Tevazu, hacâlet, şefkat ve sahavet

Kibirden uzak olarak nurlar deryasına dalmaktan daha güzel bir şey olabilir mi?

SHABER3.COM

Tevazu, hacâlet, şefkat ve sahavet
SAFVET SENİH | Samanyoluhaber 

Bir menkıbe olarak anlatılır:  Büyük zatlardan İbrahim Havas Hazretleri, gâibten bir ses duyar. Bu ses “İbrahim Havas!...  İbrahim  Havas!”  diye kendisini çağırmaktadır. Bu sese uyarak Bizans’a kadar gider. Şehre varınca, Kralın kızının delirdiğini, çare bulunamayınca da zindana kapatıldığını öğrenir. Meğer bu prenses İncillerden bir İncil’i okurken Peygamber Efendimizle  ilgili geleceğine dair müjdeyi ve Efendimizin güzel hasletlerini okur ve Müslüman olur. 

Ancak o günün şartlarında İslam’a düşman bazı kimseler, bu olayı, prensesin içine şeytanın girip onu esir  ettiğini bundan dolayı yakılması gerektiğini söylemişler. İbrahim Havas Hazretleri bunları duyunca prensesi tedavi edeceğini söyleyerek, zindana girip görüşmüş. Ona ‘Keşke bizim diyarları bir görebilseydin’ demiş. Prenses de eliyle karşı tarafı işaret edip ‘Şuraları mı  kasdediyorsun?’ demiş. 

İbrahim Havas Hazretleri bir de bakmış ki, Mescid-i Haram ve Kâbe karşılarında!.. Sonra kelime-i şehadet getirerek vefat eden bu Prenses hakkında nedîmelerine ‘Prenses nasıl birisiydi?’  diye soru sormuş. Onlar da ‘Onun iki özelliği vardı. Çok mütevazi idi, şaşaa ve alâyişten hoşlanmazdı. Kimseyi hakir görmezdi. Hiçbir insanı hafife almazdı; fakir halkla beraber olur, herkesin hâlini ve hatırını sorardı. Fakir kızlara çeyizler hazırlardı. Çok cömertti.” diye cevap vermişler. 

Üstad Bediüzzaman Hazretleri, nefsini hesaba çekip yüzleşirken, bizlere örnek olacak şekilde şöyle diyor: “Ey fahre (övünmeye) meftun, şöhrete mübtelâ, medhe düşkün bencillik ve kendini beğenmişlikte eşsiz SERSEM  NEFSİM!  Eğer binler meyve veren İNCİR’in menşe’i olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım kendisine takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu, bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu ve onlardan istifade edenler o çubuğa, o çekirdeğe medih ve hürmet etmek lâzım olduğu, hak bir dava ise, senin dahi sana yüklenen nimetler için  övünmeye, gururlanmaya belki bir hakkın olur. Halbuki sen daima  zemmetmeye, yerilmeye müstahaksın. Zira o çekirdek ve o çubuk gibi değilsin. Senin bir cüz’î iraden bulunmakla, o nimetlerin kıymetlerini övünerek eksiltiyorsun, gururunla tahrip ediyorsun ve şükretmeyip nankörlük yaparak ibtal ediyorsun ve  mâlik ve sahip çıkmakla gasbediyorsun. Senin vazifen ÖVÜNMEK  değil  ŞÜKÜR’dür. Sana yakışan şöhret değil, TEVÂZUDUR, HACÂLETTİR. (Utanıp mahcup olmaktır). Senin hakkın MEDiH  değil İSTİĞFAR’dır, NEDÂMET’tir. Senin kemâlin hodbinlik (bencillik) değil, Hüdayı bilip hidayet yolunu tutmaktadır.” (On Sekizinci Söz, Birinci Nokta) 

M. Fethullah Gülen Hocaefendi diyor ki: “İmam Rabbanî Hazretleri gibi bazı ehl-i Hakikat demişler ki: ‘Bir ân-ı seyyâle (akıp giden bir an kadar) vücud-u münevver (nurlanmış bir vücud) milyon  sene vücud-u ebtere (nursuz, kısır bir vücuda) tercih edilir.’ Mesela, Allah’a iman ederek bir an yaşamak, O’nu (c.c.)  tanımaksızın milyon sene yaşamaktan  daha iyidir. Evet bir ân-ı seyyâle öyle bir ruh  hâleti  yakalarsınız ki, bütün gönlünüzle ‘Allah’ım, bir saniyecik Senin maiyetine erme uğrunda bin defa ölürüm!..’  dersiniz. Bu, öyle bir  haldir ki, Allah o küçücük çekirdekten kocaman bir TÛB  ağacı yaratır. Öbür tarafa gittiğinizde o minnacık düşüncenin, sizin Cennetinizin çekirdeği olduğunu görürsünüz. İmanın nuruyla aydınlattığınız o bir ANLIK  zaman diliminde zihninizi dolduran o NURLU  DÜŞÜNCENİN, ötede sizin için CEMAL’in de RIDVAN’ın da esası  haline geldiğini müşâhede edersiniz.”  (DİRİLİŞ  ÇAĞRISI)

Kibirden uzak olarak nurlar deryasına dalmaktan daha güzel bir şey olabilir mi? 

<< Önceki Haber Tevazu, hacâlet, şefkat ve sahavet Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER