Bir
futbolcu düşünün bugün 50’li yaşlara gelmiş… Cüneyt, Prekazi,
Erdal, Erhan
Önal,
Semih, Metin, İlyas, Tanju ile top oynamış. Ayrıca 35’li yaşlardaki
Hakan Şükür, Arif,
Okan,
Hakan Ünsal, Bülent, Tugay’la da… Hakan Şükür’le de
şampiyonluk yaşamış,
Tanju Çolak’la da. Neuchetel Xamax ve
Monaco zaferine
imza atan kuşakla (jenerasyon) da top oynamış,
A haberleri'>UEFA Kupası’nı kazananla da. Türk futbolunun ağır hezimetler yaşadığı günleri de görmüş, kabuğunu kırıp özgüven kazandığı günleri de.
İki kuşak arasında bir
köprü vazifesi gören
Uğur Tütüneker’den bahsediyoruz. Zıtlıkları bir arada yaşayan bir isim kendisi. Toprak sahalara da yeşil sahalara da aşina. Herkesin
Avrupa’ya gitmek için çabaladığı bir zamanda Avrupa’dan
Türkiye’ye; hem de
Bayern Münih gibi bir
marka takımı bırakma pahasına gelen bir
futbolcu kendisi.
Onun hikâyesi, henüz 5 yaşındayken 1970’lerde ailesinin gurbete çıkmasıyla başlar.
Almanya hayatı hem okul hem de futbol topu etrafında geçer. 11 yaşına geldiğinde
Bayern Münih takımının altyapısında top koşturuyordur. Münih’e 600 km. uzaklıkta bir yerde oturan Uğur, bir gün Münih’e, teyzesini ziyarete gider. Teyzesinin iki oğlu,
Burak ve Batu B.Münih’in altyapısındadır. Uğur ise o sıralar
kasaba takımında oynuyordur. Teyze çocukları birlikte antrenmana çıkarlar. Hocaları da Uğur’u beğenir. “Bana, bundan sonra sürekli gelemez misin diye sordu.” diye anlatıyor o günleri.
ASKERLIK PARASI B.MÜNİH’TEN
Uğur bu teklifin önemini o gün iyi kavrayamamıştır. Hocaya hem yaşadığı şehri söyler hem de babasının fikrini alması gerektiğini. Babası Mehmet Bey,
Bursa’da Akınspor’da futbol oynamıştır. B.Münih’in nasıl bir takım olduğunu biliyordur. Oğluna hiç düşünmeden izin verir. Uğur bir buçuk sene teyzesinde kalır. Altyapıda başarılı olunca, kulüp ailesinin gelmesi için ona
baskı yapmaya başlar. Babası da oğlunda ışık gören kulüp yetkililerinin dediğini yaparak Münih’e taşınır. Artık Uğur B.Mühih altyapısında büyüyordur.
O dönemde takımda başka bir Türk daha vardır:
Erhan Önal. “O A takımda oynuyordu. Ben ise o sıralar 14-16 yaş grubundaydım.
Olimpiyat Stadı’nda hafta sonu oynanan maçlara top toplayıcı olarak giderdik. Ona, Paul Breitner’e, Klaus Augenthaler’e, Karl-Heinz Rummenigge’ye çok top attım.”
18 yaşında B.Münih amatör takımına yükselir. 1984-85 senesine gelindiğinde artık A takım kadrosundadır. Takımın hocası ünlü Udo Lattek’dir. Uğur, B.Münih’te 2 sene kalacak, iki
şampiyonluk yaşayacak, ancak tek bir lig maçında dahi
forma giyemeyecektir. B.Münih’in devamlı “
yıldızları”
transfer ettiği bir dönemde kadrosunda yer almak büyük başarıdır ona göre. Bu sırada, B.Münih takımının 1985-86 yılındaki Augenthaler,
kaleci Aumann, Eder, Hoenes, Matthaus, Niedermayer, Pfaff, Pflügler, Rummenigge’li meşhur kadroyu gösteriyor elindeki fotoğrafa bakarak: “İşte bu ortadaki benim. Bu takımda iyi olmazsan bu kareye bile giremezsin.”
