15 Temmuz’dan sonra 5 haber ajansı, 15 televizyon kanalı, 62 gazete, 21 dergi, 31 radyo ve 29 yayınevi kapatıldığı bilgisinin verildiği programda, Güven bazı meslektaşlarının bu korku ikliminden dolayı kendisi ile sosyal medyada ‘merhabalaşmaya bile korktuğunu ve kendisini engellediklerini aktardı. Yargılandığı davanın yarım sayfalık iddianamesiyle 22,5 yıl hapis cezası aldığını aktaran Güven, ''15 Temmuz sonrası adil yargılama mümkün değil. Kendimi teslim edemezdim. Bir süre teslim olmadım. Şartlar kötüleşti. 12 Eylül ortamı gibi oldu ve ben de ülkeyi terk ettim'' şeklinde konuştu.
Yunanistan’da 1.5 yıl kaldığını belirten Güven, ''Bu süreçte hak ihlallerine odaklandım ve bunları kayıt altına aldım. Bir şeyler düzelecekse mücadele ile düzelecek ve mücadeleye devam etmeliyiz'' dedi.
Gazeteciliğe Star Gazetesi’nde başlayıp en son Nokta Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği yapan Güven, Silivri’de tutuklu kaldığı günlerden Yunanistan’a göçünü ve daha sonra Almanya’da yaşadıklarını aktardı.
Nokta Dergisi’nin Erdoğan’ı eleştiren ve şehit cenazeleriyle selfi pozu ile simgeleşen 1 Eylül 2015 tarihli kapağı nedeniyle ‘örgüt propagandası’ suçlamasıyla gazeteci Murat Çapan ile tutuklandığını aktaran Güven, 2 Silivri’de hapis yattığını, Cumhuriyet Gazetesi eski Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül ile yan yana koğuşlarda kaldığı günleri anlattı.
NOKTA’NIN ERDOĞAN’IN ŞEHİT CENAZELERİYLE SELFİ ÇEKTİRDİĞİ KAPAĞI
Tutuklanmalarına sebep olan Erdoğan’ın şehit cenazeleriyle selfi çektirdiğini gösteren kapağının ülke genelinde tek tek toplatıldığını, iddianamede de bunların anlatıldığını aktaran Güven, tutuklanmalarına dair şu bilgileri paylaştı: ''2 Kasım 2015’te tutuklandım. 7 Haziran seçimlerinde tek başına iktidarı kaybedince, şehit cenazeleriyle selfi çeken Erdoğan kapağı nedeniyle gözaltı kararları çıkarıldı. Ofise gelen polisler bile şaşırmıştı.
Örgüt propagandası suçlaması yapıyorlar. Ama ortada iddia ettikleri bir örgüt yok, kapakta ve haberde bunu ima edecek hiçbir şey yok. Tutuklayamadılar 1 Eylül kapağından dolayı bizi. Biraz da seçimlerde güç kaybına uğradığı için Erdoğan iktidarı o dönem bir şey yapamadı. Ancak 1 Kasım 2015 seçimleri sonrası güç kazanınca ertesi gün yani 2 Kasım sabahı derginin ofisi basıldı, Murat Çapan ve ben gözaltına alındık, tutuklandık. 2 ay cezaevinde kaldık. Silivri Cezaevinde siyasi iktidar baskısı rahat hissedilebiliyordu. Rusya ile uçak krizi dönemi sonrası serbest bırakıldık.''
ÇÖPTEKİ KİTAPTA PARMAK İZİ VAR DİYE ÖĞRENCİLER TUTUKLANIYOR, TEK KİŞİLİK KOĞUŞLARDA İNSANLAR ADETA ÖLDÜRÜLÜYOR...
O günlerde kısmen de olsa adaletin işlediğini ve özgürlük olduğunu anlatan Güven, 15 Temmuz sonrası yaşanan cinneti anlatırken yasaklı kitap ve yayınlara, cezaevlerinde yaşananlara değindi. Güven, ''Çöpte bulunan bir kitapta parmak izi bulundu diye bir üniversite öğrencisi gözaltına alınmıştı bunu hiç unutmam.
Yasaklı yayınlar, tehlikeli tutuklular gibi yeni kategoriler oluştu bu süreçte. Geçtiğimiz günlerde bir HDP milletvekili Milli Kütüphane’de kapatılan Nokta Dergimizin bir kapağını aramış, tabi bulamadı. Oysa orası Türkiye’de yayınlanan her basılı eserin bir örneğini saklamak zorunda'' diye konuştu.
