İSTANBUL (CİHAN)- Yürürlükteki Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) mimarlarından Prof. Dr. Adem Sözüer, Meclis'ten geçen iç güvenlik paketini sert bir dille eleştirdi. Sözüer, bu yasa ile 1980'li yıllara geri dönüleceğini belirtti.
Hürriyet gazetesinden İzzet Çapa'ya konuşan Adem Sözüer, Meclis'ten geçen iç güvenlik paketini değerlendirdi. Öcüler hukukuna doğru adım atıldığını belirten Sözüer, "Vatandaş geçmişteki gibi 'seni öcüler yiyecek' diye korkutulup, hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmasına razı edilmek isteniyor." şeklinde konuştu.
Adem Sözüer, röportajda şu görüşleri dile getirdi:
"Meclis TV bu aralar reyting rekorları kırıyor. Kuşkusuz bunda en büyük pay uçan tekme atan, yerlerde yuvarlanan, kaburgaları kırılan, revire kaldırılan vekillerin...
İç güvenlik yasa tasarısıyla "Sık ulan sık Ekrem'lere", halka "gavat" diyen valilere özgürlüklerimizi teslim mi ediyoruz? Bu yasa bizi hızla polis devletine doğru mu götürüyor, yoksa güvenliğimiz adına olumlu bir proje mi? Kafamdaki soruları İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı
Prof. Dr. Adem Sözüer'e yönelttim. Ben sordum, hoca cevapladı, yorum her zamanki gibi sizlerin efendim...
Hocam bu İç Güvenlik Yasa Tasarısı'yla, karakollar evlere taşınıyor olabilir mi?
- Bazıları kabul edilen güvenlik paketinin 10 maddesiyle, bu iktidarın çıkardığı reform kanunları karakollara teslim ediliyor. Oysa o reformlar AB ile müzakere sürecini başlatıp, Türkiye'yi işkence yapılan ülkeler listesinden çıkarmıştı. Ama korkarım ki, meşhur "Karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar" sözü geri dönüyor. Bunun anlamı şu, eskiden savcıya haber vermeden sorgusuz, sualsiz insanlar içeriye alınır, karakollarda malum metotlarla konuşturulur, ancak mahkemeye çıkınca "İfademi işkence altında verdim" diyerek, kabullenmezlerdi. Oysa bugün herkes karakolda ne diyorsa, korkmadan mahkemede de aynısını söylüyor. Ama güvenlik paketindeki 10 madde ile zaptiye zihniyeti hukukuna dönüyoruz.
Nedir bu gulyabani gibi görülen 10 madde?
- Yakalama, arama, gözaltına ilişkin güvencelerin kaldırılması, vali ve kaymakamlara savcı yetkisi verilmesi, kolluğa meşru savunma dışında öldürme yetkisi tanınması, valilik talimatlarına aykırılık veya yasa dışı topluluk kıyafeti giyme gibi tanımı belirsiz suçların oluşturulması, uzaklaştırma gibi süresi ve koşulları belli olmayan garip tedbirlerin getirilmesi...
Desenize 80'li yıllara dönüyoruz.
- Başta polis ve jandarmanın 48 saat savcıya haber vermeden gözaltına alması gibi uygulamalar, ancak olağanüstü hallerde olabilir. OHAL'de uygulanacak kuralları her gün uygulanır hale getirirseniz bunun adına zaptiye hukuku denir. Eski dönemi hatırlayanlar iyi bilir, kolluğa sorgusuz sualsiz "atın bunu içeri" gibi denetimsiz yetkiler, her tür kötüye kullanmaya ve nüfuz ticaretine yol açmıştır.
Nüfuz ticareti derken?
- O zamanlar kişi karakola alındığında, avukattan önce emniyet veya jandarmayla arası iyi olan "etkili dostlar" aranırdı. Çünkü gözaltına alırken de, bırakırken de karar veren merci tek başına kolluktu. Bu da memlekette nüfuz ticaretine müsait bir ortam hazırlamıştı. Şimdi ise savcıya haber vermek gerektiği için gözaltının bir denetimi var. Gözaltı hakim kararı olmaksızın dört duvar arasında tutulmaktır. Kolluğa sorgusuz sualsiz 48 saat "atın bunu içeri" yetkisi, Türkiye'de kısa süreli hapis cezası gibi uygulanır. Zaptiye hukuku denilen şey de tam budur.
