Sorumluluk şuuru
MEHMET ALİ ŞENGÜL
Her dönem ve devirde yüzlerce olumlu, güzel teşebbüsler olduğu gibi, çarpık ve olumsuz hâdiselerde olmaktadır, olacaktır da.
Allah’ın kuluna bahşettiği en güzel nîmet, şüphesiz îman nîmetidir. Her nîmet, kendi cinsinden şükür gerektirir. Îman nîmetinin şükrü, onu muhtaç gönüllere taşımaktır. Kur‘an-ı Kerim pek çok yerde bu vazîfeyi hatırlatmaktadır:
“Ey müminler! İçinizde hayra çağıran, iyiliği yayıp kötülükleri önlemeye çalışan bir topluluk bulunsun. İşte selâmet ve felahı bulanlar bunlar olacaklardır.” (3/104)
“Ey Ümmet-i Muhammed! Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz: İyiliği yayar, kötülüğü önlersiniz, çünkü Allah’a inanırsınız. Ehl-i kitap da bu îmana gelseydi, elbette kendileri için iyi olurdu. İçlerinden îman edenler varsa da, ekserisi dinden çıkmış fâsıklardır.” (3/110)
Mes’uliyet ve sorumluluğunun şuurunda olan bir mü’min, kendisine düşen vazifenin idrâki içinde hareket eder, onun ağırlığını vicdânında duyar. İnsanlığın iftihar Tablosu Efendimiz (sav); ’Eğer benim bildiğimi bilseydiniz çok ağlar az gülerdiniz.‘ buyurmuştur. (Buhari)
Mü’minin sorumluluğu; doğru olmak, doğru konuşmak ve doğruyu savunmaktır. Ama, ‘her doğru benim sözüm ve tavrımdır’ (benim sözüm ve tavrım mutlaka doğrudur) iddiasında bulunmak yanlıştır.
Cenâb-ı Hak Hud sûresi 112.âyette; “Öyleyse ey Resûlüm, sen beraberinde olup tövbe edenlerle birlikte, sana nasıl emredilmişse öyle dosdoğru hareket et! Aşırı gitmeyin. Çünkü O, yaptığınız her şeyi görmekte olup işlerinizin karşılığını da size verecektir” buyurmaktadır.
Her yol hedefe doğru gitmez. Bir insan okul bitirir, diploma alır, belki güzel bir makam ve mevkiye gelir ama; adâleti, ahlâkı, fazileti temsil edemeyebilir.
Eğer kuvveti ve makamı temsil eden insanlar; raiyyetinin inancı ve kimliği ne olursa olsun onlara şefkat ve merhametle muâmele etmeleri gerekirken, yetimin garibin mazlumun elinden tutmuyor, imdâdına yetişmiyor, tersine onları eziyorlar, zillete ve sefâlete atıyorlarsa; o zaman adâletten uzak açıkca zulüm irtikâb etmektedirler.
İdâreci, raiyyetinin hem sorumlusu, hem hâmisi, hem de hizmatkârıdır. Bir baba ve anne şefkatiyle kucaklaması gerekmektedir.
Efendimiz (sav), “Allah’ın idareci yaptığı bir kişi raiyyetini aldatarak ölürse, Allah ona cennetin yüzünü göstermez.” Başka bir rivâyette, “Onlara sahip çıkıp korumazsa cennet’in kokusunu duyamaz” buyurmuşlardır. (Buhâri)
Başka bir hadislerinde Allah Resûlü (sav); “Kıyamet günü, insanların Allah’a en yakını en sevgilisi âdil imam (idâreci), en sevmediği de zâlim imam, idarecidir. Allahım! Ümmetimin yönetimine sahip çıkıpta zorluk çıkarana sende zorluk çıkar, kolaylık yapana sen de kolaylık yap!” buyurmuşlardır. (Tirmizi)
Bunlara alternatif olarak, eğitim, ahlâk ve fazileti temsil eden gönül erleri; zulme teslim olmadan kim olursa olsun insanlara adâletle muâmelede bulunarak, insan haklarına ve değerlerine saygılı ve sâhip çıkarak, ilim aşkıyla yanıp tutuşmakta, ölmüş kalplerin ihyâsı adına gerilim içinde kıvranmakta ve dünya kamuoyunda barışın tesisi adına hizmetlerine devam etmektedirler.