FENER’E GOL ATINCA KENDİNİ İSPATLAR
O yıllar
statü gereği
Almanya’da
takımlar iki
yabancı futbolcu oynatmaktadır. Kalede Belçikalı Jean-Marie Pfaff vardır. Bir de Danimarkalı Sören Lerby. Uğur’un, takımın en önemli kozlarından Lerby’nin oynamaması halinde forma şansı vardır. Üstelik aynı mevkinin
oyuncuları değillerdir. Bu durum
teknik direktör Udo Lattek’i de üzmektedir. “Bir gün beni yanına çağırdı. Sana üzülüyorum, dedi. Bu duruma bir çare bulmamız gerekiyor.” Üçüncü yabancı olarak kulübede oturmanın bile zor olduğu o takımda Uğur’a bu kadar değer verilmesinin sebebi yetenekleridir. İki
sezon boyunca
1. lig maçında ilk 16’ya giren Uğur, B.Münih formasını ancak özel maçlarda ve çarşamba günleri oynanan
rezerv lig maçlarında giyer.
Lattek, maç eksiğini bu şekilde giderdiği oyuncusu için sonunda bir çözüm yolu bulur. Uğur’a “Alman vatandaşı ol. Takıma girmen garantidir.” der. Hatta ismi de hazırdır: Uwe. O yıllardaki yasalara göre Alman vatandaşı olabilmesi için Türkiye’de askerlik yapması gerekiyordur. “Paralı askerlik yapacaktım.
Kulüp gerekli parayı bana verdi. Türkiye’ye geldim. 2 ay askerlik yaptım. Sonra, neden vazgeçtim Alman vatandaşı olmaktan bilmiyorum. Tekrar Almanya’ya döndüm.”
Kulübün,
Nürnberg ve
Stuttgart’da
kiralık olarak göndermeyi düşünmeye başladığı günlerde Uğur’u, 1986-87 sezonunda G.Saray Teknik Direktörü Jupp Derwall ister. 22 yaşındadır. Babası da G.Saray’a transfer olmasını çok ister; ama Uğur Türkiye’ye çok yabancıdır. Hedeflerinde yoktur Türkiye. Çünkü G.Saray, iki sene evvel, o daha B.Münih’in amatör takımına yeni girmişken teklifte bulunmuş, fakat Uğur bu teklifi kabul etmemiştir: “
Amatörde iyi bir performans göstermiştim. O sırada Türk basınında hakkımda birkaç haber çıkmıştı. Dönemin kulüp başkanı
Alp Yalman’la
İstanbul’da buluştuk. Ama anlaşmaya yanaşmadım. Hedefim B.Münih’te oynamaktı. Çünkü ben o takımla büyümüştüm. Bayern çocukluğumun takımıydı.”
İki sene sonra şartlar değişir. Oynaması lazımdır. Üstelik G.Saray’a gelmesi halinde daha çok para alacaktır. Bu sefer transfer görüşmesi Almanya’da gerçekleşir. Alp Yalman’ın yanında Derwall de vardır. “Doğru dürüst
Türkçe bilmiyordum. Alp Yalman’la görüşmeyi babam yaptı. Derwall de bana, İstanbul’da güzel günler geçireceksin dedi.”
Çokları için kapalı kutu olan Uğur vatanında yalnızdır. Türkçe bilmiyordur, üstelik İstanbul’a da yabancıdır. Kendisini kabul ettirmesi için çok çalışması gerektiğini biliyordur sadece. Derwall, sezon başı
hazırlık kampında onu daha çok yedekte tutar. “
TSYD maçlarında da yedek oynattı. F.