Güven, 15 Temmuz sonrası ‘Tehlikeli Tutuklular’ diye bir kategori oluştuğunu insanların yıllardır tek kişilik hücrelerde tutulmak suretiyle ya da aynı anda 25-40 kişinin kaldığı toplu koğuşlarda adeta öldürüldüğünün altını çizdi:
''Yatak ve bir o kadar boşluk olan hücrelerde tutuklu insanlar. Zaten Türkiye’deki cezaevi sisteminde insanların ıslah omaları imkansız, buradan suçsuz insanlar suçlu çıkar ancak. İnsanlar cezaevi şartlarını Amerikan filmlerinden hatırlıyor. Türkiye cezaevleri böyle değil. Açık hava spor, etkinlik gibi bir sürü aktivite hakları var o filmlerdeki cezaevlerinde. Türkiye’de cezaevleri böyle değil. Sizi bir odaya koyuyorlar. Haftada bir saat varsa bir spor hakkınız, ki onu da kullandırtmadılar insanlara. Günde 1 saat 8 adımlık bir cezaevi boşluğunda yürüme hakkınızı var. İnsanlar adeta oralarda öldürülüyor, ya da kalabalık koğuşlarda psikolojik ve fiziki olarak ölmeleri için her şey yapılıyor.''
15 TEMMUZ SONRASI YURTDIŞINA ÇIKMA KARARI
15 Temmuz olayları sonrasında Ankara’da istihbarata yakın kaynaklardan paylaşımlar yapan Başkentçi isimli bir twitter hesabında 42 kişilik tutuklanacak gazeteciler listesi yayınlandığını anlatan gazeteci Güven, kendi isminin de bu listelerde paylaşıldığını, 12 Eylül döneminin vesayet günlerine andıran manzaralar yaşandığını görünce ülkeden kararı aldığını dile getirdi. Bir günde binlerce hakimin savcının, gazeteci, avukat, eğitimci binlerce kişinin tutuklama haberlerini gördükten sonra kararının netleştiğini belirten Güven, ''15 Temmuz olunca Cumartesi sabahı, başkentçi diye bir twitter hesabı paylaşımlar yapıyordu, doğru çıkıyordu.
Tutuklanacak 42 kişi diye gazeteci listesi paylaştı. AA işkence yapılmış asker görüntüleri yayınlıyordu kasten. Binlerce hakim görevden alınmış, ağır ceza mahkemelerine 25 yaşındaki çocukları atıyorlar. Yakalayabildikleri bu 42 kişinin tamamı tutuklandı. Bir müddet kayboldum, OHAL ilan edildi. Gözaltı ve binlerce tutuklama var. Ortam tam 12 eylül ortamı dedim ve ülkeyi terketmeye karar verdim. '' dedi.
SELANİK’TE TARİHE TANIKLIK VE YAŞANANLARIN KAYDA ALINMASI....
Yunanistan’a geçtiğinde Türkiye’den ayrılmak zorunda kalan birçok insanın yaşadıklarına yakından takınlık ettiğini, Yunanistan Gazeteciler Derneği’nin yardımıyla Selanik’te yeniden bir hayat kurduğunu aktaran Güven, çocuklarının 3, kendisinin 1.5 yıl Yunanistan’da kaldığını söyledi. Güven şunları anlattı: ''Yunanistan’da kalma gibi bir hedefim yoktu.
3 ve 7 yaşında çocuklarım ve eşimle bir gün sınırdan geçtik karşıya. Taksi çağırmıştık bir şehre kadar gidebilmek için, taksi Trakya Türklerinden çıktı. Bizi ihbar etmiş, kendimizi karakolda bulduk. Gözaltına alınıp mülteci kampına götürüldük. O zaman bizimle Yunanistan Gazeteciler Cemiyeti ve insan Hakları Derneği irtibat kurdu, mülteci kampından çıkarmak istediler. Biz de Selanik’e gittik. Selanik’e dair bir coğrafi bilgim bil yok.
Biz sadece orayı Atatürk’ün doğduğu yer olarak hatırlarız orayı. Ama Selanik, İzmir gibi kordonu olan bir körfez şehri. Oraya yerleştik. 2015-2016 sırasında buraya yerleşen ilk aile biz olduk. Çok fazla mülteci gelmeye başladı. Gülen Hareketinden, Kürt hareketinden gelenler, solcular... O zaman kimseye ev vermiyorlar mülteci diye. Başınızı bir yere sokmak ilk hedef tabi. O günlerde evimizi bu geçen insanlarla paylaştık.
Eşim Tuba, İngilizcesi olduğu için geçenlere yardım etti, bir müddet kendisini bu işe adadı adeta. İnsanlar birbirine yardım etti. Ve öğrendi süreci insanlar. Farklı düşüncedeki insanlar geldi. Sağcı solcusu. Onlarla tanıştık. Her gelen inanılmaz acılarla geliyor. Ya hapse girip çıkmış insanlar, ya işkence görmüşler.
