Sarı - kırmızılı kulübün resmi internet sitesine yansıyan
Cevat Güler'in konuşmasının ayrıntıları şöyle;
34 haftalık maratonun sonunda
Galatasaray en yakın üç rakibine 6'şar puan fark atarak mutlu sona ulaştı. İlk haftadan son haftaya kadar nasıl oldu? Siz zaten bu kulübün içinde uzun yıllardır
emek harcayan kişilerin başında geliyorsunuz. Bu
sezona da
teknik kadro içinde başladınız, sonrasındaki değişikliklerle sorumluluk tamamen size geçti.
İsviçre,
Almanya kampından kısa başlıklarla bu sezonu konuşmaya başlayalım.
Sondan başlayayım. Sorumluluk bana geçmedi. Biz üç
arkadaş birlikte sorumluluğu üstlendik, birlikte devam ettik. Sezon başında biliyorsunuz Sayın Kalli, Ahmet Akcan ve bizler teknik ekibi oluşturduk. Burada başladığımız çalışmalar İsviçre ve Almanya'da devam etti. O dönemleri birlikte yaşadık. Yoğun sıcak havaların olduğu dönemde başladık, İsviçre ve Almanya'da daha
soğuk hava olması dolayısıyla oraya gittik. Yeni bir
takımımız vardı, geniş bir kadroyla kampa gittik, kamp sonunda bir kısım arkadaşlarımız,
futbolcu kardeşlerimiz bizden ayrıldı. Yolumuza devam ettik. Çalışmalarımız yoğun olarak devam etti, günde bazen iki
antrenman bazen üç antrenmanla devam etti. Yoğun günlerdi. Kışın yılbaşında ligin
erken bitmesi, daha sonra
hazırlık kampının burada olması, aradaki zamanın az olması, kampa gidemeyişimiz... Kendi tesislerimizde kamp yapmaya devam ettik. Son 6 haftaya kadar tüm hocalar birlikteydik; 5 hoca birlikteydik. Kalli Hoca'nın ayrılmasıyla ve arkasından Ahmet Hoca'nın da ayrılmasıyla birlikte sorumluluk ve görev bize düştü. Biz elimizden gelen gayreti gösterip mutlu sona ulaştık.
50 yıllık lig tarihinde ilk defa teknik adam değişikliği yaşayan bir takım
şampiyon oldu. Feldkamp, Ahmet Akcan ve sizler bir ekiptiniz ama yoldan ayrılan iki kişiden sonra 5'e bölünen pay 3'e bölünmüş oldu.
Değişiklik değil eksilme diyelim biz ona. Çünkü
Burak Hoca'nın dediği gibi sezon başında Kalli Hoca'nın bizden istediği, 5 hocanın sorumlulukları vardı, yetkileri vardı antrenman içinde antrenman dışında yetkileri vardı. O yetkiler ve sorumluluklar 3'e indi. Yine biz aynı şekilde 3 hoca yine rakiplerin analizini, sahaya çıkılacak taktiklerin ne olacağını daha yoğun çalıştık. Daha önce tabiî ki en son kararı hocaya bıraktığımız için -Hoca olduğu için bıraktığımız için- biz son aşamada daha rahattık belki. Hafta içinde biz daha yoğun çalışıyorduk, şimdi hafta sonunu da biz yüklenmiş olduk. Ben öyle bir istatistik tutulduğunu bilmiyordum. Bu da ilk olmuş bize nasip oldu.
Rakamları da vereceğim. Mesela bu yıl da bütün Süper Lig takımları 6 tanesi dışında teknik adam değiştirdi. 34 antrenör görev yaptı bu sene,18 takımla birlikte. Tabi bu her yıl yaşanıyor. Her yıl buna benzer rakamlar görüyoruz. Bu konuda görüşlerinizi alacağım ama şu da önemli, siz sezon başında çoğu deplasmana gitmediniz,
İstanbul'daki maçlarda tribünlerde oturduğuz maçlar oldu. Orada otururken kafanızdan geçti mi günün birinde bu koltukta oturacağım ve farklı bir yerde maç seyredeceğim. Daha değişik görev ve sorumluluk bilincinde olacağım diye. Biraz o konulara değinelim.
Çok samimi olarak bir şey söyleyeyim, hiçbir zaman düşünmedim. Hatta Hocalarımız ayrıldıktan sonra Ankara'ya giderken uçakta bile şey diyordum; herhalde tahtaya
oyuncuları yazarız hadi çıkın oynayın. Orada da ne olacağı konusunda hiç kafa yormadım. Ama böyle bir değişiklik oldu, böyle bir durum oldu. Niye bu şekilde devam ettik sorusunun cevabı bizde değil. Onu bilmiyoruz. Yönetim Kurulu Üyelerimiz ve Başkanımızın bize verdiği bir görevdi ama o ana kadar ben hiç düşünmedim. Deplasmanlara gitmemeye gelince ben Fatih Hoca'nın zamanında buraya başladım. Gerek
sakatlık sonrası, gerek sahaya girecek oyuncuların performansının yükseltilmesi, (gerekse sezon içinde çeşitli sürekli oynayan oyuncu da olsa düşüşler yaşar) form özellikleri ve kondüsyonel özellikler yönünden değişikliler gösterir. Ben onların antrenmanlarına devam ediyordum. Testler ve her türlü oyuncuların kaç metreyi kaç saniyede koşar, hangi hızda koşar, hangi nabızla koşar bunların hepsini biliyorum. Deplasmana gitmeyip burada kalmamın sebebi de deplasmana 18 kişilik kadro oluyor, bizim en az 25 kişilik kadromuz oluyor. 1 ya da 2 sakat oluyor. Diğer oyuncularla antrenman yapılması lazım. Ben o oyuncularla bir sonraki haftada ya da daha sonraki haftalarda görev alabilmeleri, görev aldıklarında herhangi bir handikabın yaşanmaması için çalışmalar yapıyordum. Deplasmanlara da gittim ama gitmiyor olmam beni takımın dışında bırakmadı. 5
Kişilik bir ekibimiz vardı bu 5 kişiye görev dağılımlarımız vardı. Görevlerimden birisi de buydu.