Bahçe’ye karşı 2-0 geriye düştük. 25. dakikada beni oyuna aldı. Bir gol attım. Maç 2-2 bitti. Seyirci benden bir hayli memnundu. Ertesi gün
Beşiktaş’la oynadık. Ben yine yedekteyim.” Ama Derwall onu ligin ilk maçında sahaya sürecektir. “
Trabzon’la takımın cezası sebebiyle
Sakarya’da oynadık. O maçta bana ‘soyun,
ilk 11’desin’ dedi. Maçı 1-0 kaybettik. Maçtan sonra yanıma gelerek, senden memnunum dedi.”
20 SENELİK BİR JENERASYONDU
O sezon tüm maçlarda oynar. Bir orta saha oyuncusu olmasına rağmen hatırı sayılır gol atar. Özellikle ligin 4. haftasında
F.Bahçe’ye
Kadıköy’de attığı gol bir başkadır. “Maçı 2-1 kazandık. İkinci golü ben attım. Artık takımda kendimi kabul ettirmiştim.” Yeni takımında sezon sonunda şampiyonluk yaşar. Uğur’a göre takımın başında Derwall’in olması hem kendisi hem G.Saray hem de Türk futbolu için bir şanstır.
G.Saray’da başarılı olmasını işini ciddiye almasına bağlıyor. Altyapısı çok üst düzeyde olmasına rağmen takım kadrosunun o dönemde çok iyi olduğunu belirtiyor: “Prekazi, Cüneyt, Erhan Önal, İsmail, Metin, Yusuf gibi oyuncular arasından kadroya girmek öyle kolay değildi. Takımda neredeyse 10 tane millî vardı. Ben kendimi futbolumla kabul ettirdim. Çalıştım. Ve başardım.” Kısa zamanda birçok başarıyı tadar G.Saray’da. 2 ay içinde yıldız olup Millî Takım’a çağrılır. Sezon sonunda
yılın futbolcusu seçilir.
İlk millî maçını unutamıyor: “
Yugoslavya ile deplasmanda oynuyoruz. Ne yalan söyleyeyim o dönemler Avrupa futbolu ne kadar üst düzeydeyse Türk futbolu da o kadar gerideydi. Maça gol yememek için çıkmıştık. 2-0 geriye düştük hâlâ adamların sahasına girdiğimiz yok. Arkamda
Savaş oynuyordu. Şunu tutun, bunu tutun diye bas bas bağırıyor. Dedim ki ‘Savaş, adamları tutmaktan bir hâl olduk. Biraz top çevirelim de adamlar bizi tutsun.’ Maçı 4-0 kaybettik.”
Türk futbolundaki değişime yakından şahit olan Uğur Tütüneker, futbolumuzdaki değişim ve dönüşümü G.Saray’ın gerçekleştirdiğini iddia ediyor. Derwall’in Alman ekolünü getirdiğini, takımda Avrupa altyapısından gelen Erdal, İlyas, Erhan’ın yanı sıra aynı kültüre sahip Kovaceviç, Cevad Prekazi, Simoviç gibi oyuncuların bulunduğunu belirterek,
yerli oyuncuların da söz konusu yapıya uyum sağladığını söylüyor: “Her şey tamamdı. En önemlisi iyi bir arkadaşlıktı. Takım bu kaynaşmayı sağlayınca başarı geldi.”
AVRUPA, AVRUPA DUY SESİMİZİ
Ona göre G.Saray’da ikinci jenerasyon diye bir şey yok: “Bana göre bu 20 senelik tek bir jenerasyondur. Bizim dönemde iyi bir kadro vardı. Bu kadroya Tugay, sonra Bülent eklendi. Ardından Arif, Hakan Şükür, Okan, Papen Mustafalar çıktı ortaya. Onlar hep iyi bir takıma, yani arkadaşlığın üst düzeyde olduğu, gelenek sahibi bir takıma geldi. Değişim, hiç kimsenin kalbi kırılmadan yaşandı. Yaşlananlar bıraktı. Yerlerine yeniler girdi. Gelen çocukların karakteri çok iyiydi. Hepsi G.Saray’daki felsefeyi,
sistemi, kültürü iyi kavradı.”
Uğur, gelenlerin “Sistem anlayışı nedir?” diye sorduklarında hep şunları söylediğini dile getiriyor: “Rakibe baskı. Bu baskı bizim zamanımızda başladı. Derwall bu işin mimarıydı.
Mustafa Denizli onun anlayışını sürdürdü. Biz rakiplerin orta sahayı geçmelerine izin vermezdik. Presle boğardık onları.” Bugün G.Saray ona göre ciddi bir düşüşte; “Bülent’ler, Arif’ler, Hakan Ünsal’lar ayrıldı. Okan ve Hakan Şükür de bırakmak üzere. G.Saray bugün rakibi boğan özelliğini kaybetti. Şimdi, rakipler bizim kale önünden ayrılmıyor. G.Saray’a bu anlayışı yeniden getirmek lazım. Bizle başlayan bu anlayış UEFA şampiyonluğuna kadar devam etti. 1989’da Avrupa’da yarı
final oynadık. 2000’de UEFA geldi.”
Uğur, rakibe baskının önemini vurgulamak için iki örnek veriyor. Biri 3-0 kaybettikleri Neuchetel maçının rövanşı; diğeri Monaco müsabakası. “Monaco’da Weah, Amaros, Fofana, Hoddle, Hateley gibi yıldızlar vardı. Eğer o baskıyı yapamasaydık, bu takımı eleyebilir miydik? Ya da 3-0 yenildiğimiz bir takıma 5 tane atabilir miydik? Yarı finalde elendiğimiz Steau
Bükreş,
Romanya’nın gelmiş geçmiş en iyi takımıydı.
Hagi,
Popescu, Lacatus, Dan Petrescu, Rotario gibi oyuncular vardı. İlk maçta
hakem golümüzü verse belki onları da eleyecektik. O dönemde G.Saray’ın bu anlayışı Millî Takım’a da yansıdı. Doğu Almanya’yı deplasmanda 2-0 yendik. Yavaş yavaş kabuk değişmeye başladı. Bunlar hep aynı dönemde oldu. Sonra Piontek geldi Millî Takım’ın başına. O da bizlere sürekli kendimize güvenmemiz gerektiğini anlattı. Özverili çalıştı. Ama saha sonuçları itibariyle şansızdı.”
1980’lerin ortasında başlayan bu özgüvenin G.Saray’da 15 sene kesintisiz sürdüğünü hatırlatan Uğur, “Avrupa, Avrupa duy sesimizi, bu gelen Türklerin ayak sesleri, bizim dönemimizde söylenmeye başladı. Bizimle başlayan bu dönem, UEFA Kupası ve Süper Kupa ile taçlandırıldı. Şimdi o dönem de bitiyor. Bir tek Hakan ve Okan kaldı. Bundan sonra öyle bir kadronun gelmesine imkân sağlayacak ortam yok.”
Tarihî Monaco maçıyla ilgili hatıraları ise şöyle Uğur’un: “İlk maçta Tanju’nun kafasıyla 1-0 öne geçtik. Bir ara Simoviç
sakatlandı. Yedek kulübesine beni değiştirin işareti yapıyor. Mustafa Hoca yedek
kaleci Hayrettin’e soyunması için talimat veriyor. Ama Hayrettin ‘ben ısınmadım, bu halde giremem’ diyor. Mustafa Hoca da ‘kimse Simoviç’e bakmasın’ diyor. Simo yedek kulübesine baktığında herkes öbür tarafa dönüyor. O halde sakat sakat maçı bitirdi. Hateley’in bir kafası vardı. Çizgiden çıkardı. O gün çok iyi oynadı.”
