Bertelsmann Vakfı'nın Dönüşüm Endeksi‘nde Türkiye, "ılımlı otokrasi" olarak sınıflandırıldı. Raporda 137 ülke arasında 77’nci sırada gelen Türkiye için "de facto diktatörlük" nitelendirmesi yapıldı. Dün açıklanan rapor uluslararası medyada geniş yer bulsada Türkiye medyası görmezden geldi.
T24.com yazarı Mehmet Yılmaz bu raporu yorumladı
Rejimin otokrat karakteri tescil edildi
Bertelsmann Vakfı tarafından hazırlanan bir endekse göre Türkiye artık "ılımlı otokrasiler" arasında yer alıyor.
Türkiye için "de facto diktatörlük" tanımı da kullanılmış.
Araştırma dünya genelinde de demokrasinin zayıfladığını ortaya koyuyor.
137 ülke içinde 77. sırayı kapmış bulunuyoruz ve bu yeri de bileğimizin hakkıyla ele geçirmişiz. Notumuz 10 üzerinden 4,9.
Hukuk devleti ve demokratik kurumların istikrarlılığı konularındaki notumuz kendi ortalamamızın bile altında: 3,5 ve 3.
"De facto diktatörlük" tanımı bana sorarsanız biraz ağır kaçmış.
O noktaya varmak için iktidarın biraz daha çaba göstermesi gerekiyor!
Dünya yüzünde zaten "tam demokrasi" ya da "tam diktatörlük" diye tarif edebileceğimiz rejimler çok da yok.
Ülkelerin ezici çoğunluğu bu ikisinin arasında bir yerlerde konumlanıyor ve bizimkisi sevimsiz olan uca daha yakın.
Şimdi bunları söylüyorum diye itiraz ederler olacaktır elbette: "Türkiye, bir diktatörlük olsa sen bunları yazabilir misin" diye!
Ben de onun için zaten diktatörlük tanımını ağır buluyorum ama bu Türkiye’deki rejimin otokrat karakterini ortadan kaldırmıyor.
En belirgin özellik yasama gücü diye bağımsız bir güçten artık söz edemiyor oluşumuz.
Bunun en temel iki nedeni, siyasi partiler yasası ve seçim yasasının, bağımsız bir meclis oluşturmaya uygun olmaması.
Anayasa değiştirilirken Recep Tayyip Erdoğan’a göre bir gömlek biçildi ve o vakit de çok yazmıştım Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu’na dokunulmadı.
Bu milletvekillerini otomatik olarak parti liderlerinin "kaldır parmak – indir parmak askerlerine" dönüştürüyor ve Meclis, çoğunluk partisi liderinin iki dudağının arasında yasama faaliyetini yerine getiriyor.
Yargı ise hem doğrudan yürütme organının başı olan Cumhurbaşkanı’na bağımlı hem de dolaylı olarak Meclis çoğunluğu aracılığıyla yine aynı kişiye bağımlı.
Bütün güçler, tepede Cumhurbaşkanı’nın elinde toplanmış durumda ve zaten onun için de bu rejime otokrasi diyoruz.
Bu rejimin, endekse göre "ılımlı otokrat" konumundan, "fiili diktatörlük" konumuna evrim geçirmesi ise tahminlerimizin ötesinde çok kolay.
Denemelerini de yapıyorlar zaten: Hapisteki gazetecilere bakın. Bizim eski kıytırık demokrasimizde bile hiçbiri bu suçlamalarla hapiste olmazdı.
Artık yargı denetiminde, gerçekten serbest bir seçim yapabileceğimiz bile şüpheli. Son yerel seçimde yaşadıklarımızı, bir daha yaşamayacağımızın garantisi, bu yargı düzeninin içinde yok.
Seçildiği halde göreve başlatılmayanlar, görevden alınıp, yerlerine memur atananlar da cabası.
YÖK Kanunu’na bakın. Son yaptıkları düzenleme, Kenan Evren’in de, 28 Şubatçıların da aklına gelmemişti. Bu rejimin aklına gelmekle kalmadı, kanunu da bir gecede değiştiriverdiler. Bu bir şey anlatmıyor mu?
Ve rejimin bugün kendisini diken üstünde hissederek baskıyı arttırmasının nedeni, Recep Tayyip Erdoğan için biçilen gömleğin, bir seçim gecesi bambaşka birisinin üzerine geçebilmesi ihtimalinin belirmiş olması.