Dünyada 12 milyar insana yetecek kadar kaynak var. Ancak 'israf ekonomisi' devam ediyor ve bu yüzden '10 milyar insan nasıl doyacak?' sorusu güncelliğini koruyor. Aynı soruyu soran Alman yönetmen Valentin Thurn, çözümü 'bilinçli tüketici'de bulmuş.
Avrupa nüfusu gerilese de, dünya nüfusu hızla artıyor ve yakın gelecekte 10 milyar insanın nasıl doyacağı sorusu gündemden düşmüyor. Çin ve Hindistan gibi nüfusu bir milyarı aşan ülkelerdeki insanlar da artık Avrupalılar gibi tüketmek istiyor. Yapay et mi üretilecek, bütün dünya böcek yemeye mi başlayacak, yoksa gen teknolojisi mi yardıma koşacak?
Alman yönetmen Valentin Thurn, bu sorulara cevap bulmak için onlarca ülkeyi dolaşarak bir belgesel film çevirdi. "10 Milyar-Hepimiz Nasıl Doyacağız?" sorusunu siyasetçilere, ekonomi ve ekoloji çevrelerine, hukukçuları ve bütün tüketicilere yönelten Thurn, aslında dünyada an itibariyle 12 milyar insana yetecek kadar gıda olduğunu, ancak israf ve adil dağıtım olmamasından dolayı 10 milyar sayısının bile insanların gözünü korkuttuğunu söylüyor.
Thurn'a göre bu korkuyu istismar edenler de var. Bu çevreler, "Şimdiki nüfusa yarısından daha fazlası eklenecek, iki kat daha üretmemiz lazım." diyerek kendi işlerini ilerletmenin derdinde. Thurn bunun hiç de inandırıcı olmadığını düşünüyor. Sebebi ise dünyadaki hasadın üçte birinin çöpe gitmesi. Gıda maddelerinin adil dağıtımı politikacıların işi ve bu konuda en etkili yöntem tüketicilerin bilinçlenerek politikacılara baskı uygulaması. Süpermarketlere, çöplere bakan yönetmen kendi kendine şu soruyu sormuş: "Hesabını kılı kırk yararcasına tutan bir şirket neden bu kadar gıdayı çöpe atar?"
UCUZ GIDA KALİTEYİ DÜŞÜRDÜ, İSRAFI TETİKLEDİ
Bu denli israfın arkasında ise gıda maddelerinin ucuz olması var. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ucuz yiyecek talebinde bulunan Avrupa insanı kendisine arz edilen ürünleri artık kanıksamış ve yemek alışkanlığını da bunun üzerine bina etmiş durumda. Kaliteyi düşüren bu üretim ve tüketim kültürüne hızlı yaşam kültürünün de eklenmesiyle birlikte sürekli hazır gıda tüketen bir toplum oluştuğunu anlatan Thurn, "Ucuz olacak diye kaliteden ödün veriliyor. Bu arada olan çevreye oluyor. Gıdayı alan değil, çevre ve dolaylı olarak herkes zarar görüyor." diyor.
Bununla birlikte Thurn toplumun dörtte birinden ümitli. Bu kesimin tembel olmadığını ve kendi salatasını kendisinin doğradığını, kendi yemeğini kendisinin pişirdiğini ve kalite için daha fazla harcamaya hazır olduğunu anlatan yönetmen, yediklerinin nereden geldiğini soran, daha ziyade yerli malı tüketen insanların sayısının artmasını arzu ediyor.
Gidişat da bunu destekleyecek yönde.
2030'a doğru gıda fiyatlarının yükselişe geçeceğini tahmin eden Thurn şöyle konuşuyor: "Bu yükseliş, yemek alışkanlığımızı etkileyebilir. O zaman herkes bu kadar et satın alamayacak. Çünkü bizdeki kitle hayvan üretiminin ayakta durmasının tek sebebi hayvan yemini ithal ediyor olmamız."
"Peki yem fiyatları iki, üç kat artarsa?" diye soran yönetmen, o zaman kâra dayalı et satışı ile organik et fiyatların birbirine yaklaşacağını söylüyor. Thurn'a göre her şey ilelebet bu kadar ucuz olmayacak. Thurn, laboratuvar ortamında üretilmiş etin 10 milyarlık nüfusun aç kalmaması için çözüm olacağına inanmıyor. Buna rağmen 10-20 yıl içinde süpermarketlerde boy gösterecek bu etin kitlesel hayvan yetiştiriciliğinin karşısında alternatif olmasını istemiyor da değil.
Thurn'un tüketicilerden istediği ise yerli malı kullanmaları, pazara hatta, mümkünse çiftçinin ayağına gitmeleri. 'Dayanışmacı tarım'ın tüketiciler tarafından benimsenmesini isteyen Thurn, " lmanya'da 150 inisiyatif var. İnternete dayalı 'foodcoop'lar, 'food assembly'ler (gıda kooperatifleri) var. Buralara herkes katılabilir veya kendisi de bir kooperatif kurabilir. Önemli olan tüketici ile üreticiyi bir araya getirmek." diyor. CİHAN