Örnekleri kendinden bir hareket
TARIK BURAK
Yurt dışında açılan Türk okullarında Müslüman, Katolik ve Ortadoks öğrenciler aynı sıralarda okurken Harvard Üniversitesi Profesörü Samuel Huntington yazısında, “İslam ile Batının hesaplaşması kaçınılmaz” tezini işliyordu.
EBEDİ RİSALET SEMPOZYUMU (1991)
Zaman Gazetesi "Kutlu Doğum Haftası" münasebetiyle Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında 19-22 Eylül 1991 tarihlerinde Ebedi Risalet Sempozyumu düzenlemişti.
Uzun yıllar vaazlarında Peygamber Efendimiz'i (Sallallahu aleyhi ve sellem) anlatan Fethullah Gülen Hocaefendi, sempozyumun üçüncü gününde 21 Eylül 1991’de kısa bir teşekkür konuşması yaptı.
Yurt içinden ve yurt dışından birçok bilim adamı ve ilahiyatçının katıldığı Ebedi Risalet sempozyumu alanında bir ilki temsil ediyordu. (Tevaffuka bakın ki yazı tam da "Kutlu Doğum Haftası"na denk geldi. 8 Kasım Cuma Peygamber Efendimiz’in (Sallallahu aleyhi ve sellem) Kutlu doğumu)
Hocaefendi’nin kısa teşekkür konuşması şöyleydi:
"Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (Sallallahu aleyhi ve sellem) her yönüyle kıymetli ilim adamları tarafından anlatıldığı bu toplantıda benim bir şeyler söylemek haddim değildir. Ama bunu söylemek dahi yine haddim değildir. Fakat Oturum Başkanı Sayın Prof. Tuğ'un davetine icap ederek kürsüye geldim. Benim önceden planlanmış böyle bir konuşmam yoktu. Sempozyuma katılan değerli tüm ilim adamlarımıza ve siz misafirlerimize teşekkür ediyorum."
TÜRKİYE'DE SEÇİMLER YAPILDI (20 Ekim 1991)
Türkiye’de 20 Ekim 1991’de genel seçimler yapıldı. Seçimlerin sonucunda DYP:177, ANAP:115, SHP:89, RP:62, DSP:7 milletvekili çıkarttı. Bu tablo neticesinde DYP-SHP koalisyonu kurulurken, Süleyman Demirel başbakan oldu.
ÖRNEKLERİ KENDİNDEN BİR HAREKET
1992 yılında Türkiye’nin en gözde üniversitelerinden mezun olan yüzlerce öğretmen artık Orta Asya’da açılan okullarda öğretmenlik yapmak üzere hicret yollarına düşmeye başlamıştı.
Hocaefendi, bu yiğitlerin hasbilikleri karşısında çok duygulandı ve bu fedakârlığı hiç unutmadı: “…birkaç düzine kara sevdalı, kimsenin düşünmediği ve akl edemediği bir dönemde hasret ve hicran mülâhazalarına takılmadan, "gurbet" ve "yâd eller" demeden, hedef Hak rızası açıldılar dört bir yana; azimli, kararlı ve güvenle dopdolu olarak.. gönüllerindeki ülke tutkusunu, memleket sevdasını hizmet aşkıyla bastırarak. Allah yolundaki mücahedelerini, çok az insanın duyabileceği şekilde duydu, yaşadı ve peygamber havarileri gibi: "Girdik reh-i sevdaya cünûnuz..." (Nigârî) deyip yürüdüler mağriplere maşrıklara... bunlar, ne kendilerine takıldı, ne de önlerini kesen engeller karşısında dize geldiler; yüreklerinde renk atmayan tek sevda Hak rızası ve Hakk'a vuslat arzusu yürüdüler dünyanın en ücra köşelerine… bahtları sahabî ve havârî bahtına eş; iffet ve ismetleriyle de ruhânîlerle kardeş bir tavra ulaştılar hemen fecrin arkasından; ulaştı, destanlık birer konu ve solmayan birer hatıra oldular.” (Fethullah Gülen, Örnekleri Kendinden Bir Hareket, Çağ ve Nesil Serisi, 01 Ağustos 2001)
SEVGİ OKULLARI
Yurt dışındaki eğitim faaliyetleri, 1992 yılından sonra hız kazandı. Bu okullarda, bazı dersler, o ülke öğretmenleri tarafından veriliyordu.
İngilizce, fen bilimleri, matematik, Türk dili ve edebiyatı ise, Türkiye'den gönderilen öğretmenler tarafından okutuluyordu. Sınıflar rehberlik ve eğitimin kalitesi açısından kalabalık tutulmuyordu.
Fizik, kimya ve biyoloji laboratuarları en yeni araç ve gereçlerle donatılmıştı. Her okulda, ayrıca bilgisayar sınıfları da mevcuttu.
Okullar her gittiği ülkede sevildi, benimsendi ve ilgi gördü. Bu yakın ilgi hep çift taraflı oldu. Yani halk bu okullar ve öğretmenleri sevdi, devlet erkanı da bu okulların kendi ülkelerinin eğitim seviyesini yükselttiğini görerek destek oldular.
Bu okulların ilk açıldığı yerlerden birisi de Rusya'nın başkenti Moskova'dır. Bu okulda okuyan öğrencilerin velileri, çocuklarının bu okullara gitmeye başladıktan sonra değiştiklerini; kendilerine karşı saygılı davrandıklarını, içki ve uyuşturucu gibi kötü alışkanlıkları bıraktıklarını ifade etmişlerdir.
Farklı ülkelerde açılan okullardaki öğretmenlerin tavır ve davranışları, okul içinde estirilen olumlu hava kısa sürede gönülleri fethetti ve bu hizmet meşalesi her tarafa hızla yayıldı.
Bu arada, Fethullah Gülen Hocaefendi’nin İstanbul'a gelmesi, hizmet açısından önemli bir dönemeç noktası oldu. Çünkü İstanbul esnafı daha varlıklıydı ve hizmetin gayesini anlayınca himmetini çok yüksek tutabiliyordu.
İşte himmet ve gayretler birleşince hizmet zincirinin Anadolu'dan yurt dışına uzanmasını, Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar yayılan geniş sahada, Türk kültürünün, örf ve ananesinin, tanıtılmasını sağladı.
HOCAEFENDİ'NİN AMERİKA SEYAHATİ (1992)
Peygamber Efendimiz Aleyhissalatu vesselamın, gösterdiği hedef istikametinde bütün insanlığa hizmet götürmek gayesinde olan Hocaefendi, dünyanın bu en güçlü ülkesini ve buradaki insanları mutlaka tanımalı, etüt etmeliydi.
ABD'den aldığı ısrarlı davetleri, sevk-i İlahi kabul ederek 2 Nisan 1992 tarihinde İstanbul’dan New York’a gitti. Bu, Hocaefendi’nin Amerika’ya ilk seyahatiydi.
Amerika Birleşik Devletleri’nin 50 eyaletinden 25 eyaletini 35 günde gezerek ziyaret etti. Bu yerinde ve çok manalı bir seyahatti. Ahirzaman insanının problemlerini yerinde görüyor ve tespit ediyordu. Hocaefendi, bu seyahati sırasında Kanada’ya geçerek bir gün de orada kaldı.
TURGUT ÖZAL'I HOUSTAN'DA ZİYARET ETTİ
Hocaefendi, Amerika’dayken Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 24 Nisan 1992 tarihinde Amerika’ya geldi. Sağlık kontrolünde Özal’ın prostat kanseri olduğu anlaşıldı. Bunun üzerine, Turgut Özal, 2 Mayıs 1992’de Houston’da Medhodist Hastanesi’nde ameliyat oldu.
