Türkiye, akademisyenler için yaşanmaz hale geldi!

İnsan Hakları İzleme Örgütü, Türkiye’de OHAL ortamında gelinen noktada akademinin durumu hakkında bir rapor yayımladı. Çok sayıda birebir görüşmeye dayanan raporda, ‘hükümetin binlerce akademisyeni işten çıkardığı, yüzlercesini yargıladığı, akademisyenlerin çalışmalarına ve öğrenci eylemlerine müdahale edildiği, bu durumun da otosansüre ve akademik özgürlüğün içinin boşaltılmasına yol açtığı’ belirtildi.

SHABER3.COM

İsminin açıklanmasını istemeyen bir akademisyen, Türkiye‘nin akademik ortamında ‘en büyük kösteğin’ otosansür olduğunu söyledi. Akademisyen, “Sınıfta kendimi ifade ediş ve konuları çerçeveleme biçimimi değiştirdim. İşimde kullandığım dil değişti” dedi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Türkçe internet sitesinde “Türkiye: Hükümet Akademisyenleri Hedef Alıyor” başlığıyla yayımlanan rapor şöyle:

“İnsan Hakları İzleme Örgütü, bugün yaptığı bir açıklamada, Türkiye hükümetinin binlerce akademisyeni işten çıkardığını ve yüzlercesini yargıladığını, akademisyenlerin çalışmalarına ve öğrenci eylemlerine müdahale ettiğini, bunların da ülkede otosansüre ve akademik özgürlüğün içinin boşaltılmasına yol açtığını belirtti.

İnsan Hakları İzleme Örgütü Avrupa ve Orta Asya Direktörü Hugh Williamson, “Türkiye hükümetinin baskıları akademisyenleri hedef alıyor ve bu da üniversitelere zarar veriyor” dedi. Williamson, “Akademisyenlerin ve öğrencilerin tartışmalı veya eleştirel görüşleri ihraç edilme veya hapsedilme korkusu yaşamadan özgürce ifade edebilmeleri, öğretebilmeleri ve araştırabilmeleri gerekir” şeklinde konuştu.

Hükümet, akademisyenlere yönelik olarak, terörist faaliyetlerle veya Temmuz 2016 darbe girişimiyle bağlantılı olduklarına ilişkin kuşkulu iddialar ileri sürüp, uygun hukuki usulleri gözetmeden, kitlesel ihraçlar uyguladı. Ayrıca akademisyenler uyduruk terör suçlamalarıyla ceza soruşturmalarına ve yargılamalarına maruz bırakılıyor. Yetkili makamlar üniversite kampüslerindeki öğrenci eylemlerine de müdahale ediyor ve öğrenci aktivistler hakkında kovuşturma başlatıyorlar. İlaveten, yetkililer tartışmalı konularda akademik araştırma yapılmasına da müdahale ediyorlar.

Bu uygulamalar hep birlikte ele alındığında üniversite kampüslerinde bir korku ve otosansür ikliminin doğmasına yol açıyorlar ve Türkiye’nin uluslararası insan hakları hukukundan kaynaklanan akademik özgürlüğü ve ifade özgürlüğünü koruma ve bu özgürlüklere saygılı olma yükümlülüklerini ihlal ediyorlar.

İnsan Hakları İzleme Örgütü Türkiyeli 15 akademisyen ile görüştü. Bunlardan yedisi 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra çıkartılan Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) kamu görevinden ihraç edildiler. Bunlardan biri Türkiye’den ayrılmış ve halen yurtdışında bir üniversitede çalışıyor. 13 tanesi hakkında ya bir cezai soruşturma yürütülüyor veya bu kişiler bir ceza davasıya karşı karşıyalar; bir kişi de, hakkında verilen mahkumiyet kararını temyize götürdü.

İnsan Hakları İzleme Örgütü ayrıca farklı üniversitelerden, biri doktora adayı, dört öğrenciyle ve dört avukatla da görüştü. Bu avukatlardan üçü, haklarında ceza soruşturması bulunan üniversite öğrencilerinin vekilliğini yürütüyorlar. İnsan Hakları İzleme Örgütü görüşmelerin yanı sıra, soruşturma tutanaklarını, mahkeme kararlarını, iddianameleri ve medyada yer alan haberleri de inceledi.

Bir öğrenci “çok korkuyoruz,” şeklinde konuştu, “düşüncelerimiz, görüşlerimiz ve bedenlerimiz artık her taraftan şiddet tehditi altında. Artık bir şey yazmadan, ya da bir şey söylemeden evvel iki değil, üç, dört defa düşünüyoruz.”

2016’daki darbe girişiminden bu yana kamu üniversitelerinden 5.800’den fazla akademisyen, “terör örgütleriyle” bağlantılı olduğu iddia edilen kamu çalışanlarına yönelik genel baskı operasyonları kapsamında, KHK’larla ihraç edildi. Söz konusu akademisyenlerden en az 378’,i hükümetin Kürt nüfusun çoğunlukta olduğu Güneydoğu bölgesinde giriştiği acımasız güvenlik operasyonlarını kınayan, Ocak 2016 tarihli Barış İçin Akademisyenler bildirisinin imzacılarındandı. Kamu üniversitelerinde çalışan 38, özel üniversitelerde çalışan 48 akademisyen de üniversitelerinin yönetimlerince işten çıkarıldılar ve çalıştıkları üniversitelerin yetkilileri tarafından bunun imzaladıkları bildiri nedeniyle yapıldığı söylendi.

İnsan Hakları İzleme Örgütü işlerinden çıkarılan sekiz akademisyenin vakalarını inceledi. KHK ile işlerinden çıkarılanların işten çıkarılma sebeplerini tespit etmek imkansızdı zira KHK’larda, işlendiği iddia edilen suçlara ilişkin herhangi bir kanıt veya işten çıkarma kararlarının bireysel gerekçeleri yer almıyor. KHK’lar yalnızca genel bir ifade olarak “terör örgütleriyle” bağlantılı olma iddiasına atıfta bulunuyorlar.

İşten çıkarılanlar bu kararlarla ilgili işverenlerine itiraz başvurusu yapamıyorlar. Hükümetin, kitlesel olarak işten çıkarılan devlet memurlarının itirazlarını değerlendirmek için kurduğu geçici komisyon çok yavaş çalışıyor. Bu süreçte, KHK’dan etkilenenlerin herhangi bir kamu görevinde çalışmaları mümkün değil ve bir çoğu özel sektörde de iş bulamıyorlar. Bazı vakalarda, insanlar sağlık sigortası haklarını kaybettiler, hükümet pasaportlarını iptal etti veya banka hesaplarını dondurdu. Ailenin diğer üyeleri de özel sektördeki işlerinden çıkarıldılar.

Çok sayıda akademisyen uydurma terör suçlarıyla yargılanıyorlar. 2017’nin Aralık ayından bu yana, Barış İçin Akademisyenler bildirisini imzalayan en az 13 kişi ayrı ayrı yargılandıkları davalarda terör propagandası yapma suçundan mahkumiyet aldılar. İnsan Hakları İzleme Örgütü akademisyenlere açılan davalardan altısının dava dosyalarını ya da iddianamelerini inceledi ve bir suç işlendiğini gösteren ikna edici hiç bir delilin sunulmamış olduğunu tespit etti. Beş vakada sunulan delillerin arasında yasal banka hesaplarının kullanılması, çocuklarını özel okula yollaması veya akademik faaliyetlerle bağlantılı olarak yaptıkları araştırma ve seyahatler gösteriliyordu.

Türkiyeli yetkililer şiddet içermeyen faaliyetleri cezalandırmak için sık sık aşırı geniş kapsamlı terörle mücadele yasalarından ve yargı bağımsızlığının yeterince sağlanmamış olmasından yararlanıyorlar. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün araştırmaları Türkiye’de terör suçlarıyla bağlantılı soruşturmaların ve yargılamaların somut deliller olmaksızın ve hukuki usul gözetilmeden yürütüldüğünü tespit etti.

Kampüslerdeki protesto eylemlerine katılan öğrenciler de yargılanabiliyorlar. 19 Mart günü Boğaziçi Üniversitesinde yapılan barışçıl bir savaş karşıtı protesto eyleminin ardından, 22 Mart 2018’den bu yana 35 öğrenci gözaltına alındı. Bu öğrenciler söz konusu gösteri ile bağlantılı olarak terör propagandası yapmakla suçlanıyorlar. Bunlardan 14’ü halen tutuklu bulunuyor.

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün konuştuğu bazı akademisyenler, hükümetin ve üniversite yönetimlerinin akademisyenlerin eleştirel konularda araştırma yapmalarını veya konferanslara katılmalarını engellemek üzere müdahale ettiklerini belirtti. Adını vermek istemeyen bir akademisyen, üniversite yönetiminin kendisinden seminer ve araştırma konularını seçerken “temkinli” olmasını istediğini ve yönetimin, Kürt nüfusun anadilde eğitim ve siyasi haklarını genişletmek için uzun zamandır verdikleri mücadele ve Türkiye’deki dini azınlıklar gibi konuları “şu an için çok hassas” bulduğunu söyledi.

Çok sayıda öğretim üyesi ve öğrenci üniversite yaşamının hemen her veçhesine yönelik bu baskıların otosansürün yaygınlaşmasına ve akademik ortamın durağanlaşmasına yol açtığını söyledi. Türkiye üniversitelerinin artık eleştirel tartışmaların yapıldığı, yaratıcı düşüncelerin üretildiği ve tartışmalı fikirlerin özgürce konuşulduğu yerler olmaktan çıktığını söylediler. Adını vermek istemeyen kıdemli bir öğretim üyesi, “korku ve otosansür duman gibidir,” dedi, “her yere sızar ve her geçen gün biraz daha yoğunlaşır. Artık nefes alamaz haldeyiz.”

Williamson, “Üniversitelerin en önemli işlevlerinden biri eleştirel tartışmaların yapılabileceği ve tartışmalı konuların konuşulabileceği bir forum sunmaktır” dedi. Williamson “Türkiye’nin akademik özgürlüğe yönelik saldırısı sadece üniversiteleri değil, tüm toplumu olumsuz etkiler,” şeklinde konuştu.

Akademisyenlerin Uygun Hukuki Usuller Gözetilmeden İşten Çıkartılması


Temmuz 2016 darbe girişiminden kısa bir süre sonra ilan edilen OHAL sırasında, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki Bakanlar Kurulu’nun Meclis denetimine tabi olmayan ve Anayasa Mahkemesi’ne itiraz yolu bulunmayan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) çıkarma yetkisi bulunuyor. 2016 Temmuz‘undan bu yana çıkartılan bir dizi KHK ile 150.000’den fazla kamu çalışanı uygun hukuki usuller işletilmeden işten atıldı. Bunlardan 5.800’den fazlası akademisyendi. Hükümetin yaptığı açıklamalara göre asıl hedef, Amerika’da yaşayan din adamı Fethullah Gülen’in liderliğini yaptığı dini hareketle bağlantılı olduğundan şüphenilen kamu çalışanlarıydı.

Ancak İnsan Hakları İzleme Örgütü, görüştüğü tekil akademisyenler ile ilgili olarak, şiddet eylemlerinde, darbe planlamasında veya kamu görevinden çıkarılmalarına gerekçe oluşturabilecek başka eylemlerde yer aldıkları sonucunu destekleyebilecek somut kanıtlar görmedi.

