Üç uluslararası bilirkişi raporu ve yakın zamanda ortaya çıkan bir ABD Federal Mahkemesi belgesi ışığında hazırlanan rapor, Türk hükümetinin ‘münhasır kullanım iddiasının’ fiilen yanlış olduğu sonucuna varıyor. Rapor ayrıca Bylock uygulamasının kullanımına ilişkin resmi açıklamaların sürekli değiştiği ve birbirini tekzip ettiği aktarılıyor. Kullanıcı sayısına ilişkin ilk 215 bin kişi açıklanmıştı. Ardından rakam 122 bine düşürüldü, sonra 102bin ve nihayet 90 bine kadar çekildi.
RAPORUN ORJİNALİNE AŞAĞIDAKİ LİNKTEN ULAŞABİLİRSİNİZ
TR724'te yer alan habere göre aynı şekilde kullanıcı tespitine dair kriterler de (mavi, turuncu, kırmızı kullanıcı, 3 kez bağlanma kriteri, Mor beyin hatası vb) sürekli olarak değişti. Raporda bu noktalara dikkat çekilerek, hala da güvenilir ve bilimsel olarak teyit edilebilir olmadığı, Türk makamlarının münhasır kullanım iddiasının yanlışlığının kanıtlanmış olduğu belirtiliyor.
Bylock ile ilgili dijital verilerin parçalanarak bütünlük ve güvenilirliğini yitirdiğini, adli imaj alma işleminin geciktirilerek verilerin bozulduğu kaydedilen raporda, MİT’in resmi Bylock Teknik Raporu’nda temel dijital adli tıp ilkelerine uyulmadığı ve ayrıca tutarsızlıklar ve veri manipülasyonu izleri olduğunu vurgulanıyor.
VERİLER, HAKİM KARARI OLMAKSIZIN İNCELENİYOR
Bylock uygulaması ile ilgili dijital verilerin bir yargı merciinin emri ve denetimi olmaksızın elde edilmiş olması ve bu verilerin hakim kararıyla yapılması gereken adli kimlik doğrulamasından önce işlendiği ve böylelikle delil vasfını kaybettiği aktarılan raporda, idari soruşturmalar yoluyla elde edilen Bylock ile ilgili verilerin adli işlemlerde hukuka aykırı olarak kullanıldığı, Bylock ile ilgili internet trafiği meta verilerinin yasal olarak öngörülen süreden daha uzun süre saklandığı ve bu nedenle delil olarak kullanılamayacağı kaydediliyor.
MANİPÜLE EDİLEN VERİLER YASAL ‘KANIT’ KABUL EDİLEMEZ
Rapor, bu bulguların birçoğunun AİHM ve BM İnsan Hakları organları gibi uluslar üstü mekanizmaların kararlarında da doğrulandığını ortaya koyuyor. Rapor, içeriğinde ortaya konulan tüm bu verilerin, “Bylock kullanımına ilişkin verileri en azından hukuka aykırı olarak elde edilmiş bulgu haline getirdiğini ve kanıt bütünