Avukat Süleyman Fidan/ Samanyoluhaber.com
TÜRK HUKUKUNDA SUÇLULARIN İADESİNE DAİR DÜZENLEMELER VE 694 SAYILI KHK İLE GETİRİLEN İADE VE TAKAS YÖNTEMİ
Suçluların İadesi
Suçluların iadesi, bir devlet ülkesinde bulunan kişinin, başka bir devlet ülkesinde işlemiş bulunduğu bir suç nedeniyle, hakkında soruşturma ve kovuşturma işlemlerinin yapılması veya hakkında hükmolunan cezanın infazı amacıyla diğer bir devlete verilmesi şeklinde tanımlanabilir.
Suçluların iadesi hem ceza hukuku hem de devletler hukukunun alanına giren bir konudur. İade doğrudan doğruya kişilerin özgürlük, güvenlik ve adil yargılanma haklarına ilişkin olduğundan insan haklarının da ayrılmaz bir parçasıdır. Bu nedenle iadeye ilişkin düzenlemelerin, ceza hukuku devletler hukuku ve insan hakları sözleşmelerine uygun olması gerekmektedir.
Öte yandan, iade, devletler arasında bir mutabakatı gerektirir. Başka bir deyişle, uluslararası yönü dikkate alınmaksızın, sadece iç hukukta yapılacak düzenlemelerle iadenin başarıya ulaşma şansı bulunmamaktadır. Kaldı ki iç hukuktaki düzenlemelerin de ceza hukukunun ve uluslararası hukukun genel ilkelerine ve insan haklarına uygun olması gerekir.
İade Hukukunun Kaynakları
Türk hukuk sisteminde iade Anayasanın 19 ve 38 inci maddeleri, ikili ve çok taraflı sözleşmeler ve 23/4/2016 tarihli ve 6706 sayılı Cezaî Konularda Uluslararasi Adlî İşbirliği Kanunu ile düzenlenmiştir. Daha önce Türk Ceza Kanununun 18 maddesiyle düzenlenen iade, bu Kanunla yeniden düzenlenmiştir.
Bu konuda Türkiye’nin taraf olduğu temel Uluslararası Sözleşme Suçluların İadesine Dair Avrupa Sözleşmesidir. Bu Sözleşmenin yanında Türkiye, iadeyi düzenleyen çok sayıda uluslararası sözleşmeye taraftır. Bunun dışında ABD dahil yaklaşık 130 ülke arasında suçluların iadesi ve adli yardımlaşma konusunda ikili sözleşmeler bulunmaktadır.
Suçluların iadesi suç ve suçlulukla mücadele amacıyla gerçekleştirileceğinden bu konuda ülkeler arasında herhangi bir sözleşme bulunmasa dahi mütekabiliyet ilkesi çerçevesinde iade işlemleri gerçekleştirilmektesdir. Bu konuda ne iç hukukta ne de uluslararası hukukta bir boşluk bulunmamaktadır.
694 Sayılı KHK ile Getirilen İade ve Takas Yöntemi
Suçluların iadesi uluslararası alanda ikili ve çok taraflı anlaşmalarla düzenlendiği, anlaşma bulunmayan hallerde mütekabiliyet ilkesi çerçevesinde gerçekleştirildiği, iç hukuktaki düzenlemelerin uluslararası hukuka ve tarafı bulunduğumuz insan hakları Sözleşmelerine uygun olarak en ince ayrıntısına kadar düzenlendiği halde neden ilave bir iade yöntemi getirilmiştir ?
Getirilen iade yönteminin düzenlendiği Kanun ve Anayasa Mahkemesinin 30.12.2015 tarihli, 2014/122 Esas ve 2015/123 Karar sayılı Kararı bizim ilave hiçbir yorum yapmamıza gerek bırakmayacak şekilde durumun hukuksuzluğunu ve vehametini ortaya koymaktadır.
Bilindiği üzere, getirilen yeni iade ve takas hususu ilkönce 17.4.2014 tarihli ve 6532 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un 6 ncı maddesiyle 1.11.1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilatı Kanunu'nun 26 ncı maddesine ek sekizinci fıkra olarak düzenlenmiştir. Buna göre; “Türk vatandaşları hariç olmak üzere, tutuklu veya hükümlü bulunanlar, millî güvenliğin veya ülke menfaatlerinin gerektirdiği hâllerde Dışişleri Bakanının talebi üzerine, Adalet Bakanının teklifi ve Başbakanın onayı ile başka bir ülkeye iade edilebilir veya başka bir ülkede tutuklu ve hükümlü bulunanlar ile takas edilebilir."