Cezalandırma yetkisi yargıdan alınıp, polise mi verilmek isteniyor?
- Hakim ve savcıların etkisini azaltıp, vali, kaymakam ve kolluğun yetkilerini artırırsanız, ceza yargılamasının kaderini fiilen kolluk belirler. Vali ve kaymakama savcı yetkisi vermek, adli bir işte onları yetkili kılmak anlamına gelir. Bu açıkça anayasaya aykırıdır. Ülkemizde aylardır yetkilerini kötüye kullandı diye yüzlerce polise dava açılırken, kolluğun yetkilerini daha etkin denetime almamız gerekmez miydi?
Bir hafta içinde kartopu oynadığı için bir gazeteci, dolmuşa bindiği için genç bir kız, üniversitede fikirleri yüzünden bir öğrenci öldürüldü. Zıvanadan mı çıktık milletçe?
- Şiddet konusunda biz hiçbir zaman zıvanaya girmedik ki! 70'li yıllardan beri siyasi amaçla ve töre, namus, kan davası yüzünden onbinlerce insan öldürüldü. İç Güvenlik Paketiyle ateşli silah kullanma yetkisi, sınırları belirsiz şekilde genişletiliyor. Kolluğa silah kullanma yetkisini bu kadar fütursuzca verirken, bu sosyolojiyi dikkate almamız lazım. 80'den günümüze kolluğun öldürmeyle sonuçlanan dosyalarına bakarsanız "Dur dedim, durmadı, vurdum", "Bacağına ateş ettim, kafasına geldi" gibi savunmalarla karşılaşırsınız. Şimdi söyleyin bana, yetkilerini hep yanlış kullanan hatta sık sık da kötüye kullanan güvenlik güçlerine bu kadar kontrolsüz yetki vermemiz akıllıca mı?
Ortada gerçekten büyük bir tehlike var o zaman...
- Evet var. Meşru savunma dışında kimseye, insan yaşamına son verecek bir yetki verilemez. Şu an kolluğun saldırılara karşı her türlü yetkisi zaten mevcut. Ayrıca bizdeki kolluğun büyük çoğunluğu silahı nasıl, hangi koşullarda kullanacağını bilmez. Duracağı yerde vurur, vuracağı yerde durur. Böyle bir kolluğa, şimdi de "birinin camını kırarken ateş ederek onu önle" diyorsunuz. Nasıl önleyecek ki onu? Yine bacağına ateş ederken, kafasından vurarak mı?
Türkiye'de kolluğun eğitimi yeterli mi?
- Pakette kolluğun eğitim öğretim kurumları yeniden yapılandırılıyor. Bu, kolluk eğitiminde sorunun varlığını kabul eden doğru bir adım. Bir yandan hem eğitimi iyi değil, hem yetkilerini kötüye kullanıyor deniyor. Diğer yandan aynı kolluğa insan yaşamıyla, özgürlüğüyle doğrudan ilgili belirsiz yetkiler veriliyor.
Türkiye dönüşü olmayan bir yola mı giriyor?
- Ölüm cezasını kaldırdık ama paketteki silah kullanma yetkisi ile adeta ölüm cezası başka bir yolla geri dönüyor. Bu yetkinin yargısız infazlara dönüşmesi endişesini taşıyoruz.
Bu, kolluk güçlerinin aklına estiği gibi adam öldürebilecekleri manasına mı geliyor?
- Meşru müdafaa hariç olmak üzere kolluğa, kişiye doğrudan ateş etme izni vermek, öldürme yetkisi anlamına gelir. Şu an bile yetkilerini aşan, devletin bütün kademelerine komplo kurdu diye soruşturulan bir kolluk var ortada. Bu durumda özellikle toplumsal gösterilerde belirsiz silah kullanma yetkisi, provokasyonlara müsait bir zemin oluşturmaz mı?
ARTIK KARAR OLMADAN DONUNUZU BİLE İNDİREBİLECEKLER
İç güvenlik paketi, aslında hiç güvenlik paketi olabilir mi?
- Polis ve jandarmanın 40 yıllık uygulamalarına bakarsanız ne olacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Sistematik işkenceler, silahsız ve suçsuz insanlara ateş edip öldürmeler, gözaltındaki kayıplar... Bu iktidar yaptığı reformlarla o dönemlere set çekmişti. Şimdiyse, hemen tüm ceza hukukçularının da itirazına rağmen, tasarı kanunlaşıyor. Güvenlik paketinde 132 madde var. Biz dedik ki pakette reformlara darbe vuran 10 madde kanunlaşmasın. Bu 10 madde ne mantıklı, ne hukuken ne de siyaseten doğru!
Bu tasarıya göre polisin yetkilerinin ucu bucağı açık gibi görünüyor...
- Arabada seyir halindeyken polis veya jandarma gelip "Dur bakalım, arayacağız" diyerek tüm elbiselerinizi çıkarıp üst araması yapabilecek. Şu anda da kolluğun durdurma ve kaba üst arama yetkisi var. Ama kişiyi çırılçıplak soyup arayacağım dediğinizde karar lazım. İç güvenlik paketindeki arama maddesiyle, kolluk amirinin sözlü talimatı ile kişinin donunu bile çıkarttırarak arama yapılabilecek.
O zaman arama sırasında silah ya da uyuşturucu yerleştirdi iddiaları daha sık mı gündeme gelecek?
- Şimdi bile gündemde. Aramalarda bulunan bombaların üzerinden sadece polislerin parmak izi çıktı. Sahte delil üretildi diye yüzlerce polis neden soruşturuluyor zannediyorsun?
Annelerin "Yemeğini yemezsen seni polise veririm" sözü yeniden mi hortlayacak?
- Maalesef öcüler hukukuna doğru adım atıyoruz. Vatandaş geçmişteki gibi "seni öcüler yiyecek" diye korkutulup, hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmasına razı edilmek isteniyor.
Bir kısmın sıkı yönetim kanunları diye gördüğü tasarıyı, ileri demokrasinin şartları olarak tarif edenler de var.
- Demokrasi, hukuk devletiyle anlamlı. Avrupa'da hangi ileri demokraside, vali ve kaymakama savcı yetkisi veriliyor? Hangisinde güvenlik paketindeki gibi silah kullanma yetkisi var? "Molotof cezalandırılacak", "Yüz kapatılarak yürüyüşe katılmak yasak" deniyor. Ama onlar zaten şimdi de yasak ve suç. Güvenlik bürokrasisi, çarpıtılmış bilgi ve istatistiklerle seçilmişleri yanıltıyor. Lütfen artık yanılmasınlar ve ileride "çok safmışız" demesinler!
'ZAPTİYE HUKUKUNA GERİ DÖNÜYORUZ'
Bu yeni yetkiler "bizden olmayan yaşamasın" mantığına hizmet mi edecek?
- Özel yetkili mahkemeler döneminde generaller, emniyet müdürleri, siyasetçiler, rektörler ve gazeteciler gibi toplumun tüm kesimlerine "terör örgütü kurdular" denerek operasyonlar yapıldı. Anayasa Mahkemesi şimdi "o operasyonlar yanlıştı" dedi, yeniden yargılamalar başladı. Aynı tarz operasyon, MİT Müsteşarı'na ve nihayetinde Başbakan'a bile yönelmişti. Niye? Onlar da terör örgütü kurmuş diye! Bütün bunlar özellikle belli mahkemeler eliyle ve kolluk marifetiyle gerçekleştirildi. Şimdi böyle belirsiz ve geniş yetkiler verilmesi, tam bir akıl tutulmasıdır. Verilen yetkilerin etkin denetim ve güvenceleri yok! Çünkü kolluk, işleri kendine göre hallettikten sonra hakim ve savcılara "hadi bunları onayla" diyecek. Yani yargı görevi yapanlar adeta konu mankeni haline getiriliyor.
Ne yani mahkemeye gidip "Bu adam beni boşu boşuna 48 saat tutup, işkence yaptı" demeye hakkımız olamayacak mı?
- Hakların var ama nasıl ispat edeceksin? Eskiden de işkence serbest değildi. Ama önleyici güvenceler yoktu. Reformlarla o güvenceler gelince, sistematik işkence 10 yıldır tarihe karıştı. Şimdi o güvenceler kaldırılıyor. Örneğin yeni getirilen "uzaklaştırma tedbiri"... Bu maddede vatandaş nereden nereye, hangi sürede uzaklaştırılacak, belli değil. Uzaklaştırma tedbir değil, maalesef bir ceza etkisi gösterecektir. Bu maddeyi okuyunca aklıma eski dönemlerde ünlü bir polis şefinin transseksüelleri İstanbul'dan alıp Adapazarı'na sürmesi geliyor.