Dahası, tasfiyelerin hedefinin, aralarında hükümet muhaliflerinin ve insan hakları savunucularının da bulunduğu çok daha geniş bir grup insan olduğu çok açık. Bunun en iyi örneklerinden biri Ocak 2016‘da açıklanan Barış İçin Akademisyenler bildirisinin imzacılarının da hedef alınmış olması. Bildiri 2000’den fazla akademisyen tarafından imzalandı. Bunlardan en az 378’i OHAL KHK’ları ile devlet üniversitelerindeki işlerinden çıkarıldı ve kamu hizmetlerinden yasaklandı. Ayrıca, devlet üniversiteleri ile özel üniversiteler de 86 akademisyeni daha KHKlar olmaksızın işten çıkardılar. Yüzlerce akademisyen hakkında da disiplin soruşturmaları yürütülüyor.

Kitlesel işten çıkarmalarda uygun hukuki usullerin gözetilmediğine ilişkin uluslararası tepkiler üzerine, hükümet, Ocak 2017’de OHAL koşullarında verilen kararlara yapılan itirazları değerlendirmek üzere geçici bir komisyon kurdu. Komisyon kararlarına da itiraz edilebiliyor ancak tazmin ve telafi mekanizmalarının işlemesi muhtemelen yıllar sürecek.

Nisan ayı ortası itibariyle komisyona yapılan başvuru sayısı 108.000 olmakla birlikte, komisyon bunlardan sadece 12.000’ini karara bağlamıştı. Bu vakalardan da sadece 310 tanesinde işe iade kararı verildi. İtiraz başvuruları reddedilen veya kabul edilen vakalardan kaç tanesinin akademisyenlerle ilgili olduğu ise açık değil.

OHAL KHK’ları ile işlerinden çıkarılan akademisyenler, komisyonun kararı lehlerine olsa dahi çıkartıldıkları işlerine geri dönme hakkına sahip değiller. 2017 Ağustos’unda çıkarılan bir KHK uyarınca bu akademisyenlerin tercihen 2016 yılından sonra açılmış ve İstanbul, Ankara ve İzmir illeri dışındaki üniversitelere yerleştirilmelerini öngörüyor. Bu da Türkiye’nin en prestijli üniversitelerinin kapılarının bu akademisyenlere kapatılması anlamına geliyor.

Bu arada, durumdan etkilenen akademisyenler başka yıkıcı sonuçlarla karşı karşıyalar. Kamu sektöründeki işlerde çalışma hakları bulunmuyor. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün incelediği bazı vakalarda, akademisyenler seyahat yasakları konduğu ve alenen “kara listeye alınmış” oldukları için, kendi mesleklerini de icra edemiyorlar. İncelenen en az beş vakada, “terörist” olarak yaftalanarak işten çıkarılmış akademisyenler, çalışacak herhangi başka bir iş de bulamamıştı.

İncelenen üç vakada, KHK ile işten çıkarılmış akademisyenlerin eşleri veya çocukları gibi diğer aile fertleri de özel sektördeki işlerinden çıkarılmışlardı. En az üç akademisyen sağlık sigortası haklarını kaybetmişti. Hepsinin pasaportlarına el konmuştu ki bu durum, ülkeden yasal yollardan çıkarak yurt dışında iş aramalarını da imkansız hale getiriyor. Yurt dışında yaşayan akademisyen, ülkeden KHK ile üniversitedeki görevinden ihraç edilmeden evvel çıkmıştı.

Sosyoloji Doçenti Bayram Erzurumluoğlu, Adıyaman Üniversitesi’ndeki görevinden 1 Eylül 2016 tarihinde yayınlanan KHK ile çıkarıldı. 31 Ekim 2016 günü sabaha karşı Adıyaman’daki evine yapılan bir baskınla, darbe girişimine karışmak ve silahlı terör örgütü üyesi olmak suçlamalarıyla gözaltına alındı.

Poliste yapılan sorgulamasında, Avrupa Erasmus Programı gibi öğrenci değişim programlarının organizasyonunda çalışan Erzurumluoğlu’na, Adıyaman Üniversitesi‘ndeki meslektaşlarıyla birlikte, üniversitenin yurtdışındaki partner üniversitelerine yaptığı seyahatler hakkında sorular soruldu. Erzurumluoğlu’na ayrıca Gülen hareketi ile bağlantılı olan ve yetkililer tarafından sonradan kapatılan Bank Asya’daki hesabı hakkında da sorular soruldu.

Erzurumluoğlu üniversite ile söz konusu banka arasında yapılan bir anlaşma uyarınca, üniversite çalışanlarının banka kartlarını üniversite kantinlerinde ve toplu taşıma araçlarında paso olarak kullanabildiklerini, bu kartın ayrıca kampüse girerken personel kimlik kartı olarak da kullanılabildiğini söyledi. Emniyetteki sorgusunda, Erzurumluoğlu’na bir öğrencisinin ödeviyle bağlantılı olarak hazırladığı bir sosyolojik anket çalışmasından “ne amaçladığı” da soruldu. Söz konusu anket çalışmasında, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bir sonraki seçimlerde başarısız olması durumunda neler olabileceğine ilişkin sorular yer alıyordu.

Erzurumluoğlu 8 Kasım 2016 günü Adıyaman’daki bir sulh ceza hakimliği tarafından adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Hakkında henüz bir iddianame hazırlanmamış, ancak cezai soruşturması halen sürüyor. Türkiye’de de, seyahat yasağı bulunduğu için yurt dışında da bir iş bulamıyor ve komisyon da henüz itiraz başvurusunu değerlendirmeye almadı.

Bir çok devlet üniversitesinde ve özel üniversitede akademisyenlerin ihracının akademik bölümlerin tamamının işleyişi, geride kalan akademisyenlerin iş yükü ve öğrencilerin programlara kayıt yaptırıp diplomalarını alabilmeleri üzerinde de çok derin etkileri oldu.

Bunun iyi bir örneklerinden biri, 1 Eylül 2016 ile 7 Şubat 2017 arasında 28 akademisyenin ihraç edildiği Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi. Geride kalan akademisyenlerden biri olan Kerem Altıparmak, İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne geçtiğimiz sonbahar ve bahar dönemlerinde insan hakları programına bu nedenle yeni öğrenci alınamadığını söyledi. Altıparmak “geride kalan öğretim görevlilerinin iş yükü çok yoğun ve bunaltıcı” dedi. “Fakülte felç oldu.”

Akademisyenler

Çok sayıda akademisyen, uydurma terör suçlarından açılan ceza soruşturmaları ve kovuşturmalarıyla karşı karşıya kaldılar. Bunların arasında Gülencilerle bağlantılı olmak ve darbeye karışmakla suçlananların yanı sıra, Barış İçin Akademisyenler bildirisinin imzacıları da var.

İdari bilimler yardımcı doçenti Suat Aşkın, Adıyaman Üniversitesi‘ndeki görevinden 1 Eylül 2016 KHK’sı ile çıkarıldı. 31 Ekim 2016 günü, sabaha karşı evine yapılan baskınla gözaltına alındı. Polisteki sorgulamasında kendisine Bank Asya’daki hesabı ve çocuklarından ikisinin Gülen Hareketi ile bağlantılı okullara gitmesi ile ilgili sorular yöneltildi. Ayrıca yapmış olduğu yurtdışı seyahatleri de soruldu. Aşkın, bu seyahatlerin engelli hakları ile ilgili uluslararası bir atölye çalışmasıyla bağlantılı olduğunu söyledi.

