Naci Karadağ - Tr724.com
Suudi Arabistan konsolosluğunda yaşanan cinayet (artık cinayet olduğunu herkes kabul ettiğine göre!) sonrasında bu ülkenin dış temsilciliklerine karşı dünyanın ne tür bir pozisyon aldığını tahmin etmek güç değil.
Üzülerek ifade edeyim ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin dış temsilcilikleri hızla benzer bir noktaya doğru koşar adım gitmektedir.
Bir ülkenin itibarının sembolü olan dış temsilcilikleri liyakatten ziyade yandaş fanatikleri teslim edilince kaçınılmaz olarak bu netice doğuyor sanırım.
Geçtiğimiz referandumu hatırlayalım.
Alman Zeit gazetesi Hamburg muhabiri Sebastian Kempens’in Türkiye Hamburg konsolosluğu önünde darp edildi. Garip olan görgü şahitlerinin darp edenlerin bizzat konsolosluk tarafından görevli ya da onların yönlendirdiği kişiler olduğunu söylemesiydi… Türkiye göstermelik olarak konsolosluğa olayla ilgili yazı yolladığını açıkladı ama üzeri kapatıldı elbette.
Ve bir BBC haberi: “Hollanda’nın Lahey kentinde yaşayan Erdal Akbaba, Türkiye’nin Rotterdam Başkonsolosluğu’nda görevliler tarafından yüzüne biber gazı sıkılarak, ağır şekilde dövüldüğü gerekçesiyle suç duyurusunda bulundu.”
Enteresan olan mağdurun AKP destekçisi kimliğiydi, belki de bu yüzden öfkesi büyüktü. Erdal Akbaba geçen yıl, Türk bakanlara Hollanda’da propaganda yapmasına izin verilmemesi nedeniyle düzenlenen gösterilere katılmış. Her zaman vatanına ve milletine bağlı olduğunu söylüyordu.
Yanına gelen güvenlik görevlisinin, kendisine “Ne oluyor lan!” dediğini söyleyen Akbaba, sonrasında yaşanan ve polis kayıtlarına da geçen gelişmeleri şöyle anlatmıştı:
‘Lan ne demek, doğru düzgün konuşun’ dememle birlikte tokatlayıp, gözüme sprey sıkmaya başladılar. O ara kendimi korumaya çalışırken 4 kişi beni içeri alıp, yere yatırdı. Karşı koyacak durumum zaten yoktu. Bu haldeyken yerde copla, tekmeyle dövmeye başladı. Konsoloslukta işlem sırası bekleyen birçok kişi, kapıya, cama vurarak görevlilere engel olmaya çalıştı.”
Bu sırada eşinin Rotterdam polisini aradığını söyleyen Akbaba, polisin başkonsolosluk binası önüne gelmesi üzerine dışarı çıkarılmış. Polisin çağırdığı ambulansta Akbaba’ya kendisine ilk tıbbi müdahalenin yapılmış. Akbaba, sağlık görevlileri ve polisin, “İnanılmaz bir şey, o kadar fazla biber gazı sıkılmış ki, zamanında müdahale etmeseydik kör olabilirdiniz” dediğini de eklemişti. BBC’nin konuştuğu Alman polisi de, konsolosluktaki görgü tanıkları da benzer şeyler anlatmış.
Daha sonra karakola giderek ifade veren Erdal Akbaba’ya, yaşadığı şiddet nedeniyle doktor tarafından “18 gün iş göremez” raporu verildi. Raporda, sağ ve sol omuzda ağır ezik ve kas sorunları oluştuğu belirtilmişti.
Pasaport verilmesi, yenilenmesi, nüfus kaydı, doğum belgesi, noterlik gibi vatandaşlık hizmetleri artık yurt dışında sadece ‘makbul’ vatandaşlara sağlanırken, muhalif, eleştirel ve aykırı düşünenlerden esirgenmeye başladı. Bu ise, yalnızca Türk yasalarının ve anayasanın çiğnenmesi değil, Türkiye’nin uymak zorunda olduğu ve bir anlamda anayasa hükmünde olan uluslararası anlaşmaların ihlali anlamına geliyor. Bu konuda artan şikâyetler farklı ülkelerden gelmeye devam ederken, uygulamanın nasıl şekil aldığı da elçilik ya da konsolosluklara göre değişiyor.
Yurt dışında yaşayan pek çok Türk vatandaşı için konsolosluklar artık asla tekin yerler değil. Bir kere buralarda karanlık tiplerin bizzat konsoloslardan daha etkin ve yetkili olduğu söyleniyor. Kimsenin can güvenliği kalmadığı için, konsolosluğa giderken kimse yanında pasaport, kimlik gibi belgelerin asıllarını götürmüyor.
Yakın zaman önce sosyal medyada yer alan taze bir haber şöyle: “Türkiye’nin Essen Konsolosluğu’nda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı öğretmen Yavuz Koca’yı polisler dövüp boğazını kesmekle tehdit etti.”
Bu “boğaz kesme” adetini Suudilerden mi öğrendiler bilinmez ama, yeni devrin konsolosların tipolojilerine baktığımızda ortak yönlerin olduğu da gizlenmez bir gerçek.
Hepsi fena halde trol.
Hepsinde külhanvari bir üslup hâkim.
Hemen hepsinin ailesi devlet imkânlarından nemalanan kişiler.
Birer diplomattan ziyade amigo davranışı sergiliyorlar.
Size taze bir örnek vereyim. Erdoğan son birkaç yıldır ülkede iç asayişi tamamen istihbarata teslim etmişken, artık bu teslim oluş yurtdışına da sıçradı. Türkiye’nin dış temsilciliklerinin tamamının artık birer istihbarat odağı gibi çalıştığını, bizzat AKP’liler dile getiriyor. Son diplomat atamalarından da rahatlıkla görülebilir olduğu üzere, artık liyakattan ziyade Saray’a bağımlılık ve istihbaratta ne kadar rantabl olduğuna bakılıp öyle atanıyor diplomasi personeli.
İşte bu sebeple şu an pek çok konsoloslukta kendisini konsolos ya da personeli olarak tanıtanların hemen hepsinin birer saray trolü gibi davrandığını görmek şaşırtıcı olmuyor.
Umut Acar isimli bir şahıs var. Kendisi “Şikago” Başkonsolosu.
Eskiden konsolos, diplomat dendiğinde aklımıza nezih ve naif, nezaket kurallarını had safhada bilen, vatandaşlarına eşit yakınlıkta davranfn üst düzey insanlar gelirdi. Şimdi ise bu makamları bildiğimiz tribün kabadayılarına teslim edilmiş gibi.
Umut Acar bunlardan sadece biri.
İşini gücünü bırakıp sosyal medyada sağa sola çemkiren, maaşlı saray trolleri gibi insanlarla laf yarışına giren, kendi işinden başka her şeyi yapmayı bir tür vazife olarak almış bir kişiden bahsediyoruz.
Bir Türk vatandaşına, siyasi iktidarın hain yaftası vurmasıyla beraber terörist muamelesi yapmak bir yana, çemkirdiği kişinin akademik kariyerinin virgülü dahi olamayacak bir şahıs, bulunduğu makamı bir mafya personeli gibi kullanmak bir yana, bir de “oy kullanmayı” bir tür “bahşediş” olarak görüyor. Beyefendi merhamet gösterip oy kullanmasına izin veriyormuş!
Ve esas fecaat ise sonraki kısımda, ayarı yedikten sonra kimyası bozulan her paralı trol gibi onun da dengesi bozuluyor ve şunu yapıyor mesela:
Kariyerinin en parlak makamı Mevlut Çavuşoğlu’nun ibrikçiliği olan birinin ödül olarak konsolos yapılması bu devrin ayıplarından biri olacak belki ama bu tür pespaye karakterlerin Türk diplomasisini yerle bir etmesi, hem tamir edilmez bir hasar, hem de tarih için ibretlik bir dönemin belgesi olacaktır.
Bu arkadaşın devletin pis işlerine de bulaşma ihtimali yüksek. Zira konsoloslukta Flyn, karanlık Amsterdam grubu, Ergenekon uzantıları ile ortaklaşa düzenlediği toplantılar da yine arşivlerde mevcut.