Haftalık Haber Dergisi Aksiyon'a konuşan Zico, kendisine sorulan sorulara şu
cevapları verdi:
-Ligimizi takip edebiliyor musunuz?
Brezilya'da bir kanal
derbi maçları canlı yayınlıyor. Evde olduğum zaman maçları izliyorum. Saat farkı olduğu için gündüz 2 gibi maçlar yayınlanıyor.
-İstanbul'u özlüyor musunuz?
Orada iki yıl yaşadım. Çok güzel günlerdi. Halkın ilgisi, sempatisi, sevgisi çok güzeldi. Eşim, çocuklarım oraya alışmıştık. Özlüyorum İstanbul'u. Çünkü çok güzel hatıralarım var o şehirde.
-F.
Bahçe tribünlerinin hala 'I love you Zico' diye tezahürat yaptığını biliyor musunuz?
Ben de onları çok seviyordum. Ama
futbolda olur böyle şeyler.
-
Türkiye'de işim yarım kaldı şeklinde bir düşünceye sahip misiniz?
Tabii ki böyle düşünüyorum. Teknik direktör sıfatınızla çok ciddi planlar yapıyorsunuz.
Başarınız artıkça, daha büyük başarılar için planlar yapıyorsunuz. Çok ciddi
hazırlıklar yapıyorsunuz. Adaptasyonunuzu tamamlamışsınız. Ama her zaman her şeye gücünüz yetmiyor.
Hayat istediğiniz gibi gitmiyor. Planladığınız şeyleri gerçekleştiremiyorsunuz. Bu yüzden kesinlikle işim yarım kaldı diyorum. Bir sürü planım vardı, tamamlayamadım.
-Yani devam etseydiniz…
Devam etseydik çok güzel olurdu. Çünkü başarılı olunca insanlardaki motivasyon artıyor. Herkes işine daha iyi sarılıyor. Bizim
ekip de bu hale gelmişti. Çok güzel neticelere ulaşacağımızdan şüphemiz yoktu…
-Bu planlarınızı gerçekleştirmek için bir gün
F.Bahçe'ye
döner misiniz? Ya da başka bir
takıma gelir misiniz?
F.Bahçe'ye çok bağlandım. Kendimi F.Bahçe'nin adamı gibi görüyorum. Başka bir takıma gitmek nasıl olur bilemem. Ben böyleyim işte. Bağlandığım takımdan başkasında yapamam her halde. Türkiye'ye dönme ihtimalim olursa yine F.Bahçe'ye giderim herhalde.
Bu sözleri söylerken çok
samimi ve içtendi. Zira biliyorsunuz o futbol hayatı boyunca Brezilya'da
Flamengo'dan başka bir takımda oynamadı. 23 yıllık kariyerinin 18 yılını bu takımda geçirdi. 2 sene İtalya'da
Udinese forması giydi. 3 sene de
Japonya'da oynadı. Zico, Brezilya'da da takım çalıştırmıyor. Bunda iki neden vardı; biri Flamengo'lu oluşu, diğeri ise
ülkesinde elde ettiği saygın kariyeri çok sık
teknik direktör değiştiren kulüplerin birine giderek heba etmemek. Hemen burada belirtelim kendisine şu soruyu da sorduk: 'Neden Brezilya'da takım çalıştırmıyorsunuz' sorusunu. Masasının üzerinde duran Flamengo bayrağını göstererek, 'Ben Flamengo'luyum' dedi. Flamengo, Brezilya'da en çok
taraftara sahip takım. Hatta bir çok insan 'Zico döneminde' bu takıma hayranlık duymuş.
-Türkiye'den ayrılırken size haksızlık yapıldı mı?
Kesinlikle hayır. Takım kalmamı istiyordu. Ancak yardımcılarımla ilgili problem vardı. Biraz da benim kararımla anlaşamadık. Çünkü ben tek başıma bir şey yapmadım. Ben yardımcılarımla çalışmıştım. Belki onlarla alakalı, onları da düşünerek bir karar aldım. Zor karardı ama bu kararı aldım. Doğru mu yaptım, yanlış mı yaptım bilemem. Ama sözleşmem bitene kadar bekledim. Profesyonel hayatta bu tür kararlar alınıyor.
-O zaman şöyle sorayım; pişman mısınız?
Hayır, değilim.
-Aslında çok ta başarılıydınız?
