Eski Yargıtay üyesi Hüsamettin Uğur’un kızı Nalan Dilara Uğur, 28 Şubat 2019’ta Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından 10 yıl altı ay hapis cezası verilen babasının maruz kaldığı işkenceyi anlattı.
Hüsamettin Uğur’un kızı N. Dilara Uğur, babasının durumu hakkında şunları anlatıyor:
“17 Şubat tarihinde talebi olmamasına rağmen başmemur görüşmesine çağrılıyor. Kamerasız odada başgardiyan ve isimleri mevcut dört gardiyan tarafından bir saat boyunca dövülüyor tehdit ediliyor. Yere yıkılan hali kalmayan babamı bıraktıklarında başgardiyan ‘buradan cesedin çıkacak’ diyor.”
Dilara Uğur, babasına zarar gelmesi durumunda sorumluların isimleri mevcut gardiyanlar, kurum müdürleri, infaz hakimleri ve cezaevi savcısı olduğunu belirtiyor.
Dilara Uğur, Twitter hesabından babası Hüsamettin Uğur’un cezaevinde yaşadıklarını şöyle anlatıyor.
“Eski Yüksek Yargıç olan babamın dört yıldır hücrede tutulması yetmiyormuş gibi beş gardiyan tarafından işkence gördüğünü duyurmama yardımcı olur musunuz
Babam dört yıldır keskin cezaevinde tutuklu. Cezaevi yönetiminin ‘keyfi ve hukuksuz’ uygulamalarından, yapılan işkencelerden zaman zaman burada bahsediyordum. Hukuk devletinde yaşıyoruz sanarak hak arayışımızın dikkate alınmayıp, felaketler zincirine yol açacağını tahmin etmezdim.
Her şey attığım tweetlerden rahatsız olan cezaevi yönetiminin babamın bana yazdığı bütün mektuplara sudan sebeplerle el koymasıyla başladı. Mektuplar ‘kısmen sakıncalı’ bulunmasına rağmen kanunun gereği yapılmadı sakıncalı kısımlar karalanarak babama teslim edilmedi.
Babam bunların üzerine başvurması gereken her yere dilekçeler yazarak gerekli başvurularda bulundu. Dilekçeleri cezaevi tarafından ilgili yerlere iletilmediği için, mektup şeklinde kendisi iletmek zorunda kalsa da yapılan bu zorbalığa susmadı, hakkını aramaya devam etti.
Bir laf vardı: ‘Bu ülkede hakkını ararsan cezaevine, cezaevinde hakkını ararsan hücreye atılırsın.’ Babam zaten dört yıldır hücrede olduğundan hücrede de hakkını arayınca işkence görüldüğünü yaşayarak görmüş olduk. Babam hakkını aramaya devam ettikçe kötü muameleler başladı.
Genel arama sırasında gardiyanların babamın eşyalarını dağıtıp tekmelemesi, hakaretler… Müdür görüşmesinde bizzat babamın yüzüne ‘sana savaş açtık’ denilmesi… Tweetlerimden rahatsız oldukları için benim üzerimden babamı tehdit etmeye varan cüretkar eylemleri oldu.
İlk mektupta üstü kapalı bir şekilde cezaevinde işkence olduğunu söylemiş, neler olduğunu yazsam bu mektup size teslim edilmez demişti. Neler olduğunu yazmasa da bize teslim edilmedi. Okundu damgası vurulduktan ve PTT’de barkodlandıktan sonra ‘gizli bir el’ mektubu geri çevirdi.
Ocakta dört sayfalık bir mektup yazıyor el konuluyor. Dilekçeleri de iletilmeyince 15 şubatta mektup görünümlü bir dilekçe yazıyor ki en azından el konulursa idare ve gözlem kurulu üyeleri ile infaz hakimine ulaşmış olsun istiyor. Bu mektuba da el konuyor. Bu sefer bununla bitmiyor.
Yine el konulan ve infaz hakimine çıkmasına rağmen iddiaları ciddiye alınmayan mektup görünümlü dilekçesine de buradan ulaşabilirsiniz:
17 Şubat tarihinde talebi olmamasına rağmen başmemur görüşmesine çağrılıyor. Kamerasız odada başgardiyan ve isimleri mevcut dört gardiyan tarafından bir saat boyunca dövülüyor tehdit ediliyor. Yere yıkılan hali kalmayan babamı bıraktıklarında başgardiyan ‘buradan cesedin çıkacak’ diyor
Asılsız iddialarla bir tutanak tutuyorlar. Babamın gardiyanlara ‘ben burda, kızım da dışarda size savaş açtık’ diyerek gardiyana saldırdığını, kafa attığını iddia ediyorlar. Bir gardiyanın başına şişeyle vurarak telefon açıp ‘Emre’yi gönderiyoruz darp raporu ayarlayın’ diyorlar.
Böylece babamın işlemediği suçun sahte delilini oluşturup, işkencelerini örtbas etmeye çalışıyorlar. Birbirlerine darp esnasında ‘yüzüne vurmayın’ ikazları yapmış olmalarına rağmen babamın ağzının kanadığını görüyorlar. Doktora görünmek isteyen babamın ağzındaki kan siliniyor.
Doktor(!) babama darp izi görmediğini darp raporu veremeyeceğini söylüyor. Babam ‘iddialarımı rapora geçirmek zorundasınız’ dese de ‘biz burda ifade almıyoruz’ diyerek babamı gönderiyor. Bahçe saati olan babam odasından montunu alıp bahçeye çıkartılıyor.
Bahçeye beraber çıktığı diğer mahkûmlar da, penceresi bahçeye bakan mahkûmlar da babamın darp edildiğini görür görmez anlıyor. Darp izi görünmüyor diyen doktora rağmen babam odasına geçince yüzündeki morlukları kendisi de görüyor. Tekrar doktora sevkini talep ediyor.
Babam şubat ayından beri Keskin C. Başsavcılığı’na hitaben defalarca şikâyet dilekçesi yazıyor. Kamera kayıtları incelenirse gardiyanların tutanakta iddia ettiği gibi odada üç kişi olmadıklarını dahi görebileceklerini, beş kişinin sabit olduğunu söylüyor. Tanıklarım var diyor.
Babam odaya alındığında odanın önünde (odanın önünde kamera var) başka mahkûmların beklemekte olduğunu, babamın çığlıklarını duymuş olabileceklerini, olay esnasında duymasınlar diye oradan uzaklaştırıldılarsa da bunun kamera kayıtlarında mevcut olduğunu söylüyor.
Babamın defalarca yazmış olduğu cezaevi savcısı ile görüşme talebi neden karşılanmıyor? Bu kadar ciddi iddialar mevcutken etkili bir soruşturma neden yürütülmüyor? Bu cüretkar işkenceleri meşrulaştırmak değil midir? Savcısından hakimine hepsini sorumlu hale getirmez mi?
Önce kendi içimizde disiplin soruşturması yürüteceğiz diyen, işkence bilgisi ve emri dahilinde olan, ‘sana savaş açtık’ diyen, ‘kızın kendisine dikkat etsin’ tehditlerinde bulunan kurum amirinin eline bu olay nasıl bırakılıyor? Ülkenin hukukunu cezaevinin kurum amiri mi sağlıyor?
İddia ettikleri gibi babam gardiyana kafa atmış ve ‘size savaş açtık’ demiş olsa DAHİ cezaevi yönetimi ile ters düşen mahkûmun nakli zorunluyken babamın nakil talebi neden karşılanmıyor? Babam Keskin Cezaevi’nde aldığı cezanın infazını görmekte değildir, esir tutulmaktadır.
25 yıllık hukukçu babam bizim kişilerle işimiz yok demeseydi ben isimleri ve bulabildiğim fotoğrafları ile ifşa etme yoluna başvururdum. Yine aynı şekilde 25 yıllık hukukçu babam hukukçu kafasıyla hukuki yolla halletmeye çalışalım demeseydi ben çok daha önceden duyururdum.
Ülkede hukuk kalmadığı, babam can tehdidi altında esir tutulduğu, şikayet dilekçeleri sümenaltı edildiği için burdan anlatma yoluna başvuruyorum. Babamın saçının teline zarar gelirse, isimleri mevcut gardiyanlar, kurum müdürleri, infaz hakimleri ve cezaevi savcısı sorumludur.”
GazeteDavul’a konuşan Dilara Uğur, şunları söyledi:
“Babam bana bir şey olmasından endişe etti. Önce benim evden dışarı çıkmamamı tembihledi. Ben de ona yapılanları bilmiyordum. Korktum. Gerçekten de tedirgin oldum. Sonra onun yaşadıklarını öğrenince korkum geçti. Ne olacaksa olsun noktasındayım. Babamın cezaevine yaşadıkları sonrasında Sezgin Tanrıkulu ve Ömer Faruk Gergerlioğlu ile görüştüm. Her ikisi de cezaevinden nakli için görüşmeler gerçekleştirdiler ancak sonuç alamadılar. Babamın ölüm tehdidi aldığına dair de duyumlar aldık. Cezaevi yönetimin uygulamaları İle ilgili babam suç duyurusunda bulundu ama işleme alındı mı bilmiyoruz. Sonuç alınır mı ondan da umudumuz yok. Yalnız tüm bunların takipçisi olacağız.”