Die Zeit gazetesindeki yorumda Almanya'da yaşayan Türklere yönelik bakış açısının artık değiştirilmesi gerektiği savunuluyor:
"Almanya'da yaşayan Türkler arasında referandumda ‘evet' oyu verenlerin ayrımcılığa uğradıkları ve eğitimleri zayıf olduğu için bir tür cezalandırma eğilimiyle sandığa gittikleri anlayışı hakim. Bu argüman, seçmeni ironik bir biçime Erdoğan'ın kendisinin de ulusal ateşi korlamak için ekseriyetle yaptığı gibi ‘mağdur' olarak tanımlıyor. Ardından da genellikle uyum ve politik eğitim için daha fazla çaba gösterilmesine yönelik umutsuz bir çağrı geliyor. Almanya'da yaşayan Türklerin ya mağdur ya da uyum önlemlerinin ana hedef kitlesi olarak görülmesi asıl sorun olamaz mı? Pazar günkü oylamadan çıkan ürkütücü tablo bu paternalizme bir son vermek için iyi bir fırsat olabilir."
Frankfurter Rundschau'da yer alan Thorsten Harmsen imzalı yorumda ise Erdoğan'ın Almanya'daki Türkler arasında bulduğu desteğin yalnzıca uyum sorununa bağlanamayacağı, asıl sorun olan popülizmin Türkleri olduğu kadar, Almanları da tehdit ettiği görüşü savunuluyor:
"Erdoğan, diğer popülistler gibi karmaşık durumlar için basit çözümler sunuyor. Bu popülistler için yalnızca siyah ve beyaz var, yani kendi ulusları ve bu ulusa tehdit oluşturan dünyanın geri kalanı. Seçimler ise bu konjonktürde popülistlerin amaçlarına ulaşmaları için bir yol teşkil ediyor. Bu tehlike Türkler için olduğu kadar Almanlar için de söz konusu. Geçtiğimiz haftalarda yaşananlar bu tehlikenin hala her birey için geçerli olduğunu ortaya koyuyor. Umursamazlık ve bilgisizlik kimseyi cezalandırılmaktan korumaya yetmiyor. Bu iki olgunun yaratabileceği en kötü durum ise insanın düşüncelerinden dolayı cezaevine gönderilebildiği bir toplum."
Der Tagesspiegel'da yer alan yorumda ise Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın referandum öncesi sahip olduğu büyük beklentilerin bir hayal kırıklığına dönüştüğü belirtiliyor:
"Bu, Erdoğan ve partisi AKP için oldukça pahalıya mal olan bir zafer. Bunun nedeni ise yalnızca bu zaferin gayrimeşru bir biçime elde edilmesi değil. Sonucu bu haliyle tanımaktan başka bir çare kalmasa dahi, Erdoğan'ın siyasi meşruiyetten yoksun olduğu bir gerçek. Bu anayasa değişikliğinde söz konusu olan yalnızca milletvekili seçilme yaşının düşürülmesi, askeri mahkemelerin kaldırılması ya da meclisteki milletvekili sayısının artırılması gibi ayrıntılar değil; halkın yarısının politik gücünün elinden alınmasıyla sonuçlanacak, siyasette oyunun kurallarını çok daha köklü bir biçimde değişmesi söz konusu olan. Böyle bir sürecin ise hiçbir yerde yolunda gitmesi mümkün değil. Bu süreç, ancak çatışmaların artmasına neden olur. Türkiye için ise bu çatışmaların boyutu çok daha büyük olacaktır. Çünkü Erdoğan'ın beklentileri de oldukça büyük: Bugünden yarına Türkiye'nin devasa bir kalkınmayı gerçekleştirmesi, ekonomide canlanma ve terörün derhal son bulması... Ne var ki Erdoğan'ın gerçek anlamda tek başına iktidar oluğunda bu hedeflere yönelik ortaya koyabilecekleri oldukça sınırlı. Ülke Avrupa'dan koptu, Ortadoğu'da izole bir durumda, Suriye'de yalnızca yardımcı aktör konumunda ve ekononomik açıdan da krizde. Yani hayal kırıklığı kapıda. Büyü bozulacak ve gözler açılacaktır, zira Erdoğan'ın artık bu durumdan sorumlu tutabileceği başka kimse yok."