Başarı pek çok faktöre bağlı bir şey. Bilhassa insanın rahatlığına bağlı. Ben İstanbul'da o rahatlığı yavaş yavaş hissetmeye başlamıştım. Nereye nasıl gideceğimi öğrenmiştim. Kendi hayatımı yaşamaya başlamıştım. Adapte olmuştum. Bu süreç gerektiren bir şeydi. Takıma da çok
destek vardı. Yeni
oyuncular alınacaktı. Çok daha iyi başarılara ulaşabilirdik ama öyle bir karar almış olduk. Ayrıldık. Ayrıldım ama gene F.Bahçe'yi desteklemeye devam ediyorum. F.Bahçe'nin iyiliğini istiyorum.
-Tabi her şey çok iyi gidiyordu ama ikinci sezonunuzda G.Saray ile Ali Sami Yen'de oynadığınız maçı kaybettiniz. Üstelik favoriydiniz. Ve
şampiyonluk gitti…
Maçı biz verdik. Çok nadir bir pozisyonla. Böyle bir pozisyonla ligin sonucu belli oldu (O pozisyonda;
Volkan ve Edu birlikte yükseldikleri hava topuna müdahale edemediler. Boşta kalan topu da Nonda kafayla filelere gönderdi. G.Saray'da maçı 1-0
kazandı). F.Bahçe-G.Saray maçı her zaman derbi maçtır. Sonucu belli olmaz. Ama biz şampiyonluğu asıl o maçla değil, Ankara'daki maçta kaybettik. 2-1 öndeyken
Kezman penaltı atamadı. Son dakikada da golü yedik ve maç 2-2 bitti. Kazansak Ali Sami Yen'e 2 puan önde gidecektik. Biz şampiyonluğu Ankara'da kaybettik.
-Geldiğiniz ilk yıla gidelim isterseniz. Bocaladınız. Ama
Newcastle ile deplasmanda oynadığınız maçtan sonra -yenilmenize rağmen- takım kendine geldi.
Çünkü o ana kadar takımı oluşturamamıştık. Gelenler gidenler oldu. Düşünün lig başlayalı 5-6 hafta geçmişti ve hala
transfer yapıyorduk. Yani işin başında takım kurmak var bir de lig başladıktan sonra.
-Ama sonrasında toparlandınız ve 100. yılında F.Bahçe'ye şampiyonluk yaşatarak kulüp tarihine geçtiniz.
Çok anlamlı bir şampiyonluktu. Ve bunda herkesin payı vardı. Yönetim, taraftar,
futbolcular.
Camia büyük bir öz veri gösterdi.
-Ligde F.Bahçe şampiyonluklara aboneydi zaten. Siz ise Sarı-Lacivertli takımın Avrupa'daki makus talihini de değiştirdiniz. Şampiyonlar Ligi'nde yarı finale çıkarak tarihi başarı yakaladınız…
R.
Carlos, Sevilla maçında sakatlanmasaydı büyük bir ihtimalle yarı finalde Chelsea'yı da elerdik. R.Carlos'un çok ciddi eksikliğini hissettik. O arkadaşlarına güven veren, takımda ağırlığı olan bir oyuncuydu. Bizim oyun sistemimizde de önemli bir rolü vardı.
-F.Bahçeye kimler geldi kimler geçti ama Avrupa'da başarı bir türlü gelmedi. Siz takımı nasıl motive ettiniz?
Futbolcularımıza kendilerine güvenmelerini söyledim. Yapabileceklerine inandırdım onları. Korkmaya gerek yoktu çünkü. Zira biz kaliteli oyunculardan kurulu bir takımdık. Futbolcular bu söylediklerime inandı.
-Bunu söylemek yeterli değildir umarım…
Haklısınız. Motivasyon sadece sözle olmuyor. Taktiğiniz de olacak, kondisyonunuz da olacak. Biz çok çalıştık. Teknik açıdan iyiydik. Bir de şunu belirtmem gerekiyor. İkinci yılımızda
Tuncay'ı kaybettik. Eğer o olsaydı hem ligde hem de Avrupa'da sonuç yine çok farklı olurdu. Çünkü Tuncay da çok önemli bir oyuncu. İstediğim her şeyi başarıyla yapıyordu. Çok kararlı ve kendine güvenen bir oyuncuydu. Sahada zor bir durum olduğunda hemen arkadaşlarını motive edebiliyordu. Hem taraftarlara hem de arkadaşlarına güven veriyordu. Maalesef ikinci yılımızda aynı karakterde bir oyuncuyu takıma monte edemedik.
