlerde Erdoğan’ın çabalarına dair başka detaylar da var. Özetle şunu söylemek mümkün: Bakmayın Türkiye’de sürekli Pensilvanya filan demesine. Erdoğan’ın ABD’den almak istediği tek isim Zarrab.
Erdoğan’ın bu cansiperane mücadelesi doğal olarak ABD’lilerin de dikkatini çekiyor. Yapılan tüm yorumlar, analizler ‘davaların Erdoğan’ın şahsına uzanabileceği, bu durumun da Erdoğan’ı fazlasıyla gerdiği’ yönünde.
Üstelik, Türkiye’de üzeri kapatılan 17/25 Aralık dosyası artık ABD medyasının öncelikli gündem maddeleri arasında. Erdoğan’ın ‘olağanüstü gayretleri’ sayesinde Türkiye’de yayınlanamayan haberler artık uluslararası haber.
Bu arada şu notu da düşeyim: ABD’li meslektaşlar konuyu o kadar iyi irdeliyorlar ki bu konudaki gelişmeleri New York Times ve Washington Post’tan izlemekte fayda var.
WASHINGTON’DA İYİMSER KİMSE YOK
Bir önceki yazıda da aktarmıştım. Erdoğan, Zarrab’ı Amerika’dan almak için çok çalıştı.
Fakat Obama döneminde istediğini alamadı. Trump’ın seçilmesi hükümet çevrelerini umutlandırdı. Hele hele Trump’ın savcı Bharara’yı görevden alması (bu arada ben bu yazıyı yazarken Bharara, CNN International’da kendisinin görevden alınması için Erdoğan’ın ABD yönetimine baskı yaptığı yönündeki haberleri teyit etti) moralleri yükseltmişti.
Ancak gelişmeler Erdoğan’ı mutlu edecek şekilde olmadı. Üstelik mahkeme soruşturmayı genişletti.
Erdoğan ihalelerle, lobi şirketleriyle Trump yönetiminde etkili olamayınca bu kez karşıya geçip ‘çatışma stratejisini’ uygulamaya başladı.
Washington’da konuşulanlara göre yakın vadede tansiyonu düşürecek bir adım beklenmiyor.
ABD tarafı ‘artık yeter’ modunda. Öyle ki Washington’da iyimser konuşan kimse yok.
Eğer Erdoğan ‘kandırıldım’ deyip radikal bir dönüş yapmazsa ABD ile ilişkiler uzun süre gergin kalacak gibi.
Erdoğan ve Havuz medyasının ‘Trump iyi, çevresi kötü’ taktiğinin Türkiye iç kamuoyuna yönelik olduğunu, suyun bu yakasında esprilere konu yapıldığını not etmekte fayda var.
DOSYA DEĞİL BEKLENTİLER KONUŞUYOR
Bu arada Zarrab dosyasına dair enteresan bir durumla karşı karşıyayız.
Şöyle ki, 17/25 Aralık’ın tüm donelerini kullanan muhalefet partileri o operasyonları yapan bürokratların 3 yılı aşkın süredir hücrede tutulmasına karşı duyarsız.
Üstelik Erdoğan’ın söylemleriyle Cemaati linç etmekten geri durmuyorlar.
Bir diğer tuhaflık ise şu: Başta muhalefet temsilcileri ve var olan az sayıdaki Erdoğan karşıtı gazeteci Zarrab dosyası üzerine analizler yazarken dosyayı değil beklentilerini konuşturuyorlar.
Oysa ki, dosya herkese açık.
İnternetten iddianameyi görmek mümkün. Dosyada -şimdilik- yer almayan suçlamalara dair projeksiyonlar yapılıyor. Yarın bir gün büyük hayal kırıklıkları yaşanabilir.
Hem kendilerinde hem de bu dosyaya umut bağlayan kitlelerde.
ABD MEDYASININ FİKRİ TAKİBİ GÜÇLÜDÜR
Daha önce de ifade ettiğim gibi, son haberler gösterdi ki 17/25 Aralık artık küresel bir gündem.
Önceleri meseleye, biraz da laik-liberal çevrelerin bu yöndeki lobisinin etkisiyle, ‘hükümet ile Cemaat arasındaki güç mücadelesi’ olarak bakan ABD medyası artık daha farklı bir perspektiften yaklaşıyor.
Amerikan medyasının fikri takip geleneği çok güçlüdür. Amerikan medya tarihi gazetecilerin muhataplarına kök söktüren fikri takip haberleriyle doludur.
O açıdan son dönemde New York Times ve Washington Post’ta yer alan haberlerin arkasının gelmesi şaşırtmamalı. Kaldı ki, Amerikan medyasında otoriter liderlere karşı kadim bir alerji var. Erdoğan’ın basın özgürlüğüne dair tutumları, icraatları dünyanın öbür ucunda bile tepki görüyor.
Bir bakıma bu haberlerin itici gücü Erdoğan’ın bizatihi kendisi. Süreç Erdoğan’a ‘keşke Türk medyasına el koymasaydım da sadece onlar yazsaydı’ dedirtebilir.