SAFVET SENİH - SAMANYOLUHABER.COM
Kainat sarayında çalışan amelelerin üçüncü kısmı: Nebâtât ve cemâdâttır. (cansız varlıklardır.) Bu hususta Bediüzzaman Hazretleri şöyle diyor: “Nebâtât ve nebâtâtın cüz’î iradeleri olmadığı için, maaşları yoktur. Amelleri sırf Allah rızası içindir ve Cenab-ı Hakkın iradesiyle, ismiyle ve hesabıyla, havl ve kuvvetiyledir. Fakat nebatatın gidişatlarından hissolunuyor ki, onların aşılama, üreme vazifelerinde ve meyvelerin terbiyesinde bir çeşit lezzetleri vardır. Fakat elem ve acıya maruz değiller. Hayvanların cüz’î bir iradeleri olduğu için, lezzet ile beraber elemleri de var. Cansız varlıkların ve nebâtâtın işlerinde iradeleri olmadığından, eserleri de irade sahibi olan hayvanların işlerinden daha mükemmel oluyor. İrade sahibi olanların içinde, arı ve benzeri gibi vahiy ve ilham ile nurlananların amelleri, iradesine itimad edenlerin amellerinden daha mükemmeldir.”
(İnsanların kurdukları bir köy ve şehirden, vahye mazhar arıların petek şehri daha düzgün ve mükemmeldir. Arıların peteklerinden hiç iradeleri olmayan sadece Cenab-ı Hakkın ilim, hikmet ve kudretiyle hareket eden atom zerrelerinin bir meyvesi veya bir hücre şehri daha da mükemmeldir.)
“Yeryüzünün tarlasında nebâtâtın herbir tâifesi, hâl dili ve istidat lisanı ile Yaradan’dan isteyip dua ediyorlar ki: ‘Yâ Rabbenâ! Bize kuvvet ver ki, yeryüzünün herbir tarafında taifemizin bayrağını dikmekle, Rubûbiyet Saltanatını dilimizle ilân edelim ve yeryüzü mescidinin her bir köşesinde sana ibadet etmek için bize tevfik (başarı) ver, yeryüzünün sevgi ve galerisinin her bir tarafında Senin Esma-i Hüsnânın (Güzel İsimlerinin) nakışlarını, senin bedi’, harika ve antika sanatlarını kendi dilimizle teşhir etmek için bize bir revaç ve seyahate iktidar ver!’ derler… Yüce Yaradan hikmetiyle, onların mânevî dualarımı kabul ederek: Bir taifenin tohumlarına kıldan kanatçıklar verir. Böylece her tarafa uçup gidebilirler. Tâifeleri nâmına İlâhî İsimleri okutturuyorlar: Çoğu dikenli nebatat ve bir kısım SARI ÇİÇEKLERİN TOHUMLARI gibi… Bir kısmına da insana lâzım veya hoşuna gidecek güzel et veriyor. İnsanı ona hizmetkâr edip her tarafa ekiyor. Bazı taifelerine de, hazmolmayacak sert bir kemik üstünde hayvanları yutacak bir et veriyor ki, hayvanlar onu çok taraflara dağıtıyorlar. Bazılara da, çengelcikler verip, her temas edene yapışıyor. Başka yerlere giderek taifesinin bayrağını dikerler. Cenab-ı Hakkın antika sanatını teşhir ediyorlar. Bir kısmına da, acı düğelek denilen nebâtât gibi saçmalı tüfek gibi bir kuvvet verir ki; vakti geldiği zaman onun meyvesi olan hıyarcık düşer, saçmalar gibi birkaç metre yerlere tohumcuklarını atar, eker. Cenab-ı Hakkın zikir ve teşbihini kesretli dillerle söylettirmeye çalışırlar… Böylece, bunun gibi olanları da kıyas et.
“Cenab-ı Hak, tam bir intizamla herşeyi güzel yaratmış, güzel tesbihat yaptırıyor, güzel ibadet ettiriyor. Ey insan!. İnsan isen, şu güzel işlere, tabiatı, tesâdüfü, abesiyeti (boş ve faydasız şeyleri), dalâleti karıştırma; çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma!”
Otuzuncu Söz’ün Yedinci Penceresinde şöyle deniliyor:
“Tohumların ve köklerin çok karışık olduğu halde hiç şaşırmayarak bir surette sünbüllenmelerini ve vücutlarını temyiz ve tefrik etmek, ağaçlara giren karışık maddeleri yaprak, çiçek ve meyvelere ayırıp tevzi etmek, beden hücrelerine karışık bir surette giden gıdaî maddeleri tam bir hikmetle ve mükemmel bir mizanla ayırıp tevzi etmek yine Cenab-ı Hakkın varlığını, kudretini ve birliğini gösteriyor.”
“Kainat sarayında çalışan amelelerden dördüncü kısmı, İNSAN’dır. Şu kâinat sarayında bir nevi hademe olan insanlar, hem melâikeye benzer, hem hayvanata benzer. Melâikeye, küllî ubudiyette, nezaretin şümulünde marifetin kavranılmasında, rubûbiyetin dellallığında meleklere benzer. Belki insan daha câmidir daha kapsayıcıdır. Fakat insanın şerli ve iştihalı bir nefsi bulunduğundan, meleklerin aksine olarak pek mühim yükselişlere ve düşüşlere mazhardır. Hem insan, amelinde nefsî bir haz ve zâtı için bir hisse aradığı için hayvana benzer. Öyle ise, insanın iki maaşı var: Biri cüz’îdir, hayvanîdir, aceledir. İkincisi melekîdir, küllîdir, acelesi yoktur, ertelenmiştir. Şimdi, insanın vazifesiyle maaşı, yükselişleri ve düşüşleri, Risale-i Nurlarda kısmen geçmiştir.”
Nasıl Cenab-ı Hakkın Güzel İsimlerinde İsm-i ÂZAM var, sanat nakışları içinde de NAKŞ-I ÂZAM var. O da İNSAN’dır. Bütün âlemlerden birer nûmune kendisinde bulunmaktadır. Yani içinde âlemler dürülmüştür. Kâinatın fihristesidir. Ahsen-i takvim üzere, en güzel biçimde, en güzel kıvamda yaratılmıştır. İnsanın ibâdeti olan NAMAZ’da her çeşit varlıkların ibadetleri mevcuttur. Ağaçlar ayakta gibi, dört ayaklılar rükuda gibi, dağlar otururcasına, sürüngenler secde halinde bir görüntü ile ibadet ederken NAMAZ, kıyamı ile, rukuu ile, sücudu ile ve kuûdu ile hepsini kapsamıştır. Meleklerin bir kısmı sadece ayakta kıyam halinde ibadet eder. Bir kısmı hep rükûdadır. Bir kısmı hep secde halindedir. Bir kısmı da oturuş vaziyetinde ibadet eder. Onların bir kısmı sadece Allahü Ekber der bazısı sadece Elhamdülillah der, bazıları da sadece Sübhanallah derler. Namazda ise bu üç mübarek kelime namazın her tarafında bulunmaktadır. Namazdan sonra da her biri otuz üçer defa tekrar edilmektedir. Onun için insan diğer mevcudata bir halife ve bir kumandan olarak tayin edilmiştir. Onlar insanın emrine verilmiştir. Onlar üzerinde tasarrufa sahiptir…