-Sevilla'ya karşı oyunun başında 2-0 geriye düşünce ne hissettiniz?
İki
küçük kaza golü yedik diye düşündüm. Kesinlikle karşılık verebileceğimizi biliyordum. Takımda biraz da heyecandan kaynaklandı o skor.
Oyuncularım sakinleşip kendilerine gelince tekrar oyuna ortak oldu. Önemli olan 2 gol yemek değil, takımımızın bu durumu lehimize dönüştürebileceğine inanmasıydı. Bunu da başardılar.
-Aziz
Yıldırım size hiç müdahalede bulundu mu?
O işini yapıyordu. Ben de işimi yapıyordum. İlişkimiz gayet iyiydi. Konuşurduk. Ben ofisine giderdim, o gelirdi devamlı konuşurduk. Ben isteklerimi söylerdim. O da kendi durumunu anlatırdı. Hiç işime karışmadı. Başkanımızdı, fikrini söylerdi tabi. Buna da hakkı vardı. Ama sahada futbolcularla çalışan bendim. Dolayısıyla kararları kendim aldım. Ama onu her zaman dinledim. Fikrini sordum. Çünkü futbolu çok iyi bilen bir başkandı. F.Bahçe gibi büyük bir kulübü çok iyi yönetiyordu. Üzerindeki
baskı büyüktü. Onla çalışırken rahattım. Bütün kararlarıma saygı gösterdi. Bazı düşüncelerime katılmasa da saygı gösterdi. Ben de ona saygı duydum. Ama verdiğim bir karardan dolayı asla, o istedi veya o böyle düşünmüyor diye dönmedim.
-Hep planlarınızdan bahsettiniz. Kalsaydınız F.Bahçe'yi nerelere taşıyabilirdiniz?
Bir başarıya ulaşırsan her zaman daha fazlasını istersin. F.Bahçe'nin Avrupa'da daha da başarılı olması en büyük hedefimdi. Böyle bir kapasite vardı bizde çünkü. Birkaç takviye ile bu mümkün olabilirdi.
-Türkiye'de kaldığınız dönemde size en acı veren maç hangisi oldu?
Türkiye Kupası'nda G.Saray'a karşı oynadığımız ve 1-1 bittiği için elendiğimiz maç. Maçta bir kişi eksiktik. Ama Gökhan Gönül'ün attığı golle 1-0 öne geçtik. Sonra hakemin büyük bir hatasıyla 9 kişiye düştük. Gökhan'a verdiği ikinci sarı
kart çok ağırdı. Bizim için acı bir karardı. Çünkü Gökhan'ın orada hiçbir suçu yoktu.
-F.Bahçe
seyircisi nasıldı? Ülkenizle kıyaslarsanız…
Taraftarın aşkı, 90 dakika bitmeyen tezahüratları beni çok etkiledi. Çok heyecanlı taraftarımız vardı. Flamengo'ya çok benziyor. Tutkulu bir seyirci. Yarın Maracana'ya git orada Flamengo taraftarlarının ne kadar tutkulu olduğunu görürsün. F.Bahçe'de en büyük avantajımız seyirci sahanın içinde gibiydi. Maracana'da ise tribünler sahaya çok uzak.
-Japonya, Türkiye,
Özbekistan,
Rusya,
Yunanistan gibi ülkelerde çalıştınız. Farklı coğrafyalar ve farklı kültürler. Neler öğrendiniz?
Çok farklı kültürlerle tanışma imkanım oldu. Öncelikle başarılı olmak için gittiğiniz ülkenin kültürünü öğrenmek zorundasınız. Antrenman şeklinizi bile bu kültüre göre düzenlemelisiniz. Bu saydığınız ülkelerin hepsi birbirinden farklıydı.
-Birer kelimeyle özetleyecek olursanız?
Japonya;
disiplin ve organizasyon ülkesi. Türkiye, duygu ve heyecan verici bir ülke. Rusya
soğuk. Sadece havası değil insanları da soğuk. Özbekistan'da her şey yeni. Rusya'ya benziyor. Futbolu seviyorlardı.
Yunanistan…
Zico Yunanistan deyince iç geçirdi. Komşumuz hakkında pek işi şeyler söylemedi. Çünkü orada çok dramatik bir şekilde ayrılmıştı. Çalıştığı Olimpiyakos kulübü kulüple ilişiğinin kesildiğini bir mektupla kendisine bildirmişti. Bir gün evine gelen mektupta kulübe bir daha gelmemesi yazıyordu. Bu olay onu bir hayli etkiledi. Dolayısıyla Yunanistan deyince açtı ağzını yumdu gözünü. İlk sözü 'Yunanistan'ı bir an önce unutmak istiyorum' oldu. Ona göre ülke güzeldi.
Atina güzel bir şehirdi ancak… 'Orada arkamdan vuruldum. Ülkenin futbol camiası cidden beni hayal kırıklığına uğrattı'.Gerçekten de Yunanistan onu etkilemişti. Bizim kültürümüze dair birkaç kelime söylemesini istediğimde de sözü Yunan Medeniyetine getirdi. Bu arada hemen belirtelim Brezilya'da Yunanistan'ın imajı çok üst düzeyde. Okullarda Yunan Medeniyeti'nin yeri ayrı. Bunun yanında Latin alfabesine büyük ilgi var. Son bir şey daha, her yıl hatırı sayılı Brezilyalı turist Yunanistan'ı ziyaret ediyor. Zico ise bakın ne diyor?
'Herkes orası medeniyetlerin beşiği der. Ama orada pek çok saygısızlık yaşadım. Futbolda bir kültürlerinin olduğunu söyleyemem. Türkiye bu açıdan çok farklı. Çok ileri bir ülke. Halkın tavırları, genel yaşamı, insanların birbirine saygısı Yunanistan'dan çok ileride. Yunanistan'da üzerinizde bir takım formasıyla sokakta dolaşamazsınız. Çünkü dövülürsünüz. Türkiye'de ise herkes tuttuğu takımın formasıyla maça gidiyor. Yine orada derbi maçlarda deplasman takımlarının seyircileri stada alınmıyor. Futbol bu değil' Zico, Yunanistan'a dair söylediklerini bitirdikten sonra biraz neşelenmek için 'Türkiye'de çok çay içtiğini' dile getiriyor. Camileri gezdiğini, İstanbul'u çok sevdiğini, bir seferinde Bodrum'a gittiğini ve buraya hayran kaldığını; hatta Bodrum'a bir kez daha gitmek istediğini de bizimle paylaşıyor.
O şu anda kendi adıyla kurduğu futbol merkezinde günlerini geçiriyor. Kendisine ait 2 kulübü var. Biri Rio Eyaletinin
2. liginde mücadele ediyor. Diğeri de alt liglerde. Rio'daki futbol eğitim merkezinin aynısından Brezilya'daki diğer eyaletlerde açmayı düşünüyor. Bu merkezlerin adı ise 'Zico 10 futbol okulu' olacak. Aynı zamanda bugüne kadar attığı golleri bir DVD'de topluyor. Hayatından memnun. Neşesi yerinde. Röportaj bitip yanından 'Türkiye'ye
selam' demeyi
ihmal etmedi.
-Dünya Kupası'nda favoriniz…
Brezilya,
İspanya.
-Dunga'nın açıkladığı kadroyu nasıl buldunuz?
Açıkladığı kadroya saygı duyuyorum. Bu konuda yorum yapmam.
-Siz de Dünya Kupası'nda oynadınız. 82'de Fransa'ya maç içinde atamadığınız bir penaltı vardı.
Çok iyi bir hatıra değil o. Çok üzülmüştüm. Ama maçı o penaltı yüzünden kaybetmedik. Maç 1-1 bitti. Ve penaltılara gitti. Penaltılarda ise ben attım ama bu sefer diğer arkadaşlarım kaçırdı.
-Atamadığınız o penaltıdan dolayı çok eleştirildiniz mi?
Penaltı atamazsanız çok eleştirilirsiniz.
-Daha önce penaltı kaçırmış mıydınız?
Çok sık rastlanılan bir durum değildi. Ama o maçta oyuna yeni girmiştim. Girer girmez de penaltı oldu. Henüz ısınmadan atışı kullandım. Ama olmadı.
-Size o yıllarda oynadığınız futboldan dolayı Beyaz
Pele dediler. (Zico soruyu anladı ve ben daha soruyu bitirmeden cevap verdi)
Bu lakabı hiç beğenmedim. Kesinlikle beğenmedim. Ben Zico'yum. Bir
Fransız dergisi böyle bir şey yazdı.
(CİHAN)