Miili Takım ve gerçekler...

''Bizim böyle ilkokul müsameresi düzeyindeki gazetecilik maskaralıklarıyla ilgimiz yok'' diye başlayan çarpıcı yazı dizisinin ilk bölümü..

Miili Takım ve gerçekler...

Bu tür yazı dizilerinde "Terim öfkeyle haykırırken kapı arkasına saklanan futbolcu kimdi?" türünden birtakım sunuşlar yapılması, okurda merak uyandıracak başlıklar çıkarılması adettir. Yani televizyon programlarında yanıtı hep biraz sonra verileceği söylenen türden birtakım kışkırtıcı ve merak uyandırıcı soruların sürekli altyazıyla geçmesi gibi... Gelgelelim, ne o yazı dizisinde ne de TV programında sözü edilen soruların yanıtlarını bulabilirsiniz... Bizim böyle ilkokul müsameresi düzeyindeki gazetecilik maskaralıklarıyla ilgimiz yok. Zaten ortada böyle bir durum da bulunmuyor. Bizim grupta ne İtalya, Fransa, İskoçya üçgeninde yaşanan çok şaşırtıcı durumlar, ne de İngiltere, Rusya, Hırvatistan grubundaki dramlar söz konusu... Güle oynaya çıkılacak bir gruptan azaplar içinde ve son anda sıyrılmayı nasıl "başarabildiğimizi" görmeye çalışacağız sadece. Kısacası, size en yalın biçimde 2008 Avrupa Şampiyonası'nda gruptan çıkma öykümüzü anlatmaya çalışacak, bu kapsamda neyi doğru neyi yanlış yaptığımızı, bundan geleceğe doğru çıkarılabilecek sonuçların neler olduğunu değerlendireceğiz. Aslında bunun çok daha geniş biçiminin ilgili ve yetkililerce yapılması gerekir. Ne yazık ki bugüne kadar bizim hiçbir başarı ya da başarısızlığımız gerektiği gibi irdelenmiş değildir. Gerek başarılar gerekse başarısızlıklar sonrasında hep birtakım "hesaplaşmalar" gündemde olmuş, önce o başarının mutluluğu yaşanamamış, sonra da neyi nasıl yaptığımız gerektiği gibi irdelenip geleceğe dönük birtakım kazanımlar elde edilememiştir. O nedenle biz hemen her turnuva öncesinde işe sıfırdan başlamak zorunda kalan ve bu yüzden de bir yığın gereksiz sıkıntı çeken bir şaşkın durumunda olmaktan kurtulamıyoruz. Sahip olduğumuz potansiyeli güce dönüştürme konusunda sağlam ve sürekli adımlar atamıyoruz. Biz bu konuda önce bu minik yazı dizisi, ardından yine bu konuyu daha ayrıntılı biçimde irdeleyen bir kitapla görevimizi yapmaya çalışacağız... İSVİÇRE SENDROMUNA RAĞMEN HARİKA BAŞLADIK Grup kuraları çekildiğinde bu işten anlayan anlamayan herkes aynı şeyi söyledi: Ulusoy ve Terim'de müthiş bir kura şansı var. Gerçekten de Avrupa Şampiyonası tarihinin bugüne kadarki en "uygun" grubuna düşmüştük. İşin gerçeği şuydu: Bütün gruplarda doğal olarak 1. kategori takımlar yer alıyor. Yani Almanya, İngiltere, İspanya, İtalya gibi ekiplerden biri mutlaka bir grupta bulunuyor. Hatta bazı gruplarda İtalya ve Fransa gibi iki dev birden yer alabiliyor. İngiltere, Rusya ve Hırvatistan'ın bulunduğu grubu da gözünüzün önüne getirin! Bizim gruba 1. kategori takım diye verilen Yunanistan gerçekte 3. kategoride bulunuyor. Fakat 2004 Avrupa şampiyonu olduğu için bu hakkı kazanmış. Buna göre bizim grubun 2. kategori takımı biziz. Grupta Yunanistan ve Norveç gibi iki tane 3. kategori takım yer alıyor. Yani UEFA kura çekimi sonrasında bize "Ey Türkiye, sen bu gruptan garanti çıktın! Sadece yanına kimi alacağını seç!" demiş gibi oluyor... Tabii her şey kâğıt üzerinde olduğu kadar kolay değil. Bizim çok ciddi bir sorunumuz vardı. İsviçre maçındaki olaylardan dolayı Milli Takım'a verilen 6 maçlık ceza tam bir felaketti! Üstelik Emre Belözoğlu gibi önemli bir oyuncudan da yararlanamıyorduk. Bunun dışında, biraz da İsviçre olayının etkisiyle görevi bırakmak zorunda kalan Levent Bıçakcı'nın ardından, aşılmaz gibi görünen engellerin üstünden atlamayı becerip yeniden Futbol Federasyonu Başkanlığı koltuğuna oturmayı başaran Haluk Ulusoy'un da Terim'le devam etme konusunda fazla istekli olmadığı gözleniyordu. Bakmayın bugün söylenen, "Ömür