Safvet Senih | samanyoluhaber.com
Şu Anlayış Derinliğine Hayran Olunmaz mı?
Dâru’l-Muallimîn’de (Yüksek Öğretmen Fakültesi) tahsil yapmış ve Birinci Dünya Harbi patlayınca yedek subay olarak savaşa katılıp Kanal Harbinde İngilizlere karşı dururken yaralanmış olan Ahmed Feyzi Kul Ağabeyimiz, İkinci Dünya Harbinde ihtiyat subayı olarak tekrar silah altına alınıp Aydın’ın Milâs kazasına gönderilmiştir. Orada Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin ilk talebelerinden Milaslı Halil İbrahim Ağabeyle karşılaşmış ve Risale-i Nurları onun vasıtasıyla tanımıştır. Derin anlayış ve kavrayış ile Nurları mütalaa edince hayran olmuş âdeta bir bülbül-ü şeydâ kesilmiştir. Henüz Üstad Hazretlerinin yüzünü görmeden bir mektup yazmıştır. Eğirdir’e bir iş için gidecek olan bir kişiye, bu mektubu Eğirdirli bir ağabeye vermesi için istirham etmiştir. O da, mektubun üzerine “Aydın Müftüsü Ahmed Feyzi’den” diye yazıp teslim etmiştir. Üstad Hazretleri de mektuba ilave olarak: “Yeni bir mühim kardeşimiz Müftü Ahmed Feyzi Efendinin fıkrasıdır. Bu fıkra gerçi şahsıma bakıyor. O zât şahsımı görmemiş, dellâllığım eseri olan Risaleleri gördüğünden, haddimden pek fazla olan senâ ve medhi, Risalelere ve Kur’an’ın sırlarına ait olduğu için kabul ettim.” diye yazmıştır. Eskişehir Mahkemesi öncesi baskınlarda bu mektup ele geçince, hiçbir şeyden haberi olmayan Aydın Müftüsünü de göz altına alıp Eskişehir’e gönderirler, yolda heyecan ve korkudan Müftü Efendi vefat ediyor. Böylece Ahmed Feyzi Kul Ağabeyimiz Eskişehir hapsine giremiyor.
Ama Eskişehir’den sonra Kastamonu’ya sürülen Üstad Hazretlerinin bütün eserlerini iyice hazmeden Ağabeyimiz, hizmetleri ve yazdıkları ile dikkati çektiğinden Denizli Mahkemesi için yakalanıp hakim karşısına çıkarılıyor. Hakim olan merhametli hanımefendi. Bu gazi ve bilge Ağabeyimize acıyor… “Amcacığım sizin yukarıdan gıyâbî tutuklama kararınız geldi. Benim tek yapacağım şey, bu gıyâbî kararı sadece vicahiye çevirip yüzünüze okumak… Âh ne olurdu bu yaşta hapislere düşeceğinize beş vakit namazınızı kılıp işinize, aşınıza eşinize dostunuza karışsaydınız!” meâlinde bir konuşma yapıyor. Ahmed Feyzi Ağabeyimiz de: “Âh kızım, İslâmiyet o kadar kolay değil!” diyor. İşte bu kahraman ağabeyimizin Üstadımızı eserlerinden bir nebze tanıyınca yazdığı o mektubunu takdim ediyorum:
Bismillahirrahmanirrahim
Nihayetsiz hamdler Kerim-i Müteâl olan Cenab-ı Hakka, salâtü selam Habib-i Zülcelâle ve Onun âl ve ashabına olsun…
“Ey Bâkî’ye ulaşmış fânî! Ve ey Matlûbun (Cenab-ı Hakkın) rahmet kapısında oturmuş mahbub! Ve ey derecelerin en mükemmeli olan kulluk sıfatında derece kat etmekte olan bahtiyar! Ve ey Cenab-ı Hakkın ışık saçan güneşinin karanlıklara aksettirdiği hidâyet ziyası! Ve ey Kuddûs olan Allah’ın Habîbinin, ulviyet yolunda karanlıkları yararak uçan parıltı saçan şehâp! Hâtalar ve günahlar deryasının korkunç dalgaları arasında inleyen, Hâlık-ı Kerimin bunca lütuflarını nankörlükle karşılamaktan başka bir vaziyeti bulunmayan mevcudatın bu en aşağısında bulunan (dilenci), senden, nâil olduğun makbuliyet derecesinden bir damlasının olsun kendisine hediye edilmesini, senin şefkat ve kereminden bekliyor. Ne olur beni kendine alıp hizmetinle şereflendirsen. Ne olur, Habîb-i Kibriyaya benim de kendisinin hizmetine intisabım için ve onun âşıklarının en küçüğü ve hikmet ve nurunun dellâlı olmam için yalvarsan, âh!...”
Ahmet Feyzi Kul’a ait bu mektupta, Üstad’a karşı muhabbet ve hürmetin âteşin ifadelerini görüyoruz. Gerçekten Ahmet Feyzi Ağabey'de Üstad sevgisi, fart-ı muhabbet derecesinde idi. Bazen bu yüzden küçük kardeşi Mehmet Kul kendisine “Ağabey, düsturlarımıza göre...” diye bir şeyler hatırlatmak isteyince, lâtîfeyle “Düsturcu, sen şimdi bir sus hele!.” derdi. Risale-i Nurları da derin bir dikkatle okur ve ulaştığı engin mânaları da uzun uzun anlatır, sonra yetinmez ve “Ondan sonracığıma...” diyerek yeni bir başlangıçla tekrar anlatmaya başlardı. Gayet düzgün bir mantıkla bir sayfada bir nokta koyacak şekilde, derin derin hakikatları renkli ifadelerle anlatır, bizlere de anlayıp anlamadığımızı kontrol için sorular sorardı. Onun sohbetlerinde başka bir haz ve lezzet vardı...
Bu mektubunda henüz daha Üstadı hiç görmediği halde, sadece Risale-i Nurları okuyarak makamını kavramış ve ona göre bir ihtiram nezaket içinde sevgi ve saygısını ifade etmiştir.