Konu, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri M. Akif HAMZAÇEBİ, Engin ALTAY, Muharrem İNCE, Ahmet TOPTAŞ ile birlikte 121 milletvekili tarafından iptal davası olarak Anayasa Mahkemesine götürülmüş; Dava dilekçesinde özetle; Dava konusu kuralla Türkiye'de tutuklu veya hükümlü bulunan yabancıların, millî güvenliğin veya ülke menfaatlerinin gerektirdiği hâllerde 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 18. maddesinde (Belirtilen tarihte iade TCK 18 nci maddede düzenlenmekte idi) belirtilen kurallara ve usule aykırı olarak Dışişleri Bakanının talebi üzerine, Adalet Bakanının teklifi ve Başbakanın onayı ile başka bir ülkeye iade edilebilmesine veya başka bir ülkede tutuklu ve hükümlü bulunanlar ile takas edilebilmesine imkân tanındığı, bu durumun anılan maddedeki güvenceleri etkisiz hâle getirerek kişilerin temel hak ve özgürlüklerinin zedelenmesine yol açtığı, bu yönüyle kuralın hukuk devleti ilkesini ihlal ettiği, iade işleminin kuralda yer alan millî güvenlik veya ülke menfaatleri gibi muğlâk ifadelere bağlanmasının belirsizliğe neden olduğu, ayrıca kuralın anılan güvencelere aykırı olarak yabancıların iadesine imkân tanıyarak suç işleyen yabancılara cezadan kurtulma veya daha az ceza alma olanağı sağladığı, bu durumun da mağdurların haklarının korunmasını önleyerek cezaların şahsiliği ilkesini zedelediği belirtilerek dava konusu kuralın, Anayasa'nın 2. ve 38. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
Anayasa Mahkemesi önüne getirilen davada bu düzenlemenin Anayasaya aykırı olduğuna karar vererek bu maddeyi de oybirliği ile iptal etmiştir.
Anayasa Mahkemesi iptale ilişkin kararında şu gerekçelere dayanmıştır:
1. Dava konusu kuralda, Türk vatandaşları hariç olmak üzere, tutuklu veya hükümlü bulunanların millî güvenliğin veya ülke menfaatlerinin gerektirdiği hâllerde Dışişleri Bakanının talebi üzerine, Adalet Bakanının teklifi ve Başbakanın onayı ile başka bir ülkeye iade edilebileceği veya başka bir ülkede tutuklu ve hükümlü bulunanlar ile takas edilebileceği düzenlenmektedir.
Anayasa'nın hak arama hürriyetini düzenleyen 36. maddesinin birinci fıkrasında, kişilerin hak arama özgürlükleri güvence altına alınmıştır. Hak arama özgürlüğü, toplumsal barışı güçlendiren dayanaklardan biri olmanın yanında bireyin adaleti bulma, hakkı olanı elde etme ve haksızlığı giderme yoludur. İnsan varlığını soyut ve somut değerleriyle koruyup geliştirmek amacıyla hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama, bu konuda tüm yollardan yararlanma hakkını içeren hak arama özgürlüğü, hukuk devletinin ve çağdaş demokrasinin vazgeçilmez koşullarından biridir.
Suçluların iadesi usulü ve koşulları TCK'nın 18. maddesinde düzenlenmiş olup kural olarak yabancı bir ülkede işlenen veya işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle hakkında ceza soruşturması veya kovuşturması başlatılan veya mahkûmiyet kararı verilmiş olan yabancının anılan usul ve koşullara uyulmaksızın talep eden ülkeye iade edilmesi mümkün bulunmamaktadır.
2. Dava konusu kuralla TCK'nın 18. maddesinde düzenlenen suçluların iadesi usulünden, ilkeleri itibariyle oldukça ayrılan farklı bir usule yer verilmektedir. Zira TCK'nın 18. maddesinde ve uluslararası hukukta kabul edilen suçluların iadesinde, kural olarak suçun yurt dışında işlenen bir suç olması, suçun işlendiği yer devletinin bunu kovuşturmak veya hüküm vermişse cezayı infaz etmek üzere faili istemesi gerekmektedir. Ayrıca iadesi talep edilen failin, Türkiye'de tutuklu veya hükümlü olmasına gerek bulunmamaktadır.
