“Sudan sebeplerle binlerce ceza davası”
Raporda, son yirmi yıldır Türk kanunları açısından sorun arz eden başlıca meselenin başta gazeteciler olmak üzere yazar ve aydınların şiddet ve teröre katkı sundukları iddiasıyla cezai kovuşturmaya uğratılarak hapsedilmesi olduğu belirtilerek, “Daha yakın tarihte, darbe girişimi sonrasında da ifade özgürlüğüne müdahalenin en temel gerekçesi olarak terörle mücadele gösterilmiştir” deniliyor.
1980’ler ve 90’larda ifade özgürlüğüne aykırı yargılamaların çoğunun "Atatürk’e, Türklüğe ve ülkenin bölünmez bütünlüğüne" hakaret ile ilgiliyken, AKP döneminde bunların yerini "dine, hükümete ve Cumhurbaşkanına" hakaret sebebiyle başlatılan ceza yargılamalarının aldığı ifade ediliyor. Öte yandan, son yıllarda sadece ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamaların konusunun değil, yönteminin de değiştiği dile getirilen raporda, “Gazetecilere yönelik fiziksel saldırılar çok nadir yaşanmakta, öğrencilere ve aydınlara yönelik işkence ve kötü muamele olayları istisnai olmakla birlikte, neredeyse hükümeti eleştiren herkese karşı sudan sebeplerle binlerce ceza davası açılmaktadır. Bu davalardaki sanıklar hemen hemen her zaman suçlu bulunmakta ve çeşitli cezalara çarptırılmaktadır” ifadeleri yer alıyor.
Rapora göre, susturma politikasının bir parçası olarak Türkiye’deki ifade özgürlüğü krizi, yargı krizi ile iç içe girmiş durumda. Bu krizin farklı şekillerde temelde hukukun üstünlüğüne saygının tamamen ortadan kalkmasından kaynaklandığı dile getiriliyor. PEN raporu, terör ve örgütlü suçlarla mücadele kapsamında açılan ceza soruşturmalarının “daha az gaddar ama etkili” olarak tanımlanan yeni stratejinin en önemli parçası haline geldiğini savunuyor. Yine son dönemde, Türkiye’nin terörle mücadele kapsamında tavrının değişmesiyle ifade ve örgütlenme özgürlüğü davalarında daha ağır cezaların gündeme geldiği belirtiliyor.
"Yerel mahkeme ilk defa AYM'e ‘Sen kimsin' dedi”
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin oy çokluğuyla aldığı kararında Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) “görev gaspı” yaptığını öne sürerek, gazeteci Şahin Alpay hakkında verilen karara uymayacağını açıklaması için, “Türk hukuk tarihinde bir yerel mahkeme ilk defa AYM’e ‘Sen kimsin?’ demiş oldu” ifadesi kullanılıyor. Rapora göre, AYM tarafından alınan ihlal kararlarının yerel mahkemeler tarafından uygulanmaması Türk hukuk tarihinde ilk olmakla birlikte, karar yargının siyasetten bağımsız olmadığının en büyük göstergesi olarak tarihe geçecek.
Rapora göre, yayınevleri ve dergilerin kapatılmasının olağanüstü halin hangi zorunlu ihtiyacını karşıladığı belirsiz. Darbe girişimi öncesinde de vahim olan ifade özgürlüğü tablosunun OHAL’in ilan edilmesinden sonra özellikle basın özgürlüğünün tamamen kalktığı bir duruma dönüştüğü belirtilerek, “OHAL döneminde toplamda haber ajanslarını, gazete, dergi, radyo, televizyon, yayınevi ve dağıtım kuruluşlarını kapsayacak şekilde toplam 200 medya ve yayın organı kapatılmıştır. Bunların sadece 25’i hakkındaki kapatma kararı kaldırılmıştır. 31 Aralık 2017 tarihi itibarıyla kapatılmış kuruluş sayısı 175’dir” deniliyor.
Cumhurbaşkanına hakaretten 38 bin 254 ceza soruşturması
Raporda yer verilen istatistiklerden diğerleri ise şu şekilde sıralanıyor:
* Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra Cumhurbaşkanı’na hakaret suçunu düzenleyen TCK’nin 299. maddesi kapsamında açılan davalarda büyük bir patlama yaşanmıştır. 2010-2016 arasında açılan toplam 6 bin 860 davanın 6 bin 272 tanesi Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra gerçekleşmiştir. Erdoğan’ın göreve başladığı 2014 yılı içinde Cumhurbaşkanına hakaret suçundan 682, 2015 yılı içinde 7 bin 216 ceza soruşturulması açılmış, 2016 yılında ise çok ciddi bir artışla 38 bin 254 ceza soruşturması açılmıştır.
* 2010-2017 döneminde ise en çok dava TCK 314/2 kapsamında silahlı örgütlere üyelikten açılmıştır. Bu kapsamda soruşturma ve kovuşturmalarda özellikle darbe girişimi sonrasında ciddi bir artış yaşanmıştır. 2015’te bu hükme dayanarak 14 bin 854 dava açılmışken, 2016’da açılan dava sayısı yüzde yüz artarak 29 bin 434’e ulaşmıştır.
* OHAL döneminde yayınlanan KHK’ler ile toplam 116 bin 250 kamu görevlisi hakkında bir daha kamu görevinde yer almamak üzere ihraç kararı verilmiştir. İhraç edilenlerin sadece yüzde 1,69’u hakkındaki ihraç kararı geri alınmıştır. 31 Aralık 2017 tarihi itibarıyla hakkındaki ihraç kararı devam eden kişi sayısı 114 bin 279’dir. Akademisyenler özeline bakıldığında, OHAL döneminde 118 kamu üniversitesinden ihraç edilen akademisyen sayısı 2017 sonu itibarı ile 5 bin 822’dir. Bu süreçte sadece 141 akademisyenin ihraç kararı geri alınmıştır.
“Olağan kanunlar olağanüstü şekilde uygulanıyor”
DW Türkçe’ye konuşan Kerem Altıparmak, OHAL döneminde en çok düşünce ve ifade özgürlüğüne darbe vurulduğunu belirterek, “OHAL meselesinde ağırlıklı olarak KHK’lere takılıyoruz ama aslında bir de başından beri şu yanı var: Olağan kanunların olağanüstü şekilde uygulanması. Bu durumu en çok ceza hukukunda görüyoruz. Terör propagandası olarak görünen eylemler artık terör örgütü üyeliğine dönüştü. Raporda da yer verdiğimiz gibi, Ahmet Şık, Ahmet Altan gibi isimlerin yargılandığı davalar buna örnek” diyor. Altıparmak, ceza hukukunda yaşanan tartışmaların hedefinde yazar, akademisyen ve yayıncıların bulunduğunu ifade ederek, “Rapor, terör gürültüsünün ne kadar boş olduğunu göstermesi açısından önemli. Terörist denilenler aslında düşüncesini ifade eden kişiler” diye ekliyor.