"2 ay öncesinde aldığım bir kararla, bundan böyle açıklamalarımı yazılı olarak yapacağımı kamuoyuna duyurmuştum. O açıklamayı yapmaktaki amacım, hem yargı sürecinin başladığı ve aleyhime açılan bir
dava ile ilgili yorumda bulunmaktan kaçınmak hem de
futbolu, bir dolu spekülasyona yol açarak yıpratan
tartışmaların uzağında tutmaya çalışmaktı.
O günden bugüne şahsım, federasyonum, kurullarımızın icraatlarıyla ilgili çok şey yazıldı ve söylendi. Yapmadığım konuşmalar, bana mal edilerek yayınlandı. Özellikle sustum. Futbol daha fazla yara almasın diye, büyük bir sabırla sessiz kalmayı
tercih ettim. Sadece bir kez, geçtiğimiz hafta yurtdışı
seyahatinden döndüğümde, havalimanında, o da beni karşılamaya geldikleri için basın mensuplarına çok kısa bir açıklama yaptım.
Ancak, geçtiğimiz cumartesi günü
Sabah ve
Takvim Gazeteleri’nde bana atfen yayınlanan haber ve ardından Sayın
Devlet Bakanı ve Baş
bakan Yardımcısı Mehmet Ali
Şahin’in haksız, mesnetsiz, kişilik haklarıma saldırıcı boyuta kadar ulaşan sözleri, bu açıklamayı yapmamı kaçınılmaz hale getirdi.
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum; gerek Sabah, gerekse Takvim Gazeteleri’nin hiçbir muhabiriyle hiçbir ortamda görüşme yapmadım. Haberde belirtilen hiçbir sözü, hiçbir ortamda ve hiçbir kişiye söylemedim.
Ben, bu ülkede sadece Futbol
Federasyonu Başkanlığı’yla sınırlı bir makamın temsilcisi değilim. Ülkenin sosyal,
ekonomik, kültürel yaşamına da katkılarıyla bilinen, köklü geçmişe sahip bir ailenin ferdiyim. Aileden aldığım edep, her şeyden önce büyüklerimize saygıyı öngörür. İşadamlığı ve yöneticiliğim gereği olan adap is
e devleti oluşturan kurumlarla çatışmamayı.
Hal böyleyken, Sayın Bakan’ın bana “Milli iradenin tecelli ettiği yer olan
TBMM ile kıyaslamaya kalkmak” suçlamasını getirmesinin gerisindeki mantığı anlamakta zorlandığımı belirtmek isterim. Beni ve ailemi çok iyi tanıması gereken sayın bakanın bu hezeyanını en hafifinden nezaketsizlik olarak görmekteyim.
Ancak beni asıl şaşırtan konunun daha da farklı olduğunun altını çizmemde yarar var. Ülkenin en üst kademesindeki bir
siyasetçi, nasıl olur da “Kulislerde konuşulanlara göre” diye başlayan bir habere bu denli itibar edebilir?
Türkiye’deki medya tavrı ve duruşunu en yakından bilmekle yükümlü olan bir önemli şahsiyet, nasıl olur da kulaktan dolma sözlerle yazıldığını kendi kendine
itiraf eden bir haberi bu denli ciddiye alabilir? Devletin her türlü imkânına sahip olan kişilerin, kendilerini bağlayan hatta umulmadık mecralara götüren bu tür açıklamaları, daha titiz bir araştırmanın süzgecinden geçirerek yaptıklarını düşünen biri olarak, Sayın bakanın bu tavrı karşısında bir kez daha şaşırdığımı itiraf etmek zorundayım.
Sayın bakan haddimi aştığımı, kendimi Kaf Dağı’nın üzerinde gördüğümü, federasyonu TBMM’yle kıyasladığımı söylüyor.
Şunu da içtenlikle belirtmemde fayda var: Bu ülkenin gazilik payesiyle onurlandırılmış en yüce makamıyla bir sürtüşme, bir tartışma, bir kıyaslanmaya girmek gibi bir densizliğin adresi hiçbir zaman olamam. Her zaman haddini bilen, ayakları yere basan, söylem ve eylemleriyle tutarlı durma çabasını sürdüren bir tarzın insanıyım. Ama o densizlikleri yapanlara da terbiyem, üslubum ve sorumluluklarım gereği karışamam.
Türkiye
Futbol Federasyonu Başkanlığı’na
demokrasinin vazgeçilmez gereklerinden biri olarak seçimle geldim. Özerkliği sayın bakanın ifadesinde olduğu gibi asla “kolaylık” unsuru görmedim. Benim özerklik algım “
Mali ve idari bakımdan federasyonlara verilen kolaylık” olmadı. Demokrasinin “Ali kıran baş kesen”lik, hatta “krallık”la hiçbir şekilde bağdaşmadığını da en iyi bilenlerdenim. Fakat üzüntüm, bu ülkede demokrasiyi diline pelesenk etmiş olanların, demokrasi kültüründen ne denli uzak durduklarını kavramakta hala zorluk yaşamaları.
Siyaset çok saygı duyduğum bir kavram. Ama siyasete girmek benim açımdan hiçbir dönemde öncelikli
hedef olmadı. Zaten böyle bir hedefi gözetseydim,
bakanlık dahil, bana geçmişte yapılan teklifleri değerlendirirdim. Ben hep futbol için yaşamayı, futbolla yaşamayı öncelik sırama koydum.
Bir süredir başta medya olmak üzere,
spor kamuoyunda futbolda bir
kaos ortamının oluştuğundan, futbolun değerlerinin hızla tükendiğinden söz ediliyor. Bu değerlendirmelere maalesef üzülerek ben de katılıyorum.
Göreve geldiğimiz 19 Ocak tarihinden bu yana, inat ve ısrarla Futbol Federasyonu Genel
Kurulu’nu toplayacağını ifade eden, sadece son 50 günde tam 10 kez değişik platformlarda yasanın kendisine verdiği görevi yerine getireceğinden söz eden Sayın Bakan’ın, bu kaos ortamının oluşmasında ve futbolun değerlerinin tüketilmesinde hiç mi katkısı yok, bunu değerli kamuoyunun takdirlerine bırakıyorum.
Ulusoy ailesinin yardımları nedeniyle, bir sokağa da babamın isminin verildiği
Sri Lanka’daki seyahat programı sırasında, Sayın Bakan’ın hayal mahsulü bir habere dayandırarak yaptığı bu değerlendirmeleri hem şahsı, hem de temsil ettiği makam adına çok ciddi talihsizlik olarak nitelendiriyorum.
Sayın Bakan’ın Genel Kurul’un toplantıya
çağrılması için kulüplerin,
genel kurul delegelerinin harekete geçmesini, aksi takdirde yasadaki yetkisini kullanarak kendisinin toplantı çağrısı yapacağını defalarca tekrar edip sonra ötelemesini, kulüplerimiz ve delegelerimiz üzerinde kurulmaya çalışılan siyasi bir
baskı ve kaos sebebi olarak algılıyorum.
Futbol ve futbol ailesinin siyasi baskı altında tutulmasına en fazla karşı çıkanlardanım. Kulüplerimiz ve delegelerimize daha fazla baskı yapılmamasını, Sayın Bakan’ın olası bir çağrısının tek muhatabı olarak
Türkiye Futbol Federasyonu’nun görülmesini, bu gerçekleşirse çağrı hakkında mevzuat çerçevesinde gereğini yapacağımızı, kamuoyunun bilgisine sunuyorum."