Dava konusu kural uyarınca benimsenen iade usulünde, bir yabancının yurt dışında suç işlemesi gerekmemekte, yurt içinde suç işlemiş olsa bile iade edilmesine imkân tanınmaktadır. Ayrıca kişinin sadece yargılanması veya cezasının infaz edilmesi amaçlarıyla iadesi şartı aranmamakta, kişinin yargılanma veya cezasının infazı dışındaki amaçlarla da iadesi mümkün bulunmaktadır. Ancak bunun için kişinin Türk vatandaşı olmaması ve Türkiye'de tutuklu veya hükümlü olması, millî güvenlik veya ülke menfaatleri yönünden gereklilik bulunması şartları birlikte aranmakta ve bu usulde iadeye, kişinin bulunduğu yer Ağır Ceza Mahkemesi tarafından değil Dışişleri Bakanının talebi üzerine, Adalet Bakanının teklifi ve Başbakanın onayı ile karar verilmektedir.
Dolayısıyla dava konusu kuralın hem teknik anlamda iadeye, yani yurt dışında suç işleyen yabancıların yargılanması veya cezalarının infaz edilebilmesi için iadeye, hem de işlediği suç nedeniyle yargılanması ve cezasının infaz edilmesi amacı olmaksızın iadeye imkân tanıdığı görülmektedir.
3. Kuralda, talep eden devlete iadesi hâlinde işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağına dair kuvvetli şüphe sebepleri bulunan kişilerin iade edilemeyeceği yönünde güvenceye yer verilmediği görülmektedir. Bu durumun kişilerin Anayasa'da güvence altına alınan yaşam hakkı başta olmak üzere düşünce, kanaat ve din özgürlüğü ile ayrımcılık, kötü muamele ve işkence yasağı haklarını ihlal edebileceği açıktır. Ayrıca aynı hak ihlallerinin takas yoluyla yapılacak iadelerde de gerçekleşmesi mümkündür.
4. Öte yandan, Anayasa'nın 125. maddesi uyarınca bu karara ilişkin idari işlem de diğer tüm idari işlemler gibi yargı denetimine tabi olduğundan bu işleme karşı idari yargı yoluna başvurulması mümkün bulunmaktadır. Ancak kuralla öngörülen, tutuklu ve hükümlülerin iadesi ve takası (yurt dışına teslimi) olduğundan bu konuda sadece yargı yollarının öngörülmüş olması yeterli olmamakta, ilgili kişilerin bu yolu etkili bir şekilde kullanabilmelerini sağlayacak güvencelerin de sağlanmış olması gerekmektedir. Aksi takdirde söz konusu kişilerin sınır dışı edilmesinden sonra yargı denetimi yapılmasının hiçbir anlamı olmayacaktır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi, sınır dışı ve suçluların iadesi işlemlerine ilişkin yapılan tedbir talepli bireysel başvurularda, anılan etkili yargısal güvenceyi sağlamak amacıyla söz konusu işlemlerin yürürlüğünü derhâl durdurmaktadır (Akh
mad Khalimov [TAK], B. No: 2016/1129, 20.1.2016). Aynı şekilde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de sınır dışı işlemlerinde bu prensibi uygulamakta ve anılan işleme karşı yapılan başvuru sonuçlanmadan kişinin sınır dışı edilmesi hâlinde etkili bir başvuru yolunun öngörülmemesi nedeniyle ihlal kararları verebilmektedir (bkz. A.D ve diğerleri/Türkiye, B. No: 22681/09, 22.7.2014, §§ 95-104; Gebremedhin/Fransa, B. No: 25389/05, 26.4.2007, § 66).
Mevzuatta da anılan nitelikte kurallar yer almakta olup 4.4.2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun 53. maddesinde, sınır dışı etme yönünden etkili bir başvuru yolu öngörülmüş bulunmaktadır. Buna göre, sınır dışı etme kararının gerekçeleriyle birlikte hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancıya veya yasal temsilcisine ya da avukatına tebliğ edilmesi, hakkında sınır dışı etme kararı alınan yabancı, bir avukat tarafından temsil edilmiyorsa kendisi veya yasal temsilcisine, kararın sonucu, itiraz usulleri ve süreleri hakkında bilgilendirme yapılması ve yabancının rızası saklı kalmak kaydıyla, dava açma süresi içinde veya yargı yoluna başvurulması hâlinde yargılama sonuçlanıncaya kadar sınır dışı edilmemesi gerekmektedir.