Sezon başında İsviçre'ye gitmeden önce siz değerli hocalarımla beraber bir program yapmıştık. Sezon başı ve temennileri konuşmuştuk. O günden bu güne aradan 11 ay geçti. Hedefe ulaşmanın mutluluğu, keyfi, sevinci. O günlerden bu güne çok uzun bir yol katettik.
Yaptığımız o program sezona yeni başladığımız günkü heyecanla çalışmaya başladığımız bir programdı. Orada da ben Kalli Hoca'ya şöyle bir teşekkür etmiştim; Almanya'dan yurtdışında gelip
Türkiye'deki
yardımcı hocaları yanına kabul ettiği için Almanya'dan birilerini getirmediği için, bizi çalışma arkadaşı olarak kabul ettiği için teşekkür etmişim. Bugün de teşekkür ediyorum çünkü hocamın bizim üzerimizde emeği çoktur, takım üzerinde emeği çoktur. Emeğe saygısızlık anlamında herhangi bir şey olacaksa da biz onun karşısındayız. Ciddi olarak
mesai verdi. Yoğun sağlığını da bozacak şekilde mesai verdi. Bizimle birlikte mesaisini verdi. O gün de teşekkür ediyordum bugün de teşekkür ediyorum Ahmet Hoca'ya da Kalli Hoca'ya da. Bizim yanımızda birlikte emek harcadığımız için teşekkür ediyorum.
Cevat Güler olarak o günden bu güne neler değişti kişisel yaşantınızda. Değişen bir şey var mı, varsa neler değişti?
O günden bugüne değil, 6
Nisan itibariyle değişti. Onun öncesinde değişmedi. En azından daha rahat dışarıda gezebiliyordum, şimdi o biraz zorlaştı. "Sen Galatasaray Teknik Direktörü'ne benziyorsun" diyorlar. "Çok benzetiyorlar" diyorum ben de. "Aslında ben benzemiyorum bu beyaz saçlar herkese benziyor" diye takılıyorum. Bu yönüyle hayatım çok değişti. Bir başka yerde de
gazeteciler tanımaz etmezken onları yöneten TV'den "bir şeyler söyler misin?" diye arıyorlar. Ankara'dan itibaren
basın toplantısı ve bizim GS TV'ye artı Lig Tv'ye verdiğimiz
röportajın dışında herhangi bir şekilde maçla ilgili, geçmiş ya da gelecek maçla ilgili herhangi bir şekilde herhangi bir konuda hiçbir açıklama yapmadık. 3 arkadaşla birlikte yapmadım. 3 arkadaş her yere birlikte gittik birlikte görüşlerimizi söyledik. Söylediğimiz görüşler de hafta arasında gazetelerde, TV'lerde çıktı. Başka bir şey söylenmiş, yazılmışsa, bir şey olmuşsa bilmiyorum izlemiyorum çünkü. 6 Nisan'dan Pazar
akşamına kadar ben gazete ve televizyonu hiç takip etmedim. Etkilenmemek adına, düşüncelerimizi sahaya yansıtmak adına ya da negatif yönde etkilenmemek adına izlemedim. O arada üçümüz hakkında çıkan bir haber olmuşsa biz maçlarla ilgili geçmiş ya da gelecek maçlarla ilgili hiçbir röportaj, yayın ya da herhangi bir şekilde negatif bir şey söylemiş değiliz. Benim tabiî ki yaşamım biraz değişti. Ekranda daha fazla görünür olduk ,üniversitede işlerimiz biraz daha değişti. Benim
derslerim açısından herhangi bir şekilde etkilemedi, sınavlarıma derslerime. Benim derslerim zaten dolu dolu geçer. Benim dersim bizim okulun önemli derslerinden birisi. Orada antrenör yetişiriyoruz. Dolayısıyla antrenman bilgisi, kondisyon teknikleri dediğimiz ders o meslek dalı için çok önemli. Benim derslerimle ilgili beni herhangi bir şekilde etkilemedi. Daha önce ne oluyorsa aynı şey oldu. Tabi öğrenciler daha değişik bakmaya başladı. Sevinerek baktılar bize. Burada bu dersleri anlatan kişi teori ve pratiğin bir arada olduğu, harmanlandığı bir kişiden ders almak onlar için daha farklı. Daha önce de biliyorlardı. O anlamda herhangi bir değişiklik olmadı ama yoğunlaştı.
Tribünlerden size çok yoğun bir sevgi gösterisi oluyor. Siz bu konuya nasıl yaklaşıyorsunuz seyirciyle aranızdaki
köprü nasıl şu anda?