Onların derdi; îmanı ve dâvâsını esas alarak hakkı temsil etmek ve onu amel-i sâlihle tutup kaldırmaktır. Şartlar ne olursa olsun, aktif sabırla Allah’a tevekkül ve teslim olmak, Rahman’ın rızâsına ulaşmaktır.
İnsanı yıpratan, saçını sakalını ağartan mes’uliyet duygusu ve sorumluluğudur. Zerre kadar hayır ve şerden, Hâkimler Hâkimi Allah (cc) huzûrunda hesap verme korkusudur. Hiçbir şey zâyi olmamaktadır. Kirâmen kâtibin -Allah’ın kâtip melekleri- her şeyi kayıt altına almaktadır ve bunların hesâbı büyük Mahkeme’de sorulacaktır.
Varlığın şuurunda olan, ne yapması gerektiğinin idrakiyle hareket eden, yüce ve kutsî bir davayı temsil eden Onun sorumluluğunu omuzunda taşıyan ehl-i imanın en büyük kredisi, güven ve itimat telkin etmek olmalıdır.
Hizmet insanı’nın birinci derecede hedefi; insanı, yaratılanların en şereflisi olarak kendi varlığına ayna yapan Cenâb-ı hakk’ı tanıması ve muhtaç olan kullarına Allah’ı tanıtıp sevdirmesidir. Bu vesileyle O’nun (cc), rızasını kazanmadır. Aynı zamanda yaratana ve yaratılanlara karşı, mes’uliyetinin idrak ve şuurunda olmasıdır. Böylece, ölümle sona erecek dünya pazarında ölümsüz ebedî hayatı kazanma gayreti içinde bulunmaktır.
Husûsiyle iman şerefiyle şerflenmiş mü’min; Allah’a verdiği sözü yerine getirmeli, emir ve yasakları doğrultusunda hareket etmelidir. Bu durumu hatırlatma sadedinde Cenâb-ı hak Bakara suresi 40.âyette; “Siz ahdinizi (sözünüzü) yerine getirin, Ben de size ahdimi yerine getireyim” buyuruyor. Peygamber Efendimiz (sav) de; “Allah’ı kullarına sevdirin ki Allah da sizi sevsin” (Suyutî) buyuruyor.
Allah bütün müslümanları, güçleri yettiği halde yapmaları gereken ama yapamadıkları şeylerden hesaba çekecektir. Bakara suresi 286.âyette; “Allah hiç bir kimseyi güç yetiremeyeceği bir şekilde yükümlü tutmaz. Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği fenalık da kendi aleyhinedir...” buyrulmaktadır.
Hizmet insanı; imanları ve bu îmanları başkalarına duyurma gayreti sayesinde, her şeyi aşıp Allah’a ve gerçek huzura ulaşabileceklerine, dünyayı cennetlere çevirip ötelerde de otağlarını firdevslere kurabileceklerine inanır ve hayatı da, hizmeti de âdeta cennet yamaçlarında seyahat ediyor gibi duyarlar.
A’raf sûresi 16. ve 17. âyetlerde; “Öyle ise” dedi, “Sen beni azgınlığa mahkûm ettiğin için, ben de onları gözetlemek üzere Senin doğru yolunun üzerinde pusu kurup oturacağım.”
“Sonra onların gâh önlerinden, gâh arkalarından, gâh sağlarından, gâh sollarından sokulacağım, vesvese verip pusu kuracağım, Sen de onların ekserisini şükreden kullar bulmayacaksın!” buyrulmaktadır.
Bu durumda insan, doğruluk mücadelesini önce içindeki düşmanlara karşı verme durumundadır. En’amsûresi 153.âyette Allah (cc); “Bir de şu: “İşte Benim dosdoğru yolum. -Doğru yol, İslâm’dır- Ona tâbi olun. Yoksa başka yollara uymayın ki, sizi O’nun yolundan ayırmasın. İşte kötülüklerden sakınasınız diye Allah, size bunları emretti”buyurmaktadır.
Öyleyse dünyâmızı; âhirete göre yönlendirmek, muhtemelen bugün Allah huzuruna gidecek gibi bir şekilde değerlendirmek, sırtımızda taşıdığımız sorumluluğun azalmasına vesîle teşkil edebilir.