Meriç ve Ege’den geçiş hikayeleri çok can yakıcıydı. Ben bu dönemde bir ay da tekrar mesleğime geri döndüm. 3-4 yıl sadece insan hakları ihlalleriyle ilgili haberler yazdım. Hak ihlallerine odaklandım. Meriç’ten geçenlerin içinde donma tehlikesi atlatanlar, ölüm tehlikesi atlatanlar, ölenler... Bir gün genç bir çift aradı uzaktan tanıdığım bir arkadaşımın referansıyla. Bizim evin adresini verdim. Sınırdan Selanik’e gelirken 4-5 saat titreyerek gelmişler insanlar bir aracın içinde. Aralık ayında AVM’ye gider gibi giyinmişler insanlar.
İllegaliteyle, Meriç’ten, sınırdan geçmekle ilgili hiçbir bilgisi olmayan insanlar bunlar. Kaçakçılar bunları alıp bir adaya bırakmış Yunanistan diye. Oradan çıkmışlar bir şekilde. Telefonları donmuş. Gencecik çocuklar bunlar ölebilirlerdi orada. Türkiye’nin kendisini tekrar eden süreçlerinden birisiydi bu dönem benim için. Tenkil Müzesi Derneğinin süreçteki en önemli yanı bu bence. Haber müdürlüğü yaptığım dönemde 28 Şubat mağdurlarını bulup konuşmak popülerdi.
Yani o zaman ismini açıktan yazmamıza izin verecek bir mağduru bulup konuşturamıyorduk. Şimdi bu yaşananların kayıt altına alınması gerekiyor. 28 Şubat, kayıt altına alınmamış, şikayet yok, doğru düzgün fotoğrafı çıkarılamadı olayın. 1980’ler öyle, Rumların yaşadıkları kayıp yine. Olayların hatıraların sıcağın sıcağına kayıt altına alınması çok önemli. Çocuklarımız için gelecek nesil için önemli. Babaları ne yaşadı, kendileri ne yaşadı, Meriçten geçmek ne demek, belli bir sistematikle kayıt altına alınması lazım bunların. Gelecek inşaa edilirken ancak bu bilgi ve kayıtlarla sağlıklı şekilde inşa edilebilir.''
TENKİL MÜZESİ FAALİYETLERİNİN SONUCU TÜRKİYE’NİN GEÇMİŞİ VE HATALARIYLA YÜZLEŞMESİNİ KOLAYLAŞTIRACAK
Tenkil Müzesi faaliyet ve çalışmalarının Türkiye’nin tekrar sağlıklı şekilde yüzleşmesi sonucunu doğuracağını umut ettiğini ifaden eden Güven, ''Avrupa ve Amerika tarihinde bunlar yaşanmış orada dibi görmüş toplumlar, sonra hatalarıyla yüzleşmişler. Türkiyede de bu yaşanacak. Tenkil Müzesinin sonuçlarından birinin bu olmasını umut ediyorum. Hitler dönemi 1940’larda kaldı diye birşey yok. Almanya’da halen Hitleri bırakmıyorlar. Hitler döneminin hatalarının gösterildiği tartışıldığı belgeseller, filmler, programlar var hala. Biz o noktaya nasıl geldik, diyorlar. Bırakmıyorlar bunun peşini. Yerlerde sarı plakalar var. İsmi buydu bu kişinin, sürüldü, şurada yakıldı bilgiler var. Frankfurt’ta yakılmış kitapların isimleri yazıyor bir meydanda. Nefretin toplumu nereye getirdiği tekrar ediliyor. Bu yüzden yaşananları, hafızaları kayıt altına almak çok önemli bir iş.'' diye konuştu.
‘KARŞIDA BİR KÖTÜLÜK VAR, GÜCÜ ELİNDE TUTTUĞU SÜRECE BASKIYA DEVAM EDECEK...’
15 Temmuz sonrası yaşanan sürecin tamirinin uzun süreceğini düşünen Güven, Selanik’te yaşadığı dönemde ulaştığı ilginç bir bilgiyi de paylaştı: ''Ülkemde gazeteceliği yerinden yapmak isterim. Mesleğimi devam ettirme umudum var. Selanik’te yaşadığım 1.5 yıl Türkiye’de yaşanan tabloyu yakından görme imkanı verdi. O kadar farklı mesleklerinden farklı şeyler yaşamış insanları gördüm. Karşıda bir kötülük var ve bu kötülük sonuna kadar gidecek. Ayağını gazdan çekme niyeti yok. O zaman şöyle bir şey öğrenmiştim.
2016 yılında darbeden bir hafta sonra bir değerlendirme toplantısı yapılıyor. O zaman süreci yöneten MİT’in başındaki kişi (Hakan Fidan) şöyle diyor. ‘Biz rakiplerimizi yere serdik, ringe serdik, ama daha nakavt olmadılar. Maçın sonuna kadar yumruk atmaya devam etmeliyiz’.
Bu şu demek; durmayacaklar. Güçlü oldukları müddetçe durmayacaklar ve gazdan ayaklarını kesmeyecekler. Bu netti benim açımdan o dönemde. Sürecin uzun süreceğini tahmin ediyordum. İşin kolay olmayacağı çok netti. Kısa süreli bir hayal kurmadım. Ama tabi ki insan dalgalanıyor, efkarlanıyor. Bir gün canım çok sıkıldı. Eski bir dostumla konuşmak istedim. WhatsApptan mesaj attım, beni engelledi. Bir dönem yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen bir kişiden bahsediyorum.
Korku ikliminin nasıl olduğunu gösteren örnekler bunlar. Şimdi aradan 5 yıl geçti. Rejimin çatırdadığı görülüyor. Ama tamir süresi de zaman alacak. Ki 12 Eylül’de bu denli sistematik bir şey yoktu. Askerler böyle bir şey yapmamıştı. Mesela hakkımda 22 yıl hapis cezası var. Benimle ilgili bir af çıkması lazım. Bunlar ne zaman olacak, ülke ne zaman geri dönecek? Ülkenin biran önce normalleşmesi için bile çok zamana ihtiyaç var. Bugün sürdürülen mücadelede bu normalleşmenin sağlanması için...''
‘TUTUKLU ANNE VE ÇOCUKLARIYLA İLGİLİ İHLALLER YARGILAMA KONUSU YAPILMALI...’
Program sunucusu Metin Yıkar, Dünya Çocuk Hakları Günü nedeniyle programda buna özel bir yer ayırdıklarını söyleyerek halen 345 çocuğun anneleriyle birlikte hapishanede dört duvar arasında beklediği bilgisini paylaştı.
Gazeteci Cevheri Güven ise, çocuklu anne ve hamile kadınlara karşı işlenen suçların mutlaka yargılama konusu olacağını dile getirerek şunları paylaştı: ''Cezaevi yapma biçimi vukuat çıkmasın üzerine yapılıyor. İzole ediliyor. Hapisle cezalandırılınca başka ceza verilemeyeceği. Bunun mantığı yok. Erteleme olması lazım. Standartlar var. Cezaevi kreş, oyun alanları vs. kâğıt üstünde var.
Normal ülkelerde evinizde bile bir ev kiralamaya kalkın Avrupa’da mesela, yetersiz ise şartlar. Çocuğu elinizden alırlar. Kira yardımı yapacağım der devlet. O çocuğun o alana ihtiyacı var çünkü. Özgür insan için bu var batıda. Cezaevinde çocuklara da bu alanın ayrılması lazım. Orada annesiyle tutuklular içinde kalan çocuk ağlıyor.
Anne onu susturmak için uğraşıyor. Herkes tutuklu, psikolojileri belli. Bu yüzden çocuklar cezaevi içinde cezaevi yaşıyor. Bir örnek yaşanmıştı. Üstün zekalı bir çocuk hapiste kalıyor annesiyle. Daha fazla anlıyor ve dolayısıyla daha fazla sıkılıyor şartlardan. Dudakları morarıncaya kadar ağlama krizlerine giriyor. Bir anneyi tutuksuz yargılanması gerekirken tutuklayanlar bu çocukların hayatını mahvediyor.
Baktığınızda bunlar siyasi tutuklu. Ceza ertelenebilir. Daha bu hafta anne ve baba birlikte tutuklandı. Anneyi tehir edelim, demiyor yargı. Çocuklar cezaevine gidiyor, ya da anne babasız kalıyor. Bir sürü olay var. Sütünü lavaboya sağmak zorunda kalan kadınlar. Doğumhane önünde bekletilmeler, kelepçeli doğum vs. Cezaevinde çocukların durumu içler acısı. Bir SEGBİS kaydı okumuştum. Orada bir çocuğun konuşması da kayda girmiş. ‘Hakim amca ben tereyağlı yumurtayı özledim’ diyor çocuk. Onun hasreti bir çocuk için nasıl bir şey? Bunu kimse anlayamaz. Büyüklerin psikolojisinin bozulduğu yerde çocukların psikolojisi kim bilir nasıl bozuluyor. Bunun ilerde yargılama konusu yapılması lazım.''