Seyirciyle aramızdaki köprü diye ben herhangi bir şekilde özel çaba sarfetmedim.
Basına ve seyirciye açık antrenmanlarımızda başladı bu iş. Belki de seyirciler daha yakından görme fırsatı buldukları için öyle bir değişikliğe gidildi. Tabi onlar, onlara koşarak gitmemi istedi onu yapmadım, kusura bakmasınlar alışık olduğumuz tarz değil bunlar. Çünkü işimizi yaptık sonuçta. Bu işin şov kısmı. Belki o da gerekliydi ama biz o işten biraz uzak durduk.
Oftaş maçında devre arasında oyundan alınabilir miydi
Servet, kendisinin böyle bir talebi oldu mu olmadı mı? Orada daha fazla oynamak mı onu sakat hale getirdi, Servet'in
tedavilerle bu formayı giydiğini de biliyoruz?
Servet'in öyle bir isteği olmadı. Burak Hoca maç sabahı Servet'le özel bir görüşme yaptı. O görüşmenin sonucunda da Servet'in oynamasına karar verdik. Biz Servet'i oyunun son bölümünde oyundan almak istiyorduk alkışlatmak için. Hatta biz Rigo'yu ısınmaya göndermiştik. Servet'i 2 ya da 3 dakikayla ıskaladık. Bu bir şans. Yani oyunda 90 dakika oynuyor bir şey olmayabilirdi, sonuçta daha önce yaşadığı rahatsızlıktan ayak bileğinde bir şey oldu. Milli Takım Doktoru
Cengiz Dinç'le görüştüm, tedavilerin devam ettiğini söyledi. Servet'in
sakatlık sonrası tedaviye de cevabı oldukça iyiydi. Tedaviye ne kadar
cevap verecek onu da zaman gösterir. Servet'in sakatlanmasına en az onun kadar üzgünüz. Çünkü bizim bu sene 51 ya da 52 tane resmi maçımızda oynadı, Milli Takı maçları hariç. 60'ın üzerinde maç yapar. Bütün benliğiyle maç oynayan bir oyuncudan bahsediyoruz. Bizim kaldırdığımız bu
kupada emeği çok fazla olan oyunculardan bir tanesi. Hem sayı olarak hem de yürek olarak.
Milli takım seçilen oyuncularla ilgili yorumlarınızı alalım?
Emre ve Mehmet
Topal'ın dışındaki oyuncular daha önce de Milli Takım'a gittiler. Bizim belki de bu senenin kazancı olarak değerlendirmemiz lazım. Çünkü bir profesyonel takım Lig içinde mücadele ederken kendi değerine bir değer katar. Takımımızın bu sene 2 tane katma değeri oldu. Emre
Güngör ve
Mehmet Topal. Mehmet Topal geçtiğimiz sene
transfer oldu bu sene birlikte çalışmalarımız oldu. Özel antrenmanları çok seven-yapan, söyleneni dinleyen ve kendini sürekli geliştiren-geliştirmeye çalışan bir oyuncu. Emre; hatta ben takılmıştım "4 ayda hemen
şampiyonluk yaşadın. Ne kadar kolay oldu senin için" diye. Cumartesi maçtan sonra gülerek karşıladı. O şanstı onun için. Evet geldi, Rigo'nun
Afrika Kupası'nda olması, devamında sakatlık yaşaması. Emre bu şansı iyi değerlendirdi, iyi çalıştı. Yani ben oynuyorum deyip kendini sadece antrenmanlara değil, özel antrenmanlara da verdi, özel antrenmanlar da yaptı. Hakettiği unvanı aldı. Oynar oynamaz, ama şu anda Milli Takımın kadrosunda olmak, Milli Takımın bir şampiyonaya hazırlanırken neler yaşadığını neler yaptığını görmek onun
futbolculuk kariyerinde çok önemli bir şey. Oynamanın ötesinde böyle bir organizasyonu görmek, ilerideki senelerde Emre'nin futbol kariyerinde oldukça güzel şeyler yapacak. Daha olgunlaştıracak, futbolu daha dingin oynayacak, daha güzel yapacak diye düşünüyorum ona da seviniyorum. Bizim için diğer arkadaşlar önemli ama bu iki arkadaşın ekstradan bu sene Milli Takım'da görev almaları, başarılı olmaları bizi de sevindiriyor.
Linderoth'da
İsveç Milli Takım'ı kadrosunda mücadelesini yapacak aldığımız bilgilere göre. Ama takım
kaptanı Linderoth ne denli oynayacak-oynamayacak sizden öğrenelim?
Tobias'ın geçirdiği
ameliyat futbolcularda çok görülen bir ameliyat değildi diye söylüyor hekim arkadaşlar biliyorsunuz. Amerika'da yapılıyor bunun ameliyatı. Devamında ne getirecek ne götürecek; şu anda oldukça iyi gidiyor tedavisi, tedavi türlü egzesiz antrenmanlarına da başladı. Normal performans antrenmanlarına başlamadı. Gelecek Şampiyonada oynayabilir mi, ne kadar çabuk toparlar onu işin doğrusu bilemiyoruz. Çünkü çalışmayı çok seven, belkide benim futbol içinde geçirdiğim dönemde tanıdığım oyuncuların en başında gelen bir profesyonellikle çalışmalarına devam ediyor. Bütün takım oyuncuları ve biz hocalar Tobias'ın profesyonelliğine her zaman gıptayla bakmışızdır. Bu kadar disiplinli çalışan bir oyuncunun
Avrupa Şampiyonası'nda oynamasını çok isterim ama ne kadar toparlar, formunu ne kadar yükseltir? Çünkü orada çok ciddi performans zorluğu çekecek maçlar yaşayacak. Böyle bir maçı kaldırabilir mi, böyle bir maça hazır olabilir mi sorusunun cevabı şu anda net değil.
Sizin 6 Nisan'dan itibaren resmen 3 kişi olarak paylaşımı sırtladığınız dönemde Galatasaray'ın antrenörü yok diyen, Adnan
Polat kadro kuruyor,
Adnan Sezgin kuruyor diyenler oldu. Hatta
Hakan Şükür'ün ismi bile basında çok yazıldı çizildi. Neler söylemek istersiniz?
Çok net olarak bişey söyleyeyim. Ben bu konuda konuşmak istemiyorum. Emeğe saygı diye bir şey olması lazım. Antrenörlük ve
teknik direktörlük ayrı bir şey. Teknik direktörlük otoritesi diye bir şey var kulüp içerisinde, takım içerisinde. Teknik direktör sayesinde yapılan bir otoritedir. Biz bu takımın antrenörüyüz, biz de mi gittik takımla. Konuşmak istemiyorum, yine de bir iki kelime söylemek gereği duyuyorum ama ben emeğe saygı göstersinler diye düşünüyorum, başka bir şey söylemiyorum. Benim 11 yıl Teknik Direktörlük diplomasına sahip oluşum; futbolun içinde 26 yıl oldu, bilfiil de 24 yıl. Nezih Hoca alalı 11 yıl, Burak Hoca 1 yıl önce aldı teknik diretörlük diplomasını; geriye doğru 10 yıl A Kursu. Antrenörlük nasıl oluyor, Teknik adamlık nasıl oluyor? Bu kadar.
Son 6 haftadan önceki periyot. Hocam siz daha çok Feldkamp ve Ahmet Akcan'ın arkasında bulunduğunuz dönemde birebir çalışmaları çok sık yapıyordunuz. Futbolcularla yaptığımız röportajlarda da futbolcuların bu konuda sizinle kurdukları sevgi bağının birebir ilişkilerde çok yansıdığını iddia ettiler. Biz de bunu görüyoruz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Bizim yaptığımız iş yani o dönemde yaptığım iş çok sevimli bir iş değil. İnsan vücudu çalışmayı sevmez, insan vücudu uyumayı sever. Yaptığımız egzersiz
vücut için bir strestir. Normal antrenmanları yapan oyuncuyu siz akşam ya da takım arkadaşları dinlenirken alıp ikinci bir antrenman yapıyorsunuz. Bir kişiyle 1 saat, 75 dakikalık bir antrenman yapıyorsunuz. Bunun karşılığı takımla birlikte olan 2 saatlik ya da 2,5 saatlik antrenman demek. Yük bakımından böyle demek. Bunu siz haftada 2 defa yapıyorsunuz. Sevimli bir iş değil ama oyunculara bunu neden yaptığımız, nasıl yaptığımızı bunlara nasıl yansıyacağını anlattığımız için bu yönde çok fazla sıkıntı çekmedim. Bir yanıyla benim bu çalışmalarımda biraz 'yine mi Hoca' dedikleri çok oldu ama sonra müsabaka oynadıklarında, maçın sonuna doğru hala ayakta kaldıktan sonra da onların sevindiği ve teşekkür ettikleri olmuştur. Ben bunu Galatasaray Kulübü'nde 6 senedir yapıyorum. Dahası biz bunu PAF Takım'a, Geç Takım'a, 14-16'ya yaptık; bu sene aldığımız ve bir önceki sene aldığımız Fatih ve Yasin diye iki arkadaşımız var BESYO'dan
mezun arkaşlar bunlar, Metin diye bir arkadaşız var o da Beylerbeyi'nin kondisyonerliğini yaptı. Onlar benim öğrencilerim. O öğrencilerle şu anın profesyonelleri olarak alt yapıdan itibaren biz bütün özel çalışmaları yaptık. Profesyonel takımımızda da yapıyoruz, ekipmanlarımız var. Bu ikili
iletişim tabiî ki 6 Nisan'dan sonra oluşan şartlarda bize pozitif yansıdı. Tabii ben bunu yaparken Nezihi Hoca'nın ve Burak Hoca'nın da ilişkiler aynıydı. Fark eden bir şey yok. Yükü paylaştık. Bazen aynı kişiyle her zaman antrenman yapmak futbolcuyu da yorabilir. Antrenman programları belli, benim ya da diğer arkadaşların çıkması birşey değiştirmezdi.
Hakan Şükür 249 gole ulaştı ve Galatasaray'ın 17 şampiyonluğunun 8'inde Hakan Şükür var. Bu kolay kolay futbolcunun kariyerinde yakalayacağı bir rakam değil. Hakan Şükür'le ilgili konuşalım...
Hakan Şükür bizim takımımızın kaptanı. Hakan Şükür için böyle iki dakikada üç dakikada şöyle, böyle demek çok doğru değil. Zaten yapılanlar, yaptıkları, yapamadıkları her ne ise onlar zaten kamuoyunun gözü önünde. Kaptan bu sene de kupa kaldırmayı çok istiyordu. Bunun için de çalıştı ve sonunda hep birlikte başardık. Ona düşen payı
ödemiş oldu. En azından takıma katkı olarak vermiş oldu.
Tecrübeli oyuncularımızın katkılarından bahsettik. Şöyle bir şey sorsak; bu başarıda kimin en az katkısı var? Bunun cevabı var mı?
Şimdi bir örnek anlatayım ben size.
Sivas maçında takım ısınmaya çıktı ben de arkalarından sahaya çıktım. Nedir sahanın durumu göreyim diye. Ani bir yağmur başladı. O arada oyuncuların kramponlarını değiştirmeleri gerekti. Nedir durum, biz acaba çivileri getirdik mi diye düşündüğümüzde soyunma odasına girdim; bizim malzeme sorumlularımız var. Bu arkadaşlar yoğun olarak bütün sporcuların ayakkabılarının vidalarını değiştiriyorlar. Ben size böyle bir örnek verdim. Şimdi düşünelim, o vidaları malzeme sorumluları arkadaşlar değiştirmemiş olsalardı bizim o günkü performansımızın durumu ne olurdu? Mümkün değil; yüksek bırakılmış bir çim, yoğun bir yağmur ve
rüzgar var. Ona rağmen kaydılar. Eleştirildik, her iki takımda çiviler giyilmesine rağmen yüksek çim zemini, altı sert olduğu için böyle bir kayma oldu.
Ufuk masör, Bülent masör,
Erkan abi hayatının yüzde 75lik kısmını burada geçirmiş. 35-40 senesini burada geçirmiş ağabeyimiz, kardeşimiz. Bunların yaptığı emekleri, masajları yok sayabilir miyiz? Bunların yaptığı katkı, bunların yaptığı emek bu başarıda değersiz mi? Devam edelim masörlerimiz, fizyoterapistlerimiz, doktorlarımız. Bunların verdikleri mücadele. Bugün bütün takım izinli, ama malzemeciler burada, fizyoterapistimiz burada, Tobias çalışıyor. Bunlar görev başında. Hasan ve
Veli de burada. Herkes izinde bu arkadaşlar çalışıyor. Bizim aşçılarımız, çaycılarımız. Bunların yaptıkları az mı? Bizi her sabah en güzel günler diye karşılayan Fahri Abi'nin katkısı az mıdır bu başarıda? Ne söylerseniz söyleyin en kısa zamanda halletmek gibi bir ciddiyete sahip olan Orhan Abi'nin katkısı az mı? Bizi kapıda karşılayan Nazan Hanım'ın katkısı mı az? Yoksa otelde çalışanların mı az? Bizim profesyonellerimiz var. Yako İgual var. Mustafa Turgun var. Ve onların başında olan Adnan Sezgin var. İsmini unuttuklarım kusura bakmasınlar, böyle bir başarıda hangisinin rolünün az olduğunu söyleyebiliriz? Bence eğer bir başarıyı yok etmek istiyorsanız, kim daha çok katkı sağladı diye sormak lazım ve o soruya cevap aramak lazım. Eğer siz o başarıyı parçalamak, başarıyı kenarlara atmak istiyorsanız dersiniz ki kim en çok burada başarılı? Başlarsınız Ali, Veli, Hüseyin diye. O başarıyı yok etmiş olursunuz. Bu başarıda bence şu soruyu sormak lazım. Yani bir Feyyaz'ın
araba kullanması mı bizim için değersiz?
Fenerbahçe maçı ve en son oynadığımız maçtan sonra seyircinin
Florya'ya gelmesi, antrenman sahasına gelmesi, yoğun kalabalık ve böyle santim santim o otobüsü kullanan Feyyaz'ın mı az katkısı? Ya da Salih'in; her yere yetişen oyuncuların
telefon paraları, faturaları falan uğraşan Salih'in mi katkısı az burada? Yani antrenmana çıkacak oyuncu örneğin cep telefonu konuşmaya kesilmiş. Böyle bir sorunla antrenmana çıkan oyuncu düşünün. Bu mu az?
Böyle düşündüğümüzde ben şunu söylüyorum; bu başarıda herkesin çok fazla katkısı var, en az katkısı olan kimse yok. Onun için Yönetim Kurulu'nun Haldun Bey'in Murat Bey'in bütün Yönetim Kurulu'nun Sayın Başkan'ın katkıları çok büyük. Burada birisi daha yukarıda dersek olmaz. Galatasaray Camiası'nın katkısı çok büyük. Sayın Başkan Canaydın'ın oldukça fazla katkısı var.
Benim burada söyleyeceğim şu var; başarıyı parçalamak istiyorsanız bu iyi olmayan soruyu sorarsınız, 'kimin katkısı daha çok'. Biz şunu söylüyoruz, bu başarıda
aslan payı futbolcuların diyoruz. Şu anda ismi aklıma gelmediği için sayamadığım Florya personeli, profesyonelleri, çalışanları
hizmet edenleri ismini sayamadıysam ben onlardan özür diliyorum. Çünkü böyle bir hazırlıkla gelmedim. Bunların katkıları çok büyük.