Adıyaman Sulh Ceza Hakimliği tarafından 8 Kasım 2016 tarihinde şartlı tahliye edilen Aşkın, savcılığın karara itiraz etmesi sonucu, dokuz gün sonra Urfa’daki bir sulh ceza hakimliği tarafından yeniden tutuklandı. Aşkın 10 ay tutuklu kaldıktan sonra 15 Eylül 2017 günü adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Aşkın hakkındaki ceza soruşturması halen sürüyor ve henüz bir iddianame hazırlanmadı. Aşkın bugüne dek ne aleyhindeki delillerin ne olduğu, ne de işten çıkarılma sebebi hakkında bir bilgiye de ulaşabilmiş değil. Komisyon başvurusu da henüz incelememişti

Barış İçin Akademisyenler bildirisini imzalamış en az 265 akademisyen yargılanıyor ve daha yüzlercesi hakkında da terör örgütü propagandası yapmak suçundan ceza soruşturması yürütülüyor. 2016 Ocağında yayımlanan bildiri Türkiye hükümetinin silahlı Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) gençlik hareketine karşı, Türkiye’nin güneydoğusundaki şehirlerde yürüttüğü güvenlik operasyonlarını kınıyor. Hükümetin baskı operasyonlarının Kürt sivil nüfus üzerindeki etkileri son derece yıkıcı oldu. Bildiri şu ana dek Türkiye’den 2000’den fazla ve yurtdışından yüzlerce akademisyen tarafından imzalandı.

Bildiriyi imzalayan akademisyenlerin her birine 17 sayfalık bir iddianame ile birbirinin aynı suçlar yöneltiliyor olmasına rağmen her akademisyenin davası ayrı görülüyor. Savcılık tüm akademisyenleri tek bir davada yargılamayı tercih etmedi. Yargılamalar 5 Aralık 2017 günü başladı. 26 Nisan itibariyle 200 akademisyenin duruşmaları başlamıştı ve bunlardan 12’si hakkında mahkumiyet kararı verilerek, hükmün açıklanması geri bırakıldı.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması durumunda, verilen hapis cezaları infaz edilmiyor ve belli bir süre zarfında yeni bir suç işlemediği takdirde, verilen karar kişinin adli sicilinden çıkartılıyor. Hükümet hakkında eleştirel görüşlerin alenen dile getirilmesi, gösteri yürüyüşlerine ve protesto eylemlerine katılma veya Türkiyeli yetkililer tarafından sakıncalı bulunan konularda akademik yayın yapma gibi faaliyetlerin “yeni bir suç” olarak değerlendirilmesi mümkün.

4 Nisan günü Galatasaray Üniversitesi profesörlerinden Zübeyde Füsun Üstel 15 ay hapse mahkum edildi ve bu karar için temyiz başvurusunda bulunuldu. Önümüzdeki aylarda yeni davaların açılması bekleniyor.

12 Nisan günü İstanbul 32. Ağır Ceza Mahkemesi sosyal psikolog yardımcı doçent Dr. Yasemin Gülsüm’ü, bildiriyi imzaladığı için, terör örgütü propagandası yapmak suçundan bir yıl üç ay ertelenmiş hapis cezası verdi. Özel Özyeğin üniversitesinde çalışan Acar, karar hakkında temyiz başvurusunda bulundu.

Öğrenciler

19 Mart 2018 günü, Boğaziçi Üniversitesi kampüsünde bir grup öğrenci, başka bir öğrenci grubu tarafından Türkiye’nin Suriye’nin Afrin bölgesinde yürüttüğü askeri operasyonu desteklemek için kurdukları bir standı barışçıl bir şekilde protesto etti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan protesto eylemine katılan öğrencileri “vatan haini” ve “terörist gençlik” ilan etti ve üniversitede okuma haklarının ellerinden alınmasını talep etti.

