Gazeteci Yazar Murat Yetkin Hürriyet Gazetesi'ndeki köşesinde Türkiye'nin dış politikasının geldiği son noktayı analiz etti.
Türkiye'nin hiç bu kadar aşağılanmadığını söyleyen Yetkin'e göre
ABD yönetimi dün 8 ülkeden gelen uçak kabinlerinde bilgisayar, tablet, kamera gibi elektronik aygıtların bulunmasına izin verilmeyeceğini açıkladı.
Akşamüstü saatlerde benzeri bir karar da İngiltere’den geldi. Her iki ülkenin listesinde de Türkiye var.
Dışişleri dün öğlene kadar Amerikalılara Türkiye’yi bu listeden çıkartmak için iknaya çalıştı ama olmadı.
Listedeki diğerleri Mısır, Ürdün, Kuveyt, Fas, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri; tamamı Müslüman Arap ülkeleri.
Sekiz ülkeden 10 şehir sayılmış.
Aralarında İstanbul da var.
Bu gelişmeler Türk halkının hem kalbini hem gurunu kırıyor, incitiyor.
Çok değil, iki yıl önce, 2015 Ekim ayında Türk Hava Yolları (THY) İstanbul Atatürk havalimanının dünyada tek noktadan en fazla noktaya doğrudan uçuş yapılan havalimanı olduğunu haklı bir gururla açıklamıştı.
İki yıl sonra Türkiye, en yakın askeri müttefiki, NATO ortağı ABD tarafından, havalimanları muhtemel terör eylemlerine kaynak olabilecek Orta Doğu ülkeleriyle birlikte sayılıyor.
Üstelik ABD Başkanı Donald Trump’ın 3 Nisan’da Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah el-Sisi ile Beyaz Saray’da görüşmesi isteniyor. Hani şu Müslüman Kardeşler desteğiyle seçilen Muhammed Mursi’yi Suudi Arabistan destekli bir darbeyle deviren Sisi.
Trump geçenlerde, 14 Mart’ta da Suudi Arabistan’ın Kralı değil, Veliaht Prensi de değil, veliaht Prens Yardımcısı ve Savunma Bakanı Muhammed bin Salman’ı Beyaz Saray’da ağırlamıştı. Ondan dört gün sonra, 18 Mart’ta Almanya Başbakanı Angela Merkel, daha iki gün önce, 20 Mart’ta da Irak Başbakanı Haydar el-Abadi’yi.
Trump’ın 20 Ocak’ta görevi devralması ardından, 22 Ocak’ta İsrail Başbakanı Binyamin Netenyahu’ya telefon ederek kendisiyle en kısa zamanda yüz yüze görüşmek üzere Beyaz Saray’a davet ettiği ve onun da davete hemen icabet ettiği biliniyor.
O tarihten bu yana Trump pek çok ülke lideriyle ve lider olmasa da siyasetçisiyle görüştü.
Gerek diplomatik kanallardan, gerekse basın yoluyla yapılan görüşme çağrıları sonucu, Trump ile Erdoğan’ın 8 Şubat’ta bir telefon görüşmeleri oldu.
Avrupa Birliği (AB) ile durum daha iyi değil.
Son iki yılda, belki daha açık tarih vermek gerekirse 7 Haziran 2015 seçimlerinden bu yana Cumhurbaşkanı Erdoğan çok sayıda Asya ve Afrika ülkesine gitti ama resmi ziyarette bulunduğu Avrupa Birliği üyeleri Belçika ve Hırvatistan oldu.
Bunda belki AB ülkelerine yapılacak resmi ziyaretlerin bir kısmının muhatabının, tıpkı Almanya gibi başbakan olmasının da payı vardır. Ama Merkel örneğin, son iki yılda 6 kez Türkiye’ye gelmiş olmasına rağmen Türk başbakanlarına davet çıkarmadı. Örneğin, Fransa gibi Cumhurbaşkanı tarafından yönetilen ülkelerden de resmi davet gelmiş değil.
AB ile bu soğukluk Erdoğan ve AK Parti hükümetinin 16 Nisan referandumu için “Evet” propaganda çalışmasını Türklerin yoğun yaşadığı ülkelere taşımak istemesiyle krize dönüştü.
Önce Almanya, “Resmi görevle gelip iç politika yapacak hükümet mensuplarının ziyaretinin istenmediğini” açıklayınca Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Oraya gider ve dünyayı ayağa kaldırırız” demişti. Onun üstüne Hollanda’nın kabul edilmesi mümkün olmayan üçüncü dünya hoyratlığını andıran muamelesi geldi. Ardından Avusturya, Danimarka, Fransa’dan benzeri açıklamalar.
Son bir hafta on gün içinde yaşananlar ardından dün, 21 Mart’ta AK Parti Avrupa’da referandum kampanyasından vazgeçtiğini açıkladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise dün AB’nin bütün bunları 16 Nisan’da anayasa değişikliklerinin kabulünü engellemek maksadıyla yaptığının farkında olduğunu ifade ederek, “Artık üyelik müzakerelerini, geri kabulü silah olarak kullanamayacaksınız” diyerek “16 Nisan’dan sonra oturup konuşacağız” sözleriyle resti gördüğünü ilan etti.
Aynı saatlerde CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ise Samsun’da AK Parti hükümetinin artık çoğu konuda dediğini yapamaz hale geldiğini öne sürüyor, “Hani Münbiç’e, Rakka’ya gideceğiz diyordunuz. Size engel olan mı var, gitsenize” diyerek adeta damara basıyordu. Kast ettiği, hem ABD, hem de Rusya’nın Türkiye’nin YPG’yi bırakın, IŞİD’e karşı beraber savaşalım” önerisine karşın, YPG’yi adeta Türkiye’ye karşı korumaya almaları idi. Rusya’nın 20 Mart’ta Türkiye’nin burnunun dibindeki Afrin’de YPG eğitim kampı açtığını yalanlayıp “Bayrak göstermek için ateşkes gözleme istasyonu” kurduğunu ilanını başka türlü yorumlamak zor.
Dışişleri Bakanlığı adeta protesto notası vermek dışında bir iş yapamaz halde.
Bu satırları yazmak benim gibi Türkiye’nin uygar dünyanın bir parçası olmasını, onurunu koruyarak barış ve refah içinde yaşamasını isteyen bir gazeteci için çok zor, gerçekten acı çekiyorum, ama Türkiye daha önce bu durumda hiç olmamıştı, Türkiye bunu hak etmiyor.