boyu birliktelik" türünden duygu dolu konuşmalara! Ulusoy'un en büyük keyfi Milli Takım ve futbolcularla yakın olabilmek. Kimi zaman onu herhangi bir futbolcuyla elense durumunda bile görmüşlüğümüz var... Terim'in bulunduğu bir ortamda bunları yapabilmek kolay değil. Yönetim üslubu olarak Ulusoy da kendine göre bir "İmparator". Eh, aynı toprakların iki imparatoru birden olamayacağına göre birini feda etmek gerek... Gelgelelim, zaten bin bir derdin kendini beklediği bir ortamda Milli Takım hocasını değiştirmeyi göze alabilmek de pek kolay değil. Terim kendisi bırakırsa ne âlâ. Ancak o da pek niyetli görünmüyor. Bu konuda kamuoyu önünde kimi beyanlarda bulunmuş olsa da iş eyleme dönüşmüyor: İmparator, saha dışındaki oyunu da en az onlar kadar iyi biliyor. O zaman, "kerhen" de olsa yola devam... Terim başarmak zorundaydı Bundan sonrası artık maçların başlayacağı günleri beklemek oluyor. 2000'e kadarki müthiş çıkışın ardından biraz gerileme dönemine girdiği açık olan Terim bu kez mutlaka başarmak zorunda... Çünkü o gerileme döneminin üzerine bir de İsviçre olayının utancı binmiş durumda... Terim, geçmişe döner gibi. 1990'lı yıllardaki başarıları nasıl kazandığını hatırlar gibi oluyor. Aynı yöntemleri uygulamaya çalışıyor. Toplantılar, seçmeler, projeler birbirini izliyor... Sonunda beklenen günler geliyor. 2 Eylül'de Türkiye'nin maçı yok. 6 Eylül'de cezalı durumdaki evimiz olan Frankfurt'un Commerz Arena stadındaki seyircisiz maçta Malta'yı 2-0 yeniyoruz, ama pek de mutlu değiliz. Çünkü Nihat ve Tümer'in golleri epeyce geç geliyor. Zayıf rakibimiz karşısında iyi futbol oynamıyor ve bayağı eziyet çekiyoruz. 7 Ekim'de deplasmandaki Macaristan galibiyeti de kimseyi mutlu etmiyor. Tuncay'ın golüyle aldığımız 3 puan elbette ki altın değerinde ama futbol olarak ortaya koyabildiğimiz bir şey yok. Eleştiriler Terim'i kızdırıyor. Moldova maçı öncesindeki basın toplantısında, "Biz bugüne kadar deplasmanda Macaristan'ı yenmişiz ya!" diye dokundurmaktan kendini alamıyor. Hakan Şükür bırakıyor Terim'le birlikte her zaman tartışılan bir adam da Hakan Şükür oluyor. Yeniden Ay-Yıldızlı formaya kavuşan kralın performansı pek parlak değil. Gol dışında yaptığı önemli işler pek kimseyi tatmin etmiyor. Saha içinde ve dışında kendisine dönük suçlamalar hiç eksik olmuyor. Hele bu dönemde, "Ersun Yanal'ın başını yiyen adam" olarak bütün şimşekleri üzerine çekiyor. Ayrıca Hakan'la uğraşmak her durumda çok para ediyor. Neyi ne kadar bildiği çok kuşkulu olduğu halde sürekli televizyona çıkma imkânına sahip birileri Hakan Şükür'e sürekli saldırıyor. Söylenenlerin çok büyük bir bölümü doğru da değil. Olsun. Hakan'la ilgili ne söyleseniz para ediyor; olumsuz ve suçlayıcı olmak koşuluyla... Bunlardan artık Hakan da bıkmış durumda ve Milli Takım'ı bırakmak istediğini yakınındakilere söylüyor. Buna Terim ve Ulusoy kesin olarak karşı çıkıyor. 11 Ekim'deki Moldova maçının ilk yarım saatinde Milli Takım yine bir şey oynamıyor. Ancak sonrasında coşup maçı 5-0 kazanıyor. Bu karşılaşmada 4 gol atan Hakan Şükür adeta yeniden doğuyor. Kral'ın bu maçtan sonra Milli Takım'ı bıraktığı bütün muhabirler arasında fısıltıyla konuşuluyor. Durum gerçekten ciddidir. Nitekim, Hakan'ın da Terim'le birlikte basın toplantısına geleceği bildiriliyor. Fakat Hakan toplantıya gelmiyor. İşin içyüzünü öğrenmek de zor olmuyor. Sadece Ulusoy ve Terim değil, takım arkadaşları da Hakan'ın bırakmaması yolunda gerçekten duygulandırıcı biçimde ısrar ediyorlar. Hakan da kendisini çok yoran ve hatta bıktıran birtakım saldırılarla olayın içinde kalarak mücadele etmeye karar veriyor. Böylece Yunanistan maçına geliniyor. ZAMAN
<< Önceki Haber Miili Takım ve gerçekler... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER