The Central Asia-Caucasus Institute & Silk Road Studies Programı Ortak Merkezi’nin araştırma görevlilerinden olan Gareth H. Jenkins’in kaleme aldığı ve The Turkey Analyst sitesinde yayınlanan makale şöyle:
ARKA PLANI: 21 Ocak 2017 Türk Dışişleri Bakanlığı bir bildiri yayınladı. Bu bildiride Avrupa Birliği istihbarat paylaşım birimi olan INTCEN’in kamuoyuna sızmış raporu için “hatalı, temelsiz, önyargılı, ve cehalet ürünü” olduğu yönünde ifadeler bulunuyordu. Rapor Türk makamlarının Fethullah Gülen’in 15 Temmuz darbesini organize eden şahıs olduğu yönündeki resmi iddiaların doğruluğunu sorguluyordu. Rapora göre, Gülen’in bazı takipçileri muhtemelen darbe girişiminde yer almış ancak Gülen’in bizatihi kendisinin darbeyi organize eden veya emrini veren kişi olma ihtimalinin pek olmadığını iddia ediyordu.
Türk Dışişleri Bakanlığı’nın raporda somut bir delil öne sürülmediği ve buna rağmen INTCEN’in nasıl kesin ifadelerle böyle bir rapor hazırlayabildiği yönündeki tepkisi bir ölçüde anlaşılabilir. Ancak benzer soru Türk makamları için de geçerli. Darbe girişimi haber bültenlerine düşer düşmez, darbeye katılan askerlerin hiçbirinin kimliği dahi net değilken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP üyeleri zaman kaybetmeksizin Gülen hareketini girişimden sorumlu tuttu. Bu sadece bir tahmindi, bilgiye dayalı sistematik bir sonuç çıkarma değildi.
Gülen Hareketi üyelerinin, özellikle de Hareket’in AKP ile ittifak halinde olduğu 2007-2013 döneminde Türkiye’de işlenen bir dizi suçta sorumlulukları olduğu konusunda şüphe yok. Polis ve yargıdaki Gülenistler, en bilinenleri Ergenekon ve Balyoz olan soruşturmalarda yüzlerce kişinin açıkça uydurma suçlamalarla hapsedilmesine yol açan yaylım ateşi gibi kovuşturmalar başlattılar. Diğer bazıları şantaja ve tehdide maruz kaldı. Ayrıca, cezaevinde gerekli tıbbi tedavinin verilmesinin reddedilmesinin sonucu olarak veya Gülencilerin iftira kampanyaları altında umutsuzluğa düşüp intihara sürüklenerek hayatlar kaybedildi.
Gülen’in kişisel iştirakinin boyutu net değil. Takipçileri, Gülen’in, en ince ayrıntısına kadar Hareket’in tüm faaliyetlerine müdahale etmekten ziyade, Hareket’e sadece stratejik bir istikamet sağladığı konusunda ısrar ediyor. Ancak, 2009 yılına kadar, Gülen taraftarlarınca yapılan ihlal iddiaları gözle görülür bir aleniyet kazandı. Gülen onların farkında olmalı. Bu, Gülen’in bir beyanının taraftarlarınca önemsenerek herhangi bir ihlali derhal durdurabileceği tarikatsal/cemaatsel sadakattir. Gülen sessiz kalmayı tercih etti.
Gülen Hareketi’nin geçmişteki sicili, darbeye teşebbüsten sorumlu olduğunun başlı başına kanıtı değil. Fakat son 6 ay boyunca, Türk yetkililer bu konuda tartışılmaz bir söylem benimsediler. Darbe ve darbeye tepki, Erdoğan’ın, Gülen Hareketi’nde ve onu kontrol ettiği iddia edilen entrikacı Batı’da vücut bulan Orwellist “ilelebet düşman”a karşı ülkesini kahramanca savunan milli iradenin bir simgesi olarak tasvir edildiği, halkın ve liderinin kaynaştığı bir efsanenin konusu haline getirildi.
Bununla birlikte, sadece darbenin tamamen Gülenist bir hadise olduğu iddiasına ilişkin sorular yok değil, fakat aynı zamanda Türk yetkilileri, söylemlerini desteklemek için henüz ikna edici kanıtlar üretemedi. Birçok şey hâlâ belirsizliğini koruyor. Belki de yanıtların yokluğundan daha fazla rahatsızlık verici olan soruların bile sorulmamasıdır.
ETKİLER: Hükümet, darbe’nin planyacısının Gülen olduğu iddiasını neredeyse sadece Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın verdiği ifadeye dayandırıyor. Akar, 15 Temmuz 2016 akşamı Hava Kuvvetleri Tuğgenerali Hakan Evrim’in idaresindeki bir grup isyancı tarafından rehin alınmıştı. Akar savcıya verdiği ifadede, Evrim’in kendisine darbeyi desteklemesi halinde “Seni kanaat önderimiz Fethullah Gülen ile görüştürebilirim” dediğini iddia etti. Evrim bu ifadeyi reddetti. Evrim savcıya verdiği ifadede, Akar’ın ülkede çok fazla huzursuzluk olduğunu, ancak bunun çaresinin darbe olmadığını söylediğini ifade etti. Evrim, Akar’ın Türk halkının farklı kesimlerinin liderleriyle ülkedeki gerilimi düşürmek için görüşülmesi gerektiğini tavsiye ettigini söyledi. Hakan Evrim, Akar’ın Gülen ile görüştürülmesi teklifini kesin bir dille reddetti ve Akar’ın “eğer görüşmek istediğiniz bir siyasi parti, muhalif lider, sivil toplum kuruluşu ya da kanaat önderi varsa, onlarla görüşebilirim” dediğini söyledi.
Bu Akar’ın yalan söylediğini anlamına gelmez. Yanlış duymuş ya da yanlış anlamış olabilir. Ya da Hakan Evrim yalan söylüyor olabilir ancak Evrim’in ifadeleri Akar’ın ifadelerinden daha mantıklı görünüyor. Gülen’in destekçileri Gülen’e “kanaat önderimiz” demiyor, ona “hocaefendi” demeyi tercih ediyorlar; ancak Akar’ın Gülen ile görüştürülmesi teklifinin ne gibi bir farklılık yaratabileceği belli değil. Bu bağlamda, Akar’ın da Gülen destekçisi olduğu ve darbecilerin Gülen’in desteğini alıp almama konusunda ikna olmaya ihtiyacı olduğu daha akla yatkın. Ancak Hulusi Akar’ın Gülenci olduğuna dair bir kanıt yok.
Akar’ın ifadesi dışında, Gülen’in darbeden haberdar olduğuna dair bir kanıt yok. Darbe girişimi sonrasındaki bir kaç hafta, darbeye katıldıkları iddia edilen kişilerin avukatla görüşme hakları sürekli reddedildi ve fiziki şiddete maruz kaldılar. Bu süre içinde medyaya, darbe şüphelilerinin Gülen destekçisi olduklarını itiraf ettiklerine dair birkaç ifade sızdırıldı. Bu ifadelerden birkaçı daha sonra ifadeyi verenler tarafından yalanlandı. Medyaya yansıdığı kadarıyla Gülen destekçileri sayı olarak çok düşük olmakla birlikte, Gülen hareketiyle birlikte olduğunu kabul etmeyenlerin sayıları, kabul edenlerin sayılarından çok daha fazla.
En dikkat çeken nokta ise, aylar süren yoğun sorgulamalara rağmen, kamuoyuna darbenin nasıl planlandığı ve organize edildiğine dair ikna edici bir kanıt sunulamadı. Şüphesiz, eğer bir kanıt bulunmuş olsaydı, Türk yetkililer bunu kamuoyu ile paylaşırlardı.
Darbenin planlanması ile ilgili ortaya çıkan tek kanıt kod adı “Şapka” olan gizli tanıktan geliyor. Şapka kod adlı kişi ise, İzmir’de 8 Ağustos 2016’da gözaltına alınan ve bir hafta sonra Gülen destekçisi olduğu gerekçesi ile ordudan atılan eski bir asker. Şapkanın savcıya verdiği ifadedeki Ekim ya da Kasım 2016 tarihli görülürken, ifadesinin tam metni Aralık 2016’ya kadar basına sızdırılmamıştır.
Şapka ifadesinde , kendisini İzmir’den Ankara’daki bir villaya çağıran kısa mesajı 5 Temmuz 2016’da aldığını ifade ediyor. Şapka, Adil Öksüz liderliğindeki yaklaşık 10 yüksek rütbeli askerlerle birlikte, darbe hazırlıklarının yapıldığı villada üç gün kaldığını söylüyor. Adil Öksüz darbeci askerlerle birlikte bulunmuş ve 16 Temmuz’da kısa bir süre gözaltına alınmış daha sonra ise kayıplara karışmıştır.
Şapka’nın ifadesi içerik olarak şüpheli bir şekilde boşluklu. Örneğin, villada bulunduğunu söylediği subaylar, zaten yandaş medya tarafından darbeci olmakla itham ediliyordu. Şapka, “Öksüz’ün darbenin hapsedilen Gülencileri serbest bırakmaya öncelik vereceğini ve kısa sürede ABD’ye uçacağını söylediğini” belirtti. Öksüz’ün 11 Temmuz 2016’da ABD’ye uçtuğunu gösteren bu bilgi zaten basında yayınlanmıştı. Fakat “Şapka” Öksüz’ün başka bir şey söylediğinden bahsetmiyor. Örneğin, “Şapka” nın ifadesinde, darbenin başarılı olması durumunda darbecilerin neler beklediğini dair herhangi bir bilgi yok. Darbeciler bazı plan ya da beklentilere sahip olmalıydı- ve villada olduğunu iddia ettiği üç gün boyunca bundan bahsedilmediğini düşünmek mantıklı olmaz. Ancak, açıklamasında bu konuda hiç bir şey söylemiyor.