Duruma müdahale eden polis 22 Mart tarihinden itibaren, barışçıl protesto eylemine katıldıkları iddiasıyla 35 öğrenciyi gözaltına aldı. Bunlardan 14’ü terör örgütü propagandası yapma suçlamalarıyla tutuklandı, 21 öğrenci ise, sekizi adli kontrol şartıyla olmak üzere, tahliye edildi. 12 Nisan günü gözaltına alınan ve iki gün sonra tutuklanan iki erkek öğrenci avukatlarıyla hapishanede yaptıkları bir görüşmede, polis gözetimindeyken işkence gördüklerini anlattılar. Avukatların ifadelerine göre öğrenciler Vatan Caddesi‘ndeki İstanbul Emniyet Genel Müdürlüğü‘nde darp edilmiş, çırılçıplak soyulmuş ve cinsel saldırıyla tehdit edilmişlerdi. İnsan Hakları İzleme Örgütü son iki yılda polis gözetimi altında kötü muamelede bir artış görüldüğünü belgelendirmişti.

Bir avukat İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne daha fazla gözaltının beklendiğini ve en az bir öğrencinin gözaltına alınmaktan korktuğu için derslere girmemeye başladığını söyledi.

Polis Boğaziçi Üniversitesi Türk Edebiyatı ve Tarih bölümü öğrencisi ve üniversitenin edebiyat kulübünde Kürt Edebiyatı Komisyonu Başkanı Kübra Sağır‘ı 22 Mart günü öğrenci yurduna yaptığı bir baskınla tutukladı. Emniyet’teki sorgusunda Kübra Sağır’a savaş karşıtı protestonun organizasyonu ve 19 Mart’ta kullanılan ve herhangi bir biçimde şiddeti teşvik etmeyen iki sloganla ilgili sorular yöneltildi.

3 Nisan günü, İstanbul 6. Sulh Ceza Hakimliği savcının Kübra‘nın terör propagandası suçundan tutuklanması yönündeki talebini kabul etti. Sağır halen Bakırköy Kadın Cezaevi‘nde tutuluyor. Sağır’ın avukatı İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne dosyada gizlilik kararı bulunduğunu, dolayısıyla müvekkiline yöneltilen suçlamalarla ilgili delillerin ne olduğunu kendisinin de bilmediğini söyledi.

Güvenlik sebebiyle ismini vermek istemeyen bir üniversite öğrencisi üniversite kampüsündeki faaliyetlerin, özellikle de hak mücadelesi ve aktivizm ile ilgili olanların, hem özel kişiler hem de üniversite yönetimi tarafından yoğun baskı gördüğünü söyledi. Görüşülen bu öğrenci, üniversitenin öğrencileri barışçıl siyasi protesto eylemlerinden caydırmak için disiplin soruşturmalarını bir tehdit olarak giderek daha fazla kullandığını anlattı. Ayrıca, milliyetçi grupların öğrenci eylemcilere yönelik tehdit etme ve gözdağı verme vakalarının arttığını, bunun da öğrencilerin kişisel güvenlikleriyle ilgili kaygı duymalarına yol açtığını söyledi. “Çok korkuyoruz,” diyen öğrenci, “düşüncelerimiz, görüşlerimiz ve bedenlerimiz artık her taraftan şiddet tehditi altında. Artık bir şey yazmadan ya da bir şey söylemeden evvel iki değil, üç, dört defa düşünüyoruz.”

Akademik Çalışmalar


Görüşülen akademisyenlerin neredeyse tamamı hükümetin ve üniversite yönetimlerinin, eleştirel meseleler hakkında araştırma yapmamaları ya da konferanslara katılmamalarını sağlamak için müdahale ettiklerini söylediler.

Bir vakada, üniversitenin etik komisyonu Kürt meselesi ile ilgili altı aylık bir araştırma projesine ilişkin başvuruyu, araştırma konusunun çok hassas olduğu gerekçesiyle, dört ay bekletti. Kerem Altıparmak uluslararası insan hakları hukuku ve Türkiye’deki OHAL uygulamaları ile ilgili konferanslara katılmak amacıyla yurtdışına çıkışının beş defa engellendiğini söyledi.