Hocaefendi, Özal’ı hastanede ziyaret etti, geçmiş olsun dileklerinde bulundu. Özal bu ziyaret sırasında Hocaefendi’ye nasıl zorlu bir ameliyat geçirdiğini şöyle anlatıyordu: “Daha önce kalp ameliyatı olduğumda üzerimden sanki tank geçmişti. Şimdi üzerimden tren geçti.”
Turgut Özal, yurt dışındaki hizmetlerden çok memnundu. Eşi Semra Hanım ve doktoru Cengiz Aslan’ın da bulunduğu hastane odasındaki bu ziyaret sırasında Orta Asya’da açılan Türk kolejlerini öve öve bitiremedi. Hocaefendi’ye: “Orta Asya’daki bu okullara destek olmaları için Dışişleri bürokratlarına defalarca söyledim, ama bazıları bu işin önemini bir türlü anlamıyorlar” dedi. Turgut Özal, basiretli bir insandı ve Fethullah Gülen Hocaefendi’nin insanlık adına büyük hizmetler yapacağını basiretiyle görüyordu. O yüzden Hocaefendi’ye olan güveni çok kuvvetliydi.
Hocaefendi, Özal’ı ziyaret ettikten sonra Amerika’da kendisine yapılan ısrarlı davetlere icabet etmek için seyahatine devam etti.
Bu arada Hocaefendi, ABD’deyken Sabancı birkaç defa onunla telefon görüşmesi yaptı. ABD’de bir sergi açmıştı. Hocaefendi bu sergi için Sabancı’yı arayıp, “Hizmet ediyorsunuz, milletimiz sizinle iftihar ediyor” deyince Sabancı şu cevabı verdi: “Ben ne yaptım ki Hocam, milletimiz asıl sizinle iftihar ediyor.”
Fethullah Gülen Hocaefendi, bütün seyahatlerinde, özellikle namazlarını zamanında kılmaya aşırı düzeyde hassasiyet gösteriyordu. Hocaefendi’nin yanındakiler hemen her yolculuk sırasında onun “Namazım kaçabilir” endişesine kapılarak durmadan terlediğine şahit oldular. Hocaefendi’deki namaz hassasiyeti çocukluk yıllardan itibaren vardı.
AVUSTRALYA'DA…
Hocaefendi, 6 Mayıs 1992 günü Los Angeles’tan kalkan uçakla, 21 saat süren uzun bir yolculuktan sonra Avustralya’ya geçti. Buradan da çok ısrarlı davetler almıştı.
Uçak, 18 saat süren yolculuktan sonra Yeni Zelanda’ya yakıt ikmali için inince Hocaefendi takvimin “8 Mayıs” olduğunu öğrendi. Çünkü Yeni Zelanda Los Angeles’tan sekiz saat ileri bir zaman dilimindeydi ve onlar havadayken, 7 Mayıs günü geçip gitmişti. Uçak yeniden havalanınca üç saat sonra Avusturya’nın Melbourne şehrine indiler.
Melbourne’da bir yurdun temel atma törenine katılan Hocaefendi, Sydney’deki bir camide vaaz verdi. Hocaefendi, burada aynı zamanda 2 gün kitap okuma programına da katıldı.
Amerika’dan Avustralya’ya gidişlerinde 7 Mayıs gününü mecburen atlamışlardı. Hocaefendi, 18 Mayıs günü öğlen namazını Avustralya’nın Sydney şehrinde kılmıştı. Los Angeles’a gelince epeyce bir süre sonra, öğle namazı vakti yeni girdi. Böylece öğle namazını bir daha kıldı.
Bir buçuk ayı aşan (48 gün) ABD ve Avustralya gezisinden sonra Hocaefendi, 19 Mayıs 1992 günü New York’tan Belçika’nın başkenti Brüksel’e geldi. Hollanda ve Almanya’da bir iki gün kaldıktan sonra da Türkiye’ye döndü.