Şapka’nın güvenilirliğini göz ardı ettiğinizde, darbe başarılı olsaydı darbeciler ne olacağını düşündü sorusu önemlidir. Kendi başlarına yönetmeyi mi planladılar? Değilse, Erdoğan’ın devrilmesinin ardından kimin iktidara geleceğini düşündüler? Gülenci olsalardı, Gülen’i ABD’den geri getirmeyi mi planlıyorlardı? Eğer öyleyse, bir darbenin sorumluluğunu üstlenmenin sonuçları, şiddet içermeyen bir hareketin dünya çapındaki faaliyetlerine ne gibi etkisi olacaktı? Bilinen tek şey, darbenin yapıldığı gece, darbecilerin kendilerini sert Kemalistler olarak tanıttıklarıdır. Bu, Gülenciler tarafından yapılmış aldatma olabilir. Ancak yine de açıklanması gerekiyor.
Bunların hiçbiri, aleyhtarların bazılarından iddia ettiği gibi, Erdoğan darbeyi planlamış ya da darbeyi öğrendi ve iktidarını kuvvetlendirmek için yararlanabileceği umuduyla ilerlemesine izin verdi demek değildir. Aslında, ülkenin geri kalan kısmı gibi Erdoğan ve AKP liderliği için de sürpriz gibi görünüyordu. Erdoğan, ulusal televizyonda destekçilerini darbecilere karşı sokağa çıkmaya ilk çağırdığında gerçekten endişeli görünüyordu. Önceden planlanandan ziyade, hükümetin tepkisi de, darbenin kendisi kadar karmaşıktı. Aslında, darbenin en endişe verici sonuçlarından biri, devletin merkezinin ne kadar çabuk çöktüğü idi. Koordinasyon ve karar verme açısından, darbeye verilen ana tepki hükümet ya da devlet kurumlarından değil, televizyonda haber yapılmasıyla geldi.
SONUÇ: Türkiye’deki darbe girişiminden bu yana 6 ay geçmiş olmasına karşın, gerçekten neler olduğu sır… Türk makamlarının darbe girişiminin ardında Gülen’in olduğu tezi belki de doğru ancak bu iddia henüz herhangi bir şekilde kanıtlanmış değil.
Türkiye’de hiç kimse o gece Erdoğan neden halkı sokaklara çağırdı, oysa kendine sadık ve güvenlik güçlerinin çoğunluğunu oluşturan resmi kuvvetler yeterli olamaz mıydı diye sorgulamıyor. Bu durumda belki süreç biraz yavaş işleyebilirdi ama muhtemelen can kaybı ve yaralanma olayları çok daha minimum olurdu. Yine Türkiye’de hiç kimse madem Erdoğan taraftarları demokrasiyi savunuyordu, neden sokaklarda dini sloganlar attılar, ayrıca Alevilere ve Suriyeli mültecilere saldırdılar diye sorgulamıyor. Herkes Erdoğan muhalifleri en temel insan haklarından dahi mahrum kalacak şekilde gözaltına alınıp, tutuklanıp, yargılanırken sadece suskun. Ve yine herkes muhtemelen darbe gecesi hiçbir şeyden haberi olmayan ve darbeyi planlayanlar tarafından emir geldiği için olayların bir parçasında yer almış askeri lise, harp okulu öğrencileri ve genç askerlerin adil yargılanmasını umursamıyor, hatta bir kısmının Erdoğan taraftarları tarafından linç edilerek öldürülmesi olaylarının yargıya götürülmemiş olmasına karşın bir adalet talebi yok. En kaygı verici olanı ise hiç kimsenin Erdoğan’ın en ateşli savunucularının hukuku kendi amaçları için bir araçmış gibi kullanması karşısında rahatsız görünmüyor.
Belki de Türk resmi makamlarının en tehlikeli iddiası darbe girişiminin Batı tarafından organize edildiği iddiasıdır ki, bu iddiaya sadece Erdoğan fanatikleri değil ve hatırı sayılır ölçüde Erdoğan karşıtları da inanıyor. Bu iddia sadece gerçeklikten uzak değil, aynı zamanda Türk toplumuna korku aşılayarak halkın kafasında şu korku ikliminde yaşamasını sağlıyor: ya Erdoğan tarafından, ya Batılı güçler tarafından, ya da her ikisinin ortaklığında yönetileceğiz. Darbe girişimi hakkında kesin olarak bildiğimiz bir bilgi varsa girişimin Türkler tarafından yapıldığı gerçeği. Ve şimdi devasa kamudan ihraçlarla, diğer baskı yollarıyla ülkenin kendi kendini bir çırpıda bitirdiği gerçeği.
Çeviri: Washington Hattı