Kadir Gürcan | samanyoluhaber.com
Tek Atışlık Adalet; İdam
12 Eylül Askeri Darbesi üzerinden kırk yıl geçti. Türk Medyası, Türk Siyasi hayatının en büyük olaylarından hatta kırılma noktalarından biri kabul edilen hadiseye artık ilgi göstermiyor. Sebebini anlamak zor. Olağanüstü Hal'in gazabından canlı kurtulabilen o günün gençleri şimdi yaşlandılar. Hatıraları da kendileriyle birlikte yaşlanmış ya da küllenmiş olmalı. İhtilal mağdurlarıydılar. O günleri hatırlamak istememeleri gayet normal.
Askeri İdarenin sertliği kadar, o günün siyasetçilerinin aymazlığı da hafızalardan silinecek cinsten değildi. Ülkenin üzerine çöken yoğun toz bulutu, şu an Türkiye'nin içine düştüğü derin girdaba çok benziyordu. Siyasetçiler birbirini yemekle meşguldü. Meclis, üç ay boyunca Cumhurbaşkanı'nı seçecek iradeyi gösteremedi. Ekonomi bugünkü gibi bir felaketti. Devlet, vatandaşın Dolar ve zenginliğine çökmüyordu ama, cebinde yabancı para bulundurmak suç sayılıyordu. Ülkeyi yetmiş sente muhtaç eden beceriksiz siyasetçilerin hüküm sürdüğü günlerdi. O günün iş bilmez siyasileri şimdi unutuldu ama 12 Eylül'ün bıraktığı derin iz hala silinmedi.
Hukuk'un despot idareler elinde yağlı ip ve giyotine dönüştüğü ülkelerde en son konuşulacak ya da hiç konuşulmayacak konu, cezaların ağırlaştırılması olmalı. Hele telafisi olmayan ve hata yapma riski çok yüksek ve yabancıların "One Shot Justice" dedikleri sorgusuz infaz, idam gündeme bile gelmemeli. Zaten her istediğini alabilen zorba idarelerin zevk süresini uzatmak için daha kanlı şölenlere ihtiyaç var mı? Türkiye'de hukuk, dikta idarelerde olduğu gibi, vatandaşa karşı devleti korumak üzerine kurgulamış durumda ve sadece sıradan halka uygulanıyor. Dokunulmazlık şemsiyesi altındakiler için cezai müeyyideler, torba yasalar içindeki sıradan KHK'lardan ibaret.
Gözü dönmüş bir avuç siyaset yüzü, trafik cezaları da dahil sıradan adli vakalara da idam cezası gelsin diye elinden geleni ardına koymuyor. Saray'ın günlük tetikçiliğini yapan yazar-çizer takımına benzer bir yapılanma, muhalif olmaları gereken partiler içinde oluşmaya başladı. Saray ve iktidarın fason ve ikinci el işlerini yerde bırakmayan bir sürü tek kullanımlık, kalitesiz ve düşük kalibreli siyasetçi.
Etnik temizliğin hedefindeki muhaliflerin zamana yayılan zulümleri rutin hale geldiği için herhalde sıkıcı olmaya başladı. Ayrıca, devlet adına iş yaptığını söyleyip, yargısız infazı meşrulaştıran ve ucuza iş bağlayan organize-suç örgütlenmeleri de boş durmuyor. Önü alınamayan salgın hastalıktan vefat edenlerin sayıları saklanıyor. Daha dün, Suriye sınırında kayıplar verildiği duyuruldu. Ülke, ismi konmamış fiili bir savaşın içinde onlarca genci telef ediyor. İktidar ve Saray'ın penceresinden ülkeyi seyreden, sözüm ona, milliyetçi muhalefete bu kanlı tablo yetmiyor olmalı.
Seksen ihtilalinde, dönemin zorbalarından en fazla etkilenen kesim, kendilerini hala milliyetçi olarak isimlendiren partinin gençlik kolları oldu. Bir çoğu, gençlik yıllarında girdikleri hapislerden, ihtiyarlamış olarak çıktılar. Onlar yine de biraz şanslıydı. “Asmayalım da besleyelim mi?” diyen zorba devlet aygıtı, genç akranlarını sallandırmak için suçun sabit olup olmadığını bekleyecek kadar sabırlı değildi. Gücün el değiştirdiğini göstermek için, direnci kıracak acil tedbirler gerekliydi. İlk akla gelen, suçluları sallandırmak oldu. 17 yaşındaki bir gencin yaşı büyütülerek idam sehpasına çıkarıldığı biliniyordu. Genç, idam edildikten sonra, hakkında yazılan şarkılar hala söyleniyor.(1)
Bu kötü tecrübenin kaymağını nakde çeviren partiler şimdi, Saray'ın koltuk değneği olmak için birbirinin ayağına basıyor.
Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerine şimdiden adaylığını açıklayan muhafazakar ve milliyetçi, bayan parti lideri, idam cezasının önde gelen savunucularından. Halbuki o, seksenli yıllarda, Ülkücü Gençliğin 'Bacı' figürü olarak biliniyordu. Bir kaç yıl önce, “İdam cezasını meclise getirin destek verelim!” diyerek Saray'a göz kırptı ama gündem yoğun olduğu için pek itibar görmedi. Lideri olduğu partinin bir sonraki seçimleri görecek kadar yaşayacağından emin değiliz. Partisinin, her gün, güneş altında kalmış sabun gibi erimesine aldırmadan, ne zaman yapılacağı belli olmayan Cumhurbaşkanlığı'na aday olmak pek akıl karı değil. Muhtemel bir milletvekili seçimleri konusunu çoktan rafa kaldırılmış ve şimdiden havlu atmış görünüyorlar. Daha dün, “Cumhurbaşkanı'nı yerinden etme gibi bir niyetimiz yok!” açıklaması da aynı partiden gelmez mi? Anlaşılan o ki, milliyetçi-muhafazar partiler ciddi bir kafa karışıklığı yaşıyorlar. Herhalde yine, davul birinin elinde, tokmak bir diğerinin...
Türkiye, mevcut siyasi idare elinde, tarihinin en kötü günlerini yaşıyor. Bütün dünyaya savaş açma budalalığı yaşayan iktidar, bunun suçunu yükleyecek ve dikkati dağıtacak suni gündemlere mayın merkepleri kullanmaktan çekinmiyor. Saray'ın arka bahçesinde güneşlenen, koltuk değneği muhalefetin idam cezası gündemi ile Saray'ı rahatlatmak için harcadığı nefes de pek sürekli olmaz. Yaklaşan ekonomik felaket, Ayasofya, Doğu Akdeniz, Libya ve Suriye gibi projeleri önüne katıp götürdü. İdam cezası da, Saray'ın kronik dertlerine derman olacak gibi görünmüyor.
Kötü bir idari sistem, zorba ve despot bir iktidar, başkanlık ve cumhurbaşkanlığı arasına sıkışmış bir diktatörlük ve hepsinden kötüsü elinden hiç bir iş gelmeyen ve en küçük bir strateji belirleyemeyen muhalefete mahkum olmak için hangi siyasi cinayetleri işledik, hala anlamış değilim.
Tek atımlık adalet için konu mankenleri kullanan Saray'ın başı iyice sıkışmış olmalı! Şimdiden Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklayan 'Bacı'yı kimse ciddiye almadı. Herkes onun, bir sonraki kabine değişikliğinde, adalet bakanlığına razı olacağından emin!
(1)“Son Bakış!” ve “Yaşamadın ki!” isimli iki şarkı, bu talihsiz gencin kötü sonundan ilham almış!