İkinci maçın daha zor geçtiğini anlatıyor. Hem skoru korumak, hem de gol bulmak gerekiyordu. Köln’deki maç 0-0 devam ederken Prekazi’nin attığı o müthiş gol nasıl gelmişti? “Bir faul oldu. Biz hakemin başına dikildik. İtiraz ediyoruz. 60. dakikalardı, kaleye bir hayli uzak mesafeydi. Cevad Prekazi topu dikti. Biz ‘Bu ne yapıyor, manyak mı bu, oradan vurulur mu’ demeye kalmadan topa vurdu.
Mermi gibi gitti top. İnanılmaz bir goldü. Sonra 69. dakikada Weah ile beraberliği yakaladılar. Ama inan son 20 dakika geçmedi. Hayatımda bir o maçta bir de takıma ilk geldiğim sene ligin son haftasında
Eskişehir’le oynadığımız maçta dakikalar bitmek bilmedi. Eskişehir’e karşı 2-1 öndeydik. Son 20 dakika adamlar saldırıyordu, heyecandan ayaklarımız titremeye başlamıştı. Ama kazandık ve şampiyon olduk. Monaco’da da öyle bir stres yaşadım. Ama neticede turu atladık. Bence Türk futbolunun kırılma noktasıydı o sene.”
Uğur, Monaco maçından önceki turda eledikleri Neuchetel Xamax’ın da öyle 5-0 yenilecek bir takım olmadığını söylüyor. O maçta 2 gol atan
efsane oyuncu, o müsabakayı hayatında unutamadığı en güzel maç olarak nitelendiriyor.
BÜLENT KAZMAYDI, HAKAN TOYDU
Bugün futbol hayatlarının son demlerine gelmiş Hakan Şükür’lerin, Okan’ların, Tugay’ların G.Saray’a ilk geldikleri günleri de en iyi bilenlerden biri kendisi. Şu an
Kayseri Erciyes’i çalıştıran
Bülent Korkmaz da onun döneminden. “Bülent, Monaco maçı senesi geldi. Anormal kazmaydı. Stoperdi. Adama
kene gibi yapışırdı. Çok çabuktu. Monaco maçında Mustafa Hoca ona Fofana’yı vermişti. Adamı bitirdi maçta. O maçtan sonra çıkış yaptı Bülent. Bir daha formayı bırakmadı. Sonrasında ise kendisini geliştirdi. Ve senelerce G.Saray’a
hizmet etti.”
Tugay’ın zamanla takıma ısındığını, bir dönem çok iyi çıkış yaptığını anlatan Uğur, “Kaptanlığa yükseldi. Sonra bazı problemler oldu. Kaptanlığı alındı. Bir ara ayrılma noktasına geldi ama daha sonra toparladı ve G.Saray’a hizmet etti.” diyor. Tugay’dan kaptanlık alındıktan sonra
futbolcular olarak
yönetime Bülent’i önerdiklerini dile getiriyor: “Bize G.Saray’ın uzun yıllar kaptanlığını yapacak biri lazımdı. Bülent gençti ve istikrarlıydı. Bu görevi de layıkıyla yapmayı başardı.”
Okan’ın ise altyapıdan gelir gelmez formayı kaptığını kaydeden Uğur, “Sonra ayağı kırıldı. Ama güçlüydü. Sahalara dönmeyi başardı. Fatih Hoca zamanında pozisyonu değişti. Daha çok rakibe baskı yapan oyuncu oldu. Ama o ilk geldiğinde goller atıyordu, bir yıldızdı.” diyor. Türk futbol tarihinin gelmiş geçmiş en büyük golcülerinden Hakan Şükür’ün Feldkamp döneminde transfer edildiğini belirterek, “Onun alındığı sene şampiyon olduk. Defansları hiç çıkarmazdı. Rakibe çok iyi baskı yapardı. O zamanlar Hakan bugünkü gibi üst düzeyde değildi. Daha toydu. Ama mücadelesi takdire şayandı. Üzerine çok koydu açıkçası. Gollerini de atınca vazgeçilmez oldu.”