İsminin verilmesini istemeyen bir akademisyen üniversite yönetiminin araştırma konularına da karışmaya başladığını ve akademik personele “hükümeti kızdırmamak” için “hassas konularda” konferans, atölye veya panel düzenlememelerini söylediğini anlattı. En az iki akademisyen, kıdemli hocaların Kürt meselesi gibi “hassas“ konularda yazılan öğrenci tezlerine danışmanlık yapmayı reddettiğini anlattı.

Otosansür

Hükümetin baskı politikaları Türkiye üniversitelerinde yaygın bir otosansür ortamının doğmasına yol açtı. Hem akademisyenler hem de öğrenciler İnsan Hakları İzleme Örgütü’ne, devam eden OHAL, ihraçlar ve KHK’lar veya Türkiye hükümetinin Afrin’deki askeri operasyonu gibi bazı konuların hiç tartışılamadığını söylediler. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün belgelediği bazı vakalarda özel üniversiteler akademik personelden “hassas” veya Türkiye hükümetini eleştiren konularda konferans, panel ve seminerlerin düzenlenmemelerini istediler.

Kocaeli Üniversitesi‘ndeki görevinden bir KHK ile ihraç edilen, Barış için Akademisyenler bildirisinin imzacılarından, siyaset bilimci Yücel Demirer, “Üniversitelerin hali feci. Akademinin kalitesi büyük ölçüde düştü. Artık kimse korkmadan, özgürce konuşamıyor,” dedi.

Ankara Üniversitesi‘nden Altıparmak, “Eleştirel düşünce susturuldu. Üniversitenin açık mail gruplarında bile kimse üniversite, yönetim veya hükümet hakkında eleştirel olarak görülebilecek herhangi bir yorum yapmıyor,” dedi. Eleştirel ifadelere polislik edenlerin sadece hükümet yetkilileri olmadığını söyleyen Altıparmak, “Birçok profesör ve öğretim üyesi öğrencilerin önünde ne söylediklerine dikkat ediyorlar” dedi. Öğrencilerin dersleri kaydedip, fazla muhalif veya eleştirel görülen görüşleri üniversite yönetimine şikayet etme vakalarında artış olduğunu da söyledi.

İsminin açıklanmasını istemeyen bir akademisyen, Türkiye‘nin akademik çevresine “en büyük kösteğin” otosansür olduğunu söyledi. Söz konusu akademisyen “sınıfta kendimi ifade ediş ve konuları çerçeveleme biçimimi değiştirdim. İşimde kullandığım dil değişti,” diyor.

Akademik Özgürlüğe Uluslararası Hukuk Koruması

Akademik özgürlük uluslararası insan hakları hukukunun koruması altındadır. Akademik özgürlük hem üniversitelerdeki bireysel öğretim görevlilerinin, düşünce ve ifade özgürlüğü, örgütlenme ve toplanma özgürlüğü gibi haklarından, hem de kurumların özerkliğinden oluşur. Üniversitelerin özerkliği, üniversitelerin eğitim misyonu ile ilgili faaliyetlerinin devlet müdahalesinden muaf tutulmasını gerektirir.

Türkiye’nin de tarafı olduğu Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi eğitim hakkını teminat altına alıyor. BM Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi Komitesi eğitim hakkının kullanılmasının akademik özgürlüğe bağlı olduğunu tespit etti. Türkiye’nin tarafı olduğu Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar sözleşmesi, bireylerin düşünce, ifade, örgütlenme ve toplanma özgürlüğünü teminat altına alıyor.

Akademik özgürlükler, Türkiye’nin de tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından da, ifade özgürlüğünün bir parçası olarak korunuyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Sorguç v. Türkiye davasında şu kararı verdi: “akademik özgürlüğün önemi […] akademisyenlerin, içinde çalıştıkları kurum veya sistem ile ilgili görüşlerini özgürce dile getirmelerini ve bilgiyi ve hakikati hiç kısıtsız yayabilme özgürlüğünü de içerir.”


<< Önceki Haber Türkiye, akademisyenler için yaşanmaz hale geldi! Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER