Kim var orada?
Ahlâk kitaplarının bazıları, FAZÎLET’i anlatırken, güzel ahlâk ve davranışların daha doğrusu insanî evrensel değerlerin alışkanlık hâline getirilmesidir, diye bir tarif ediyorlar.
Alışkanlık nedir?
Düşünmeden yaptığımız davranışlardır. Yani biz bir iyiliği, bir güzelliği hiç düşünmeden – bunun bana faydası ne, zararı ne diye hiçbir tereddüt göstermeden - yapıyor ve yerine getiriyorsak, faziletli bir iş yapmış oluyoruz. Üstad Necip Fazıl da “Kim var orada, deyince, sağına ve soluna bakmadan, ‘Ben varım’ diyebilen bir gençlikten bahsederek, meselemize bir izah getirmektedir.
İnternet sitelerinde çeşitli varyantları, ilaveleri ve yorumları ile Garcia’ya Mektup hikâyesi dolaşmaktadır. Anlatmak istediğimiz hususu aslından çok faslına bakarak bununla ifade etmeye çalışalım:
Amerikalı gazeteci Elbert Hubbart, Philistine adlı aylık bir derginin 1899 Şubat sayısında Garcia’ya Mektup başlıklı bir yazı yazar. Mesele şudur: Amerika’nın Kurtuluş Savaşının bir safhasında İspanya ve sömürge ordusunu tecrit edebilmek için Kübalı General Garcia’nın ordusuna Cumhurbaşkanı Mc Kinley, bir mektup yazar. Bu mektubun âcilen yerine ulaşması gerekmektedir. Ama Başkomutanlık karargâhında Garcia hakkında bilgi yoktur, nerede olduğu ve yanına nasıl gidileceği meçhuldür. Kendisine posta veya telgraf yoluyla ulaşmak imkânsızdır. Onun için ABD Başkanının yanındakiler bu mektubun ancak elden götürülebileceğini söylediler. Başkanın çaresiz bakışları karşısında cevap subaylardan birisinden geldi. “Benim birliğimde, Rowan adında bir çavuş (veya yüzbaşı) vardır; kimsenin, nerede ve hangi sığınakta olduğunu bilmediği Garcia’yı o bulabilir ve mektubunuzu kendisine ulaştırabilir.” dedi.
Rowan çağırılıp, mektup kendisine verildi ve Garica’ya teslim etmesi söylendi. Rowan mektubu aldı, göğsüne sakladı. Önce Başkan’a sonra diğerlerine selamını verip dışarı çıktı. Rowan yola çıktıktan tam dört gün sonra, gecenin karanlığından da faydalanarak üstü açık bir kayıkla Küba sahilinin açıklarına vardı. Küba’nın balta girmemiş ormanlarına dalıp, gözden kaybolduktan, pek çok tehlikeler atlatıp, büyük sıkıntılara katlandıktan üç hafta sonra, adanın öteki yakasında ortaya çıktı. Ülkesinin düşmanı bir ülkeyi, yürüyerek bir uçtan öteki uca geçti ve Garica’ya mektubu teslim etti…
Burada önemli mesele şu: Rowan’a ‘Bu mektubu Garcia’ya götürüp teslim edeceksin.” denildiğinde, bazılarının yaptığı gibi, “Bu Garcia kim? Nerede? Onu nasıl bulabilirim? Acaba bunu, bir başkası götüremez miydi? Benim eşim rahatsızdı da…” gibi sorular sormadı ve bir sürü mazeret ileri sürmedi… Hemen işine koyuldu…. Yani, kendisi: “Ben bu işi en iyi nasıl yapabilirim” düşüncesiyle meselesine yoğunlaştı. Yoksa, “Ben bu işten nasıl sıyrılabilirim; ben bu işi en güzel nasıl yapmam” aptallığına sığınmadı…
İşte bu yüzden 118 sene önce yazılmış ve olağan üstü bir özelliğe sahip olmayan bu yazının basılıp yayımlanması, hiçbir kitabın mazhar olmadığı bir ilgiye mazhar olmuş ve baskıları yüz milyon adedi aşmıştı… Hele şimdilerde internet sitelerinde daha da çok insana ulaşmıştır.
Daha o günlerde bu yazı New York Merkez Demiryolu İşletmesinin bütün çalışanlarına, çoğaltılıp verilmiştir. Bu mesele Rus Demiryolları Genel Yönetmenine ulaşınca Rusça’ya çevrilip bütün çalışanlarına dağıtılmıştır. Sonra Rus Ordusu mensuplarına da ulaştırılmıştır. Beş sene sonra 1904’te Rus-Japon Savaşı sırasında esir Rus askerlerinin üzerinden çıkan bu yazı Japonca’ya çevrilip Japon İmparatorunun emriyle bütün Bakanlıklara ve bütün görevlilere dağıtılmıştır…
Burada anlaşılması gereken asıl mesele yetiştirilen insanların bu derin ve engin anlayışla donatılmasıdır. Böyle bir şuura sahip fertlerin karşısında hiçbir faziletsiz anlayış duramaz. Bir de Üstad Hazretlerinin tabiriyle bu husus İMANLI FAZİLET şeklinde taçlandırılırsa… İhlas, takva ve sadakat ile kanatlandırılırsa…
Bunun için en başta İhlas ve Uhuvvet Risaleleri tekrar tekrar mütalaa ve müzakere edilmelidir. Lâhikalar ve Hizmet Rehberi de hiç unutulmamalıdır. Bilhassa şu süreçte her bir fert, bin insan gibi hizmet edebilmesi için, bu güzelliklerle teçhiz edilmelidir. Üstad’ın tabiriyle “vâhid-i sahih” (tam sayı) haline getirilmelidir. Kesirli, küsurlu ve kusurlu fertlerle mükemmel iş yapılamaz. Hatta onların çoğalması, tesir gücünün azalması demektir. Kesirli sayılar çarpılınca çoğalmaz bilakis azalırlar. İki kere iki dört eder ama; iki kere yarım bir eder; yarım kere yarım dörtte bir eder…
Böyle yarım yamalaklar da her şeyi berbat ederler… Bu sürecin en büyük faydası, bu yarım yamalakları, bu kesirli, küsurlu ve kusurluları, bir elekten geçirip, bazılarının çok sağlam vahid-i sahih yani tam sayı olmasının, bazılarının da maalesef elenmesinin sağlanmasıdır. Hizmet hâlis ve sağlamlarla yoluna devam edecektir, inşaallah…
Abdullah Aymaz / Samanyoluhaber.com