2937 sayılı Kanun'da, tutuklu ve hükümlülerin iade ve takas işlemlerine karşı yargı yollarını kullanabilme yönünden etkili bir başvuru yolu oluşturulmaksızın dava konusu kuralla söz konusu istisnai usulün benimsendiği görülmektedir.
Dava konusu kuralla anılan nitelikte güvenceler ve konuya ilişkin benzeri teminatlar öngörülmeden koşulları ve sınırları belirsiz bir yetkinin düzenlenmesi, kişilerin hukuki güvenliklerini ve hak arama hürriyetlerini ihlal etmektedir.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa'nın 2. ve 36. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
694 sayılı KHK ile Yeniden Düzenleme Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen iptal kararına rağmen Olağanüstü Hal uyarınca çıkarılan KHK lar Anayasa Mahkemesince denetlenemediğinden aynı hüküm küçük bir değişiklikle 694 sayılı KHK ile yeniden düzenlenmiştir. Aslında bu düzenleme bile mevcut hükümetin hukuku nasıl ayaklar altına aldığını gösteren bir ibret vesikasıdır.
Yeni düzenlemeye göre; “Türk vatandaşları hariç olmak üzere tutuklu veya hükümlü bulunanlar; ırkı, etnik kökeni, dini, vatandaşlığı nedeniyle cezalandırılmayacağı, onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulmayacağı ya da işkence ve kötü muameleye maruz kalmayacağına ilişkin güvenceler bulunması kaydıyla, milli güvenliğin veya ülke menfaatlerinin gerektirdiği hallerde Dışişleri Bakanının talebi üzerine Adalet Bakanının teklifi ve Cumhurbaşkanının onayı ile başka bir ülkeye iade edilebilir veya başka bir ülkede tutuklu ya da hükümlü bulunanlar ile takas edilebilir.”
Eski düzenlemeye sadece “ırkı, etnik kökeni, dini, vatandaşlığı nedeniyle cezalandırılmayacağı, onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulmayacağı ya da işkence ve kötü muameleye maruz kalmayacağına ilişkin güvenceler bulunması kaydıyla” ibaresi eklenmek suretiyle yeniden düzenlenmiştir. Oysa, Cezaî Konularda Uluslararasi Adlî İşbirliği Kanununa göre; işkence ve kötü muamele yasağının yanında;
İade talebine esas teşkil eden fiilin;
1) Düşünce suçu, siyasî suç veya siyasî suçla bağlantılı bir suç niteliğinde olması,
2) Sırf askerî suç niteliğinde olması,
3) Türkiye Devletinin güvenliğine karşı, Türkiye Devletinin veya bir Türk vatandaşının ya da Türk kanunlarına göre kurulmuş bir tüzel kişinin zararına işlenmesi,
4) Türkiye’nin yargılama yetkisine giren bir suç olması,
5)Zamanaşımı veya affa uğramış olması,
6) İadesi talep edilen kişi hakkında, talebe konu fiil nedeniyle daha önce Türkiye’de beraat veya mahkûmiyet kararı verilmiş olması,
7) İade talebinin, ölüm cezası veya insan onuru ile bağdaşmayan bir ceza gerektiren suçlara ilişkin olması,
8) İadesi talep edilen kişinin, talep tarihinde on sekiz yaşını doldurmamış olması, uzun zamandan beri Türkiye’de bulunuyor olması veya evli bulunması gibi kişisel hâlleri nedeniyle, iadenin kişinin kendisini veya ailesini, fiilin ağırlığı ile orantısız şekilde mağdur edecek olması,
Hallerinde iadenin reddileceği öngörüldüğü ve iade işlemlerinin ne şekilde gerçekleştirileceği, verilen karara karşı başvurulacak kanun yolları açıkça öngörüldüğü halde yeni düzenlemeyle bu güvenceler tamamen ortadan kaldırılarak açıkca hem iç hukuka hem evrensel hukuka, aykırı insan haklarını tamamen yok eden bir usul getirilmektedir.