Üç Aylar'ın kıymetini bilelim
Havada temessül eden güzel şeyler, okunan zikirler, âyetler, Allah’ın isim ve sıfatları havayı güzelleştirir, nuranîleştirir, şifalar işe doldurur hem de çirkinliklerden temizler. Kötülükler, çirkin şeyler, müstehcen sözler ve görüntüler de havayı kirletir; ruhu, kalbi ve vicdanı daraltır.
Kastamonu Lâhikasının 30. Mektubunda Üstad Hazretleri diyor ki: “Ben hem kendimde, hem bu yakındaki Risale-i Nur talebelerinde Haram Aylardan ve Üç Aylardan sonra bir yorgunluk ve şevkte bir gevşeklik görüyordum. Sebebini tam olarak bilmiyordum. Şimdi eskide söylediğim tahminî sebep, hakikat olduğunu gördüm. Şöyle ki: Nasıl maddî hava fena ise, fena tesir ediyor, mânevî hava da bozulsa, herkesin istidadına göre bir sarsıntı verir. Üç aylarda ve haram aylarda Âlem-i İslâmın mânevî havası, umum ehl-i imanın âhiret kazancına ve ticaretine ciddî teveccühleri, himmetleri ve tenvirleri o havayı sâfileştiriyor, güzelleştiriyor, müthiş ârızalara ve fırtınalara mukabele ediyor. Herkes o sayede ve sâyesinde derecesine göre istifade eder. Fakat o mübarek aylar gittikten sonra, âdeta o âhiret ticaretinin meşheri ve pazarı değiştiği gibi, dünya sergisi açılmaya başlıyor. Ekser himmetler, bir derece vaziyeti değişiyor. Havayı zehirleyen pis buharlar o mânevî havayı bozar. Herkes derecesine göre ondan zedelenir.”
“Bu havanın zararından kurtulmak çaresi, Risale-i Nur’un gözüyle bakmak ve ne kadar müşkülat ziyadeleşse, kudsî vazife itibariyle daha ziyade ciddiyet ve şevkle hareket etmektir. Çünkü başkalarının füturu ve çekilmesi, himmet sahiplerinin şevkini ve ziyadeleştirmeye sebeptir. Zira, gidenlerin vazifelerini de bir derece yapmaya kendini mecbur bilir ve bilmelidirler.”
Kastamonu Lâhikasındaki 60. Mektubun İkinci Meselesinde ise şöyle deniliyor: “Otuz birinci âyetin işaretinin beyanında ‘(Vay onlara ki, âhirete inanmalarına rağmen, bile bile) dünyayı âhirete tercih ederler.’ (İbrahim Suresi, 14/3) bahsinde denilmiş ki: Bu asrın bir hâssası şudur ki, dünya hayatını, bâkî hayata bilerek tercih ettiriyor. Yani, kırılacak bir cam parçasını bâkî elmaslarla bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş. Ben bundan çok hayret ediyordum. Bugünlerde ihtar edildi ki, nasıl bir insanın uzvu hastalansa, yaralansa, diğer âzâ vazifelerini kısmen bırakıp onun imdadına koşar. Öyle de yaşama hırsı ve hayatı koruma; yaşama zevki ve hayat aşkı taşıyan ve insan fıtratına yerleştirilen insanî bir cihaz , çok sebeplerden dolayı yaralanmış, diğer lâtife ve ince duyguları, kendiyle meşgul edip sukut ettirmeye başlamış; hakiki vazifelerini onlara unutturmaya çalışıyor. (…) Evet, insaniyetin yaşamak damarı ve hayatı koruma cihazı, bu asırda israflar ile iktisatsızlık, kanaatsizlik ve hısr yüzünden bereketin kalkmasıyla ve fakirlik ve geçim zarureti ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve hayat şartlarının ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalâlet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celbetmiş ki; çok küçük hayatî ihtiyacı, büyük bir dînî meseleye tercih ettiriyor.
“Bu acîb asrın bu acîb hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur’an-ı Mucizü’l-Beyan’ın tiryak (panzehir) misâl ilaçlarının nâşiri olan Risale-i Nur dayanabilir; onun metin, sarsılmaz, sebatkâr, hâlis, sâdık, fedakâr şakirtleri mukavemet edebilir. Öyleyse, her şeyden evvel onun dairesine girmeli, sadâkatle, tam metanet, ciddî ihlas ve tam itimadla ona yapışmak lâzım ki, o acîb hastalığın tesirinden kurtulsun.”
Üstad Hazretleri Kastamonu Lâhikasının 81. Mektubunda diyor ki: “Maddî hava bozulduğu vakit nasıl ki, sıkıntı veriyor; asabî sinelerde inkıbaz (kabızlık, kısırlık) hâli başlıyor. Öyle de bazen MÂNEVÎ HAVA bozuluyor. Bilhassa maneviyattan yabanileşmiş bu asırda ve özellikle nefsin kötü isteklerinin ve şehevî duyguların yaygınlaştığı memleketlerde ve bilhassa haram aylarda ve mübarek üç aylarda mânevî havayı tasfiye eden Âlem-i İslâmın uyanması ve umûmî teveccühü, o mübarek ayların gitmesiyle durmasından fırsat bulup, havayı bozan dalâletlerin tesirleri zamanında ve bilhassa kış tazyikatı altında (açık saçıklığı pek imkan bırakmadığından), bir derece dünya hayatının ve nefsanî kötü arzuların musallat olmalarının azalmasından dolayı, ehl-i İslam ve ehl-i imanda, âhiret hayatına çalışmak iştiyakı, baharın gelmesiyle, dünyevî yaşayışın ve nefsanî arzuların inkişafı ile, o âhiret iştiyak ve arzusunu gizlenmesi anında elbette böyle kudsî zikirler ve evradlarla zevk ve şevk yerine, esnemek ve gevşeklik gelir.”
Onun için ÜÇ AYLARIN MÂNEVÎ HAVASINDAN TAM İSTİFADE EDEBİLECEK ve bu kudsî fırsatı değerlendirecek sâlih âmeller işlemeliyiz ve BU DUA SÜRECİNİ dolu dolu geçirmeye kilitlenmeliyiz… Öyle ya, duamız olmasa, bizim ne önemimiz var, biz ne işe yararız ki!..
E. Abdurrahman