Bu kontrolsüz güç sizi korkutmuyor mu?
- Kendi adıma korkum yok. Bizim nesiller işkenceyi ve kötü muameleyi çok gördü. Bu nedenle de bizden sonraki nesiller işkenceyi, aşağılamayı, hukuksuzluğu yaşamasın diye reformlar yapıldı. Ama ne yazık ki kötüye kullanmaya açık yetkiler tekrar getiriliyor. Örneğin şu anda adli ve istihbari dinleme için Ağır Ceza Mahkemesi'nden üç üyenin oy birliğiyle karar alması lazım. Ama bu paketle dinleme tek hakim kararıyla mümkün hale getirilip, kolluğa 3 güne kadar herhangi bir hakim kararı olmaksızın dinleme imkanı veriliyor. Yani İçişleri Bakanlığı'na ilişkin her yetki genişletiliyor. Bu kanunla Adalet Bakanlığı ve hukukçuların devre dışı bırakılması, çok ama çok manidar!
'FARKINDA DEĞİLLER Mİ BU BİR GÜÇ DEĞİŞİMİ'
Mesela kolluk gidip bakanları hatta Başbakan'ı bile gözaltına alabilir mi?
- Balyoz, Ergenekon, KCK davaları ve Tevhid Selam terör örgütü soruşturmasıyla, adeta Türkiye Cumhuriyeti'nin tümü tutuklandı veya tutuklanmak istendi. Hem de bunlar en güvenceli yasalar varken yapıldı...
Bana söylüyorsunuz da neden gidip bu kadar yakından tanıdığınız hükümet üyelerini uyarmıyorsunuz?
- Güvenlik paketi komisyonda görüşülürken Ceza Hukuku akademisyenleri olarak TBMM'ye yazı yazıp, "bizi komisyona çağırın" diye talepte bulunduk.
Kabul etmediler mi?
- Cevap bile vermediler. Bizim niyetimiz her şeye karşı çıkıp muhalefet etmek değil ama hukuken doğruyu söylemeliyiz. Bazen hükümeti hükümete karşı da korumak lazım.
Sizin hükümetin hukuk reformlarını desteklediğiniz zaten bilinen bir gerçek...
- Hükümetin bugüne kadar hukuk alanındaki her reformunu destekledim ve desteklemeye devam ederim. AK Parti vatandaşın hak ve özgürlüklerini güvenceye alma parolasıyla iktidara gelmiştir. Yani bürokrasiye karşı vatandaş demişlerdir. Şimdi ise vatandaşa karşı bürokrasiyi geri çağırıyorlar. Güvenlik paketindeki 10 maddeyle Türkiye'de bir iktidar kayması ve güçler değişimi yaşanıyor. Seçilmişlerin ve yargının yetkileri bürokrasiye devrediliyor.
Bu 10 maddeyi paraleller koymuş olabilir mi? Çünkü daha çok intikam maddeleri gibi duruyor?
- Reformlardan intikam almak isteyen güvenlik bürokrasisinin intikamı diyebiliriz. Hep yetkilerimiz elimizden alındı diye şikayet edip duruyorlardı. Oysa bu söz konusu değildi. Sadece keyfiliğe karşı güvenceler getirildi. Ama sen elindeki yetkileri Cizre'de olduğu gibi ya kullanma ya da yanlış kullan. Orada yaşanan trajediyi seyret; sonra da kanunlar kabahatli deyip, Deli Dumrul kanunlarını talep et! İşin acı tarafı da bu istediklerini alıyorlar maalesef. İşte bu yüzden güvenlik paketindeki 10 maddenin kanunlaşması en başta özgürlükçü hukuk reformcularının kara günüdür! Bir müddet matem tutacağız ama kişi hak ve özgürlükleri maratonuna devam edeceğiz. Umudumuzu yitirmeyelim. Zaten Anayasa Mahkemesi'nin, hem kendi hem AİHM'nin içtihatlarına göre, eleştirdiğimiz 10 maddeyi anayasaya aykırı bulunarak iptal etmesi kuvvetle muhtemel.
CİHAN