Uğur, takıma gelen tüm gençlerin ellerinden tuttuklarını, hiç birisini dışlamadıklarını, G.Saray’ın geleneğini onlara öğrettiklerini, her dakika onlarla beraber olduklarını, kamplarda bazen 7-8 kişi aynı odada kaldıklarını anlatıyor. “Bizde inanılmaz bir arkadaşlık vardı. O arkadaşlıklar neticesinde 15-20 seneye damgasını vuran bir takım çıktı ortaya.” Uğur’un o yıllara ait bir hatırası ise şöyle: “Kamptayız. Arif, Okan,
Hamza, K.Hakan beni yere yatırdılar. İkisi kollarımı, biri ayaklarımı tutuyor. Arif de yüzüme tokat atıyor. Sonra Okan’la yer değiştirdi. Okan tokat atmaya başladı. Ben de sinirliyim. Okan yapma, diyorum. Kurtulursam kafa atarım bak. O yine tokatlıyor beni. Sonra bir vesileyle onlardan kurtuldum. Hepsi kaçtı. Okan’ı bir köşeye sıkıştırdım. Kafayı yapıştırdım. Ama açıkçası şiddetini ayarlayamamıştım. Okan’ın kaşı açıldı. O da ‘Ya Uğur abi, sen hiç şakadan anlamıyorsun’ dedi. Sonra kendisini hastaneye götürdük.”
Uğur Tütüneker, sahalara Monaco ile ayarlanan bir
jübile maçıyla
veda etti; Fatih
Terim’in takımın başına geldiği 1996 yılında. Hagi yeni transfer edilmişti. “Jübilem için 8 bin tane
bilet sattım. Yönetim ise bana stadyumdan 4 bin 500 kişilik yer ayırdı. Buna çok üzüldüm. Diğer koltukları onlar sattı. Stat ağzına kadar dolmuştu. Bilet sattığım insanları bana ayrılan yere sıkıştırdık.” Uğur, o gün bilet sattığı kişilerin çoğundan daha sonra bilet paralarını almaya gidemediğini söylüyor. “Onlara mahcup oldum. Hem bilet satıyorsun, hem tribünde yer yok. Onun için çoğundan para almadım.” Her şeye rağmen dolu tribünler önünde jübile yaptığı için mutluydu Uğur.
Futbolu bıraktıktan sonra 2 sene kenara çekilir. Daha sonra antrenörlük kursuna giderek
teknik direktörlük diploması alır. İlyas Tüfekçi’nin yanında yardımcı hocalık yaparak adım atar antrenörlüğe. İkili,
Yozgat ve
Sarıyer’de beraber çalışır. Sonra Uğur yolunu tek başına çizmeye başlar. İlk takımı
Siirt Jet-Pa olur. Süper Lige çıktığı sene takımı kuran kendisidir. Ancak son aylarda yönetimle anlaşamayarak takımdan ayrılır. Aynısı Erciyes’te de başına gelir. İyi bir takım kurar. Lakin daha ligin ilk haftasında takımdan ayrılır. Yerine gelen Hüseyin Hamamcı, takımı Süper Lig’e çıkartmayı başarır. Uğur Tütüneker, bugün büyük takımların gözdesi haline gelen
Kayserispor’lu Gökhan
Ünal’ın da yetişmesinde büyük paya sahip. O ise bu olayı ‘azıcık katkım olmuşsa ne mutlu bana’ diye nitelendiriyor.
Son olarak İstanbul Büyükşehir Belediye’de hocalık yaptı Uğur. Bu sene takım çalıştırmıyor. Teknik direktörlükte bugüne kadar yaşadıklarını ‘tecrübe kazandım’ diye özetliyor. Ancak her şeye rağmen başkalarının yaptığı gibi takım
arama peşinde değil: “Birilerini araya sokarak bana takım ayarlayın diyemem.”
AKSİYON