İŞTE FEDAKÂRLIK…
Cumhurbaşkanı Turgut Özal, ABD’deki ameliyatından dokuz ay sonra, 1993 yılında Balkan ülkelerini kapsayan bir geziye çıktı. Özal’ın Balkan gezisi programında, Arnavutluk’un başkenti Tiran’da yeni açılan Mehmet Akif Ersoy Koleji’ni ziyaret de vardı.
Altı günlük bu Balkan gezisinin ilk durağı olan Bulgaristan’a 15 Şubat 1993 günü gelen Özal, 17 Şubat günü Makedonya’ya geçti.
Makedonya’nın Ohri şehrinde Özal, kendisine refakat eden Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Fikret Küpeli ve Hava Kuvvetleri Kurmay Başkanı Korgeneral Ali Güllü’yle birlikte Osmanlı’dan kalma tarihi Hayati Baba Tekkesi’ni ziyaret etti.
Makedonya’daki o günün akşamı, Özal’ın programını düzenleyen bürokratlar, Özal’ın çok yorulduğu gerekçesiyle programı hafifletip bazı ziyaretlerle birlikte Arnavutluk’taki Mehmet Akif Ersoy Koleji ziyaretini de programdan çıkardılar. Kolejin sponsoru olan Gülistan Şirketi’nin temsilcisi Erdoğan Tüzün programın değiştiğini öğrenince Ohri Gölü’nün kıyısındaki otelde misafir edilen Özal’ın odasına çıktı.
Özal, daha Ankara’dayken bu okulu ziyaret etme kararı almıştı. Dışişleri yetkilileri, “Arnavutluk’un başkenti Tiran’a Airbus uçağının inmesi zor. Uçaktan inişinizi sağlayacak merdiven bile yok” demelerine rağmen Özal, Arnavutluk’u programa dahil etmişti. Uçaktan indiği sırada, Türkiye’den getirilen ek bir parça malzemeyle uçağın kapısına yetişmeyen merdivene geçişi sağlanacaktı.
O dönemde Arnavutluk’ta Enver Hoca devrilmişti, komünist düzenden demokrasiye geçiliyordu. Osmanlı’ya nice devlet adamı yetiştirmiş bir ülke olan Arnavutluk’taki bu kolej, Özal’ın gezisinden bir ay önce açılmıştı. Normalde eğitim öğretim yılının ortasıydı. Ama birkaç ay gecikmeli de olsa, kolej faaliyete geçmişti.
O yüzden Cumhurbaşkanı’nın yapacağı ziyaret okul için çok kıymetliydi. Bir anlamda Özal, okulun resmi açılışını yapmış olacaktı.
Okul ziyaretinin programından çıkarıldığını öğrenen Özal, Dışişleri bürokratlarını uyararak, okula gideceğini söyledi. Özal, kendisini karşılamak üzere havaalanında beklemek isteyen, ancak karşılama alanına alınmayacakları söylenen öğrenciler için de, “Çocuklar havaalanındaki karşılama merasimine dahil edilsin” talimatını verdi.
18 Şubat günü Arnavutluk’un başkenti Tiran’da, havaalanına inen Özal, Arnavutluk Cumhurbaşkanı Sali Berişa’yla birlikte Mehmet Akif Ersoy Koleji’nin yeni 120 Arnavut öğrencisi tarafından çiçeklerle karşılandı. Özal, uzun olan protokol karşılama turunu yarım bırakıp öğrencilere yöneldi.
Öğrencilerle konuşan Özal, yanındaki Arnavut eğitim bakanına dönerek, “Bu okulun açılmasını sağlamakla çok iyi ettiniz. Böyle bir karar verdiğinizden dolayı mahcup olmayacaksınız. Okula ismi verilen Mehmet Akif Ersoy İstiklal Marşımızın yazarıdır ve Arnavut asıllıdır.” dedi.
Okulun bahçesinde Özal, Arnavut öğrencilerden Arnavut milli marşı ile İstiklal Marşı’nı dinledi. Dört katlı okulun sınıflarını gezen Özal’ı, üçüncü kattaki yemekhanede aşçı önlüğü giymiş bir kadın, “Sayın Cumhurbaşkanım hoş geldiniz” sözleriyle karşıladı. Bu kadının düzgün Türkçesi karşısında şaşıran Özal, “Siz Türkçeyi çok iyi konuşuyorsunuz” deyince, “Ben okul müdürünün eşiyim. Aşçı bulamamışlar; 20 gündür bu çocuklara yemek yapıyorum efendim” cevabını aldı.
Özal yanındakilere dönerek, “İşte fedakârlık bu.” dedi ve bir Türk eğitimcinin eşinin bu davranışının Arnavut devlet adamlarına tercüme edilerek anlatılmasını istedi. Başta Arnavut eğitim bakanı olmak üzere Arnavut yetkililer olayı öğrenince oldukça şaşırdılar.
Özal, yanındaki Dışişleri Müsteşarı Özdem Sanberk ve Tiran Büyükelçisi Metin Örnekol’a bu okulların önemini anlatırken, “Devletin yapamadığını bu okullar yapıyor. Bunların kıymetini on sene sonra göreceksiniz. Bunlar ticaret işlerinden daha az önemli değil. Dışişleri mensupları ve büyükelçilerin bu okullara iyi sahip çıkması lazım” dedi.
Turgut Özal, kolejin özel defterini imzalarken yazdığı cümlelerden biri şöyleydi: “İstiklal Marşımızın öğrenciler tarafından söylenmesi hepimizi duygulandırdı.”
Mehmet Akif Ersoy Koleji’nin ilk mezunları olan 120 öğrencinin yaklaşık yarısı Türk üniversitelerini tercih ederek Türkiye’ye geldi. Bu okulu daha sonra onlarca kolej ve görkemli bir üniversite takip edecekti.
Dünyanın her tarafına yayılan bu okullar Türkiye'ye her alanda sempati ve ilgi kazandırdı. Hem halklar nezdinde, hem diplomatik seviyede, hem de ekonomi ve iş dünyası çevrelerinde ülkemize yoğun bir ilgi ve alaka uyanmasına vesile oldu.
Türkiye'yi diğer ülkeler arasında bir adam öne çıkardı. Bu sevgi okullarının gelecekte hem Türkiye'ye, hem de dünyaya daha büyük katkılarının olacağı mukakkaktır.
Arnavutluk’taki kolejde de Müslüman, Katolik ve Ortadoks öğrenciler aynı sıralarda okuyordu. Arnavutluk’taki Türk kolejinde bu olay yaşanırken, Vatikan’da Katolik dünyasının dini lideri Papa ile Fethullah Gülen Hocaefendi’nin bir araya gelmesine henüz beş yıl vardı.
İSLAM İLE BATI'NIN HESAPLAŞMASI KAÇINILMAZ TEZİ (1993)
Profesör Bernard Lewis’in 1990’da ortaya attığı “mediyetler çatışması” tezini Harvard Üniversitesi Profesörü Samuel Huntington, üç yıl sonra (1993’te) “Medeniyetler Çatışması” adlı makalesiyle yayımladı. Yurt dışında açılan Türk okullarında Müslüman, Katolik ve Ortadoks öğrenciler aynı sıralarda okurken Huntington yazısında, “İslam ile Batının hesaplaşması kaçınılmaz” tezini işliyordu.
TURGUT ÖZAL'IN ORTA ASYA GEZİSİ (1993)
Turgut Özal, Balkanlar’dan döndükten 1,5 ay sonra 4 Nisan 1993 günü bu sefer bağımsızlıklarını yeni kazanmış beş Orta Asya Türk Cumhuriyeti’ni kapsayan bir geziye çıkma kararı aldı.
Özal, Zaman gazetesi imtiyaz sahibi Alaattin Kaya’yı bizzat telefonla arayarak: “Ben bu geziye sırf Türk okulları için çıkıyorum.” demişti.
Özal, bağımsızlıklarını yeni kazanmış Türk Cumhuriyetleri’nde yeni açılan bu Türk okullarını merak ediyordu. Çünkü bu okullar ileride Türkiye’nin dünyaya açılan en önemli kültür ve ticaret köprüleri olacaktı.
Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanı olarak bu ülkelerde yeni açılan Türk okullarını ziyaret arzusu, o günlerde Fethullah Gülen Hocaefendi’yi en çok mutlu eden olaylardan biriydi. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı olarak Özal’ın yapacağı bu ziyaretin sembolik değeri büyüktü.
Özbekistan’da Taşkent ve Buhara’daki Türk kolejlerini ziyaret eden Özal, Türkmenistan’a geldiğinde, Merv şehrinde Sultan Sencer ve Tuğrul Bey’in mezarlarını ziyaret etti. Başkent Aşkabad’daki duraklarından biri, Türk kolejiydi.
Özal, Türkmenistan Cumhurbaşkanı Saparmurat Türkmenbaşı’yla birlikte sınıfları gezerken, İngilizce sınıfında dört öğrenciye de İngilizce olarak aynı soruyu sordu: “What do you want to be when you grow up?” “Büyüyünce ne olmak istiyorsun?” anlamına gelen bu soruya dört çocuk da mühendis, öğretmen gibi değişik cevaplar verdiler.
Özal yine İngilizce “What a nice harmony” (Ne güzel bir harmoni) sözleriyle öğrencileri övdükten sonra, Türkmen cumhurbaşkanına “Şu manzaraya bakın.” dedi.
Türkmen Cumhurbaşkanı, Özal’a “Bu çocuklarımız burayı bitirince üniversiteyi nerede okuyacaklar?” sorusunu yöneltti.
Özal şu cevabı verdi: “Merak etmeyin, bunlar buranın üniversitesini de açarlar.” Ardından kolej yetkililerine dönen Özal, “Açarsınız değil mi?” dedi ve “Açarız” cevabını aldı. Gerçekten de bu üniversite ertesi yıl, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’ndeki ilk Türk üniversitesi olarak açılacaktı.
Okulda yaşanan bu olay, Türkmenistan’daki Türk okullarının sayısında âdeta bir patlama etkisi yaptı. Devlet Başkanı Saparmurat Türkmenbaşı, okul yöneticilerine, “Her eyalette istediğiniz binayı alın, okul açın” dedi.
“BU OKULLAR MÜTHİŞ”
Turgut Özal, Orta Asya gezisinin Kırgızistan ayağında, havaalanında Bişkek’teki Türk kolejinin öğrencileri tarafından Türk ve Kırgız bayraklarıyla karşılandı.
Özal, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Askar Akayev’e, “Bu okulların kefili benim. Bunlar gençlerinizi iyi yetiştirirler” dedi.
Ahmed Yesevi’nin doğduğu topraklar olan Kazakistan’da yaşanan manzara da aynıydı. Özal, Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev’le birlikte ziyaret ettiği Türk kolejinin defterine şunları yazdı: “Bu okullar Türk dünyasının temel taşlarıdır.”
Başkent Almatı’daki camide cuma namazı kılan Özal, camide Kazakların coşkusu karşısında bir konuşma yaptı. Camiden çıkınca, bir kişinin “Türkiye’de kaç Kazak var?” diye sorması üzerine Özal’ın “Birincisi ben olmak üzere Türkiye’de 70 milyon Kazak var.” sözleri Kazakları âdeta büyüledi.
Zengin bir Kazak doktor, sırf o gün Özal’ı camiden çıkarken gördüğünden, bir cami ve etrafında bir eğitim kompleksi kurdu. Özal onlar için Türk dünyasının lideriydi. Bir Orta Asya ülkesinin eğitim bakanı ellerini gösterip, “Bu elleri Cumhurbaşkanı Turgut Özal sıktı” diyordu.
Gezinin Azerbaycan durağında Özal, kendisine refakat eden Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) üyesi Profesör Şerif Ali Tekalan’a “Türkiye’ye dönünce Fethullah Hoca’yla görüşmek istiyorum.” dedi.
Tekalan, Bakü’den Fethullah Gülen Hocaefendi’yi arayarak, Özal’ın bu talebini iletti. Ancak, 15 Nisan 1993 günü Ankara’ya dönen Özal iki gün sonra vefat etti.
Özal, Ankara’ya döner dönmez kardeşi Korkut Özal’la görüştüğünde, “Bu okullar müthiş.” demişti. Özal’ın vefatından bir süre sonra Fethullah Gülen Hocaefendi ile görüşen kardeşi Korkut Özal, “Okullar Turgut Bey’i fethetmişti.” dedi.
Özal, Sovyetler’in yıkılmasından sonra Türkiye’nin önünde “hacet kapıları” açıldığına inanıyordu. Özal’a göre böylesine tarihi fırsatlar bir milletin önüne ancak bin yılda bir gelirdi. Türkiye bu fırsatı mutlaka değerlendirmeliydi, bu aynı zamanda Türkiye’yi büyük devlet yapacak iksirdi.
Özal’ın bu gezisi hemen sonuçlarını verdi. 1993 yılına gelindiğinde yurtdışındaki Türk okullarının sayısı yüzü aşıyordu. Bu sayı gittikçe artıyordu. Şimdi en büyük ihtiyaç buralarda görev yapacak fedakar öğretmen ve belletmen yetiştirmeye kalmıştı.
“BABAM KADAR ÖZAL'A AĞLADIM”
Hocaefendi: “Babama ağladığım kadar ağladığım ikinci insan Özal oldu.” diyor. Özal’a karşı olan sevgisinin temelinde, Özal’ı inancında çok samimi bulması vardı.
Onun gözünde Özal, engin bir imana sahip ve manevi değerlere sonuna kadar bağlı bir devlet adamıydı.
Nitekim Özal hastanede yatarken ve yanında büyükelçiler varken doktoru Cengiz Aslan’a dönerek, “Cengiz kıbleyi bul da bir namaz kılayım.” demişti.
Özal, ne zaman sıkıntılı bir anı olsa, Hocaefendi’ye haber gönderiyor, “Hocama söyleyin bana dua etsin, duaya çok ihtiyacım var.” diyordu.
Özal’ın Türk Cumhuriyetleri devlet başkanlarının hepsine, “Bu okulların kefili benim” demesi Hocaefendi’yi oldukça etkilemişti.
Özal, “okullara kefilim” diyerek 70 milyonluk Türkiye’nin başındaki kişi olarak kendini ortaya koymuştu. O seviyedeki bir insanın yapabileceği en büyük iş buydu. İlk defa bir devlet adamı, bu seviyede meseleye sahip çıkmıştı.
Özal’ın Ankara’daki ve İstanbul’daki cenaze törenlerine katılan, cenaze arabasının arkasında halkın içinde saatlerce yürüyen Hocaefendi, Özal’ın cenazesinin İstanbul’daki anıtmezara konulmasında hazır bulundu.
Hocaefendi, 1990’da Adnan Menderes ve iki arkadaşının İmralı’daki mezarlarının nakli törenine de katılmıştı.
Hocaefendi’ye göre, Tanzimat Dönemi’nden beri yapılamayan pek çok işe el atan Turgut Özal’ın cenaze törenine halk yeri delercesine katılmalıydı.
22 Nisan 1993 günü Fatih Camii’nde başlayan ve Topkapı’daki anıtmezarda sona eren törene katılım büyük olmasına rağmen, daha da büyük olmalıydı. Çünkü o, Çankaya Köşkü’nü halka açan cumhurbaşkanıydı. Bu yüzden Hocaefendi, “Turgut Özal, Allah’a yürürken millet ona borçluydu. Turgut Özal hepimizden alacaklı olarak Allah’a yürüdü.” diyordu.
Devam edecek…