Yani alt yapı antrenörlerinin bu başarıda katkısı yok mu? Ayrılan Ali Yavaş'ın, hocalarımın katkısı yok mu? Hepsinin var. Biz başardık dediğimizde biraz önce ismini saydığımız kimseler de var. Biz işin ön tarafındaydık, kulübeye giren 3 teknik adam vardı, görüntü oydu. Mustafa Turgun bizimle birlikte kulübeye giriyordu doğrudur, bizim katkılarımızı tabiî ki var ama Sivas'taki olayı anlattım. Bunları uzatmayayım ama bu da bilinsin.
Alt yapıyı fırsat buldukça takip ettiğinizi biliyorum. PAF Takımı, son 3 yılın şampiyonu takım 2. oldu,
Sivasspor şampiyon oldu PAF Ligi'nde. Ama oradan da gelen çok iyi oyuncular olduğunu biliyoruz. Neler tahmin ediyorsunuz, gelecek yıllarda Galatasaray'ın kazanımları ne olur? Çünkü Galatasaray dışında bu sene gerek Bankaysa 1. Ligi'nde gerekse Süper Lig'de Galatasaray patentli onlarca oyuncu var.
Galatasaray'da yaptığımız testler ve performans ölçümleri alt yapıdan başlar. Alt yapıdan 14-16 Yıldız Takım'a kadar herşey A Takımı'ndaki oyuncular için de geçerli. Hangi hızı hangi nabızla koştukları, hangi hızda kaç milimol laktik asitle koştuklarını biliyorum. Sadece profesyonel takım değil, Beylerbeyi de buna dahil. Beylerbeyinin de, alt yapının da antrenman programlarını birlikte yaptık. PAF Takımı bu sene şampiyon olamasa da 2. olması oldukça başarılı. Çünkü değişen bir takım oldu, transfer olan bir takım oldu, yıl içinde hoca değişikliğiyle birlikte Zafer Hoca'nın bu takıma çok büyük katkısı vardı. Erkan Hoca devam etti. Ama bizim 2. olmamız bizim altyapıdaki başarısız olmamız anlamına gelmez. Bilakis yaş grubu küçültülerek ve değişik oyuncuları katarak başarılı oldular. Alt yapı her zaman bizim profesyonel takımın çatısını oluşturacak, temelini oluşturacak ve bu böyle devam edecek.
Bu sene yaş haddinden dolayı oynayamayacak oyuncular var. TFF 2. Lig'e yükselme başarısı gösteren Beylerbeyi'nde mi bu oyuncular değerlendirilecek yoksa başka takımlardan transferler mi söz konusu olur?
Şimdi tabi Beylerbeyi'nde Orhan Hoca ve ekibini kutluyoruz buradan. Tümüyle bizim alt yapı, PAF takımı oyuncularını o tarafa devredilmesi teknik açıdan ne kadar doğru bilemem. Çünkü orada da bir planlama yapılması lazım o da zorlu bir lig, tecrübeli oyuculara da ihtiyaç var. Ve paf takımdan gelen oyuncular yetenekli oyuncular olacak. Ancak futbolda tecrübe ve o stresle baş edebilme ve maçın heyecanıyla baş edebilmek diye de bir özellik lazım. Bu anlamlarda tümüyle
genç takım kurarsanız orada başarılı olamazsınız. Nasıl şimdi diyorsak ki, takımın tecrübelileri yeni gelen oyunculara zor dönemlerde yardım etti. Orada da buna ihtiyaç var. Bu anlamda da tüm oyuncuların oraya gitmesini beklemek doğru değil ama mutlaka oraya da alınacaktır.
Bugün itibariyle 103 günlük bir ara, 22 Ağustos'a kadar; Süper Lig anlamında konuşuyorum. 17 Ağustos'ta da Galatasaray'ın Süper Kupa finali var. Türkiye kupası şampiyonu
Kayseri ile oynayacak. Bir de
Şampiyonlar Ligi ön elemesi oynayacak.
Avrupa Şampiyonası sonrası Temmuz ayında yine kamp dönemi, artık program yavaş yavaş netleşmeye başlıyor, oradaki hazırlık maçlarıyla beraber. Bu dönemi nasıl değerlendireceksiniz ve gelecek yılla ilgili kafanızda bir düşünce var mı?
Biz 25 Haziran zannediyorum
yeni sezona başlayacağız. Biz bugünden itibaren oyunculara geçecek 6 haftalık antrenman programlarını verdik. Yani 1.hafta dinlenme 2. hafta şu çalışma, Milli Takım'da olmayan sakatlık durumu olmayan oyunculara biz böyle bir antrenman programı verdik. Bu oyuncuların biz ölü sezon dediğimiz dinlenme sezonunda mutlaka antrenman yapmasını istedik. 6 haftada oyuncular tümüyle 1 yılda kazandıklarını ve geriye doğru kazandıklarını bir çoğunu kaybederek gelecekler. Yeni sezon çok yoğun başlayacak. Onun için de biz her ihtimale karşı deyip 6 haftalık bir programla, yeni sezonun planlanması bu şekilde yapıldı.
Oyunculara da yapacakları antrenman programları detaylarına kadar yazılarak kendilerine verildi. Yaz tatili onlar için sadece yatma ve dinlenme değil aynı zamanda aktif dinlenme diyebileceğimiz antrenmanların yapıldığı bir dönem.
Peki sizin kişisel olarak gelecek yılla ilgili bir plan var mı kafanızda?
Hayır, şu anda herhangi bir şekilde planımız yok. Zaten bizim için kulüp ile olan akdimiz devam ediyor. Yeni sezon çalışmalarını yapıyoruz. O günler geldiğinde ne olur, ne gider, neler gelişir? Biliyorsunuz biz beklemediğimiz şekilde birdenbire 5 hocadan 3 hocaya düştük ve devam ettik yola, ne olur bilemem. Onu da zaman gösterecek.
16 futbolcu şampiyonluk sevincini ilk kez yaşadı. İlk defa şampiyon statüsüyle artık anılacaklar. Onlarla beraber diğer oyuncular arasında ne gözlemlediniz? Kupanın kaldırıldığı akşam o sevinç fotoğrafında ne gözlemlediniz?
Şöyle düşünün, lise öğrencisi 2 yıl boyunca geceli gündüzlü çalışır üniversite sınavına hazırlanır.
Üniversite sınavında herhangi bir istediği okulu kazandığında onun için artık başarının ve uğraşın sonudur ve karşılığıdır. Ben oyuncularımda bunu gördüm. Serkan'da, Barış'ta, Uğur'da,
Arda da... Oftaş maçında ilk 11'de 7 oyuncu ilk defa şampiyonluk yaşadı. Takım içinde de vardı bunlar. Müthiş keyifli, bazen şaşkın yapacağını bilmeyen tarzda da olur, ben kendi adıma antrenör olarak bu yaşadığım Galatasaray'ın bir önceki şampiyonluğunu saymazsak 9. şampiyonluğum. 18 yılda 9. şampiyonluğum. Ben biraz alıştım ama oyuncu arkadaşlarım ne kadar sevinse azdır. Uğur, Fenerbahçe maçından sonra "Hocam lütfen bizi Sivas'a götürün" diye geldi. Biz de çok makul gördük. Bunun haricinde bütün diğer oyuncularla birlikte herkes aynı teklifle gelince Sivas'a biz bütün oyuncularla birlikte gittik.
Hasan Şaş'la ilgili ayrı bir parantez açmak lazım. Kalli Hoca'nın devam ettiği sürede ameliyat kararı alınmıştı. O hafta sonunda hocanın ayrılmasıyla birlikte biz Hasan'ın grubun içerisinde olmasını istedik. Hasan bizi kırmadı. Randevulaşmış bir ameliyat olmasına rağmen Hasan ameliyatını erteledi. Daha sonra Fenerbahçe maçından bir hafta sonra olsun dedik biz. Yine kabul etti, kırmadı bizi. Daha sonra telefonla görüştük, Hasan şurada bir hafta daha var, bu hafta da erteleyelim dedik. "Hocam ben olmak istiyorum ama
Çarşamba günü kalkıcam, hafta sonu sizinle Sivas'a geleceğim" diye söyledi. Hasan'ın bize katkıları çok büyük oldu. Bunu özel olarak söyleme sebebim şu; ameliyat olup ve biran önce saha kenarına gelmek isteyişiyle bizi motive etti. Diğer kaptanlarımız gibi onun da katkısı çok büyük oldu. Oyuncular üzerinde de Hasan etkisi olan bir oyuncu. Ama biraz bu yardımları, bu sinerjiyi yaratma işini medyada çarptıran arkadaşlar olmuş. Hasan ne olduğunu biliyor, biz ne olduğunu biliyoruz. Hasan'a bu konuda teşekkür ediyorum. Bize katkıları çok büyüktü.
Son 6 hafta. Dümene resmen geçtiğiniz dönemde her galibiyet tamamen size endeksliydi. 6 maç Galatasaray üst üste kazanıp 18 puan yaparsa şampiyonluk ipini göğüsleyecek diyorduk. Oftaş maçında siz devre arasında en azından içinizden 2-0 olduktan sonra şampiyon olduk dediniz mi?
Biz maç konuşmalarında şöyle bir şey söylüyoruz. Bir maç
hakem düdüğü çaldığında başlar çalınca biter. Hakemin yaptığı bir şey vardır. A takım 16. dakikada gol, B takımı 27. dakikada gol atmış. Sonunda ikisinin de altına bir çizgi çeker. A takımı 4 gol atmış, B takımı 6 gol atmış o halde B takımı galip.
Oyun içerisinde atılan ve yenilen gollerin hiçbir anlamı yoktur. Oyun bittiği zaman skor ortaya çıkar. Biz Ankara'daki
Gençlerbirliği maçıyla birlikte bu kararla oynadık. Evet lig bitmedi, ne zaman bitecekti, Oftaş maçının son düdüğünde bitecekti. O gün bakacağız en çok puanı alan takım biz olursak şampiyon olacağız. Hep baktığımız buydu.
Oyun içindeki skorların bizi etkilememe sebebi; bizim
hedefimiz bu son maçta gol yemeden şampiyon olmak. Oyunculara böyle bir hedef koyduk. Lig bittiğinde şampiyon olacağız. Ne oyunun başında ne sonunda hiçbir zaman söylemedik. Futbolda risk hep var, bunu en alt şekilde yaşamanın yolu da yaptığınız işe konsantrasyonu sağlamak. Sivas maçında yediğimiz 2. gol, 1. gol her zaman futbol maçında olabilen ama çok az rastlanan türden goller. Bu Oftaş maçında da olabilirdi. Bunun olmaması için biz elimizden geleni yaptık ve o psikolojiyle hazırlandık. Yani ben Oftaş maçının düdüğü bitmeden bunu söyleyemem, hatta oyunun 70. dakikası mıydı o civarlarda Mustafa Turgun biliyorsunuz bizim menajerimiz "Hocam biliyorsunuz bu skorlar bizi şampiyon yapıyor" dedi. "Evet biliyorum ama düdüğü bekliyorum" dedim. Bu son düdük çalmadan hiç bir şey belli olmaz.
Şimdi tabi heyecan, stres bunlar futbolun içerisinde olan şeyler. Biz yaşadık bunları ama bunlar
tatlı rekabet. Bugün çok rahat ama o günler yaşadığımız heyecanı enerjiye dönüştürmek için uğraştık. Ve bunun da uzmanı olan arkadaşlarımız da var. Bu yaşamı nasıl enerjiye dönüştürürüzün, bu krizi nasıl yönetirizin ya da bu krizde bizim rolümüzün ne olduğunu biliyorduk ve bu krizin bizi iyi yöne yönlendirmesini sağladık.
Şampiyonlar Ligi'ne giden takımla
Inter Toto'ya giden takım aynı puanda. Futbolun kendi yarattığı ekonomisi daha güçlü olduğu zaman, stadları kulüpler takviye ettiği zaman, zeminleri de daha güzel olacaktır, sonuç olarak kendi ekonomisini yaratarak büyüyecektir ligimiz. Ligin kaliteli olması oyuncular sayesinde olur. Oyuncuların alınması da parayla olacaktır. Bu yüzden kulüplerin ekonomisini büyütmesi gerektiğini düşünüyorum. Lig çok duygusal, çok çekişmeli geçiyor. Bizim oyuncularımız profesyonelliğin yanında duygularını da öne koyan futbolcular. Bizim de bu anlamda başarılı olmamızı sağlayan etkenlerden biri de bu olabilir. Lig her sene daha güzel olacak daha iyiye gidecektir diye düşünüyorum.
Futbol bir sonuç oyunu, yükselmeler ve düşmeler, şampiyon olmalar var. Futbolun bir oyun olduğunu unutmamak lazım. Bunları olgunlukla karşılamak lazım.
Bu sezon bizim için en sıkıntılı geçen maçlar Leverkusen maçları oldu. Burada 0-0 biten maçta gol atacakken atamadığımız pozisyonlardan sonra, Leverkusen deplasman maçında da Burak Hocayla otururken 10. dakikada gol yiyince işlerin kötü gideceğini anlamıştık. Ama yapılabilecek bir şey yoktu. Ben son altı maçın hepsini aynı yaşadım. Eğer sıkıntıysa sıkıntı, heyecansa heyecan, normal bir durumsa normal bir durum ama hep aynı yaşadım. Bir Fenerbahçe maçıyla bir İstanbul Büyükşehir Belediye maçı farklı değildi benim için. Bu puan kayıplarının erken dönemde gelmesi bizim için avantaj.
Beşiktaş ta aynı şekilde iki maç üst üste kaybetti sonra toparlanamadı. Biz bütün sıkıntılardan bütün puan kayıplarından ders çıkarmaya çalıştık. Yıl içerisinde devam eden bir ligde takımın oyun sistemini değiştirmek çok kolay da değil; bazen doğru da değil. Ama biz kendi içinde böle bir değişikliğe gitmek zorunda kaldık. Biz bu değişikliği kupa maçından sonra yaptık. Ciddi
savunma yapan, sert oynayan takımlara karşı böle bir sıkıntımız varsa, değiştirdik.
Beni elenmek ciddi olarak etkiledi, ama genel anlamda en sıkıntılı geçen maçı yine de Levekusen maçı olarak görüyorum. Ben biraz önce şampiyonlukta katkısı olanları söylerken Prof. Dr. Mehmet Kurdoğlu'nu ve Doç. Dr. Bülent Bayraktar'ı sona bıraktım. Bülent Hoca benim 20 yıllık arkadaşım, üniversitede bölüm başkanım ayrıca, öğrencimizdi bölüm başkanımız oldu. Benim Galatasaray camiasıyla tanışmamı sağlayan onun girişimidir. 6 yıl önce onun girişimiyle başladı. Galatasaray TV'de program da yapıyor Mehmet Kurdoğlu Hoca. Onların bize katkıları çok büyüktür. Sadece sağlık ve tıbbi yönden değil diğer yönden de katkı çok büyük bu şampiyonlukta. Emek ise onların da emeği çok büyüktür. Ben onlara teşekkür ediyorum buradan. En azından sağlık ekibinin düzenli çalışmasını ve hedefli çalışmasını sağladığı için ve bize katkılarından dolayı teşekkür ediyorum.
Son olarak; Lig şampiyonluğu diğer şampiyonluktan çok daha önemlidir. Eksiler, artılar, güçlükler bunlar yaşandığı için değerli. Bunu dramatize etmeye de çok gerek yok. Evet bu ligin içinde var. Öyle bir mücadelenin içindesiniz, öyle bir zorluğun içindesiniz, rakipleriniz var hava şartları var, çevre şartları var, lig de böyle. Evet, seyircisizlik de bu futbolun içinde var. Antrenör değişikliği de bu işin içinde var. Bunlar futbolun içinde var ve bunlarla baş edebilen, bu güçlüklerle baş edebilen zaten zirvede bitiriyor bu işi ve onun adına da şampiyon deniyor. Ne mutlu ki bize bu ligi şampiyon bitiren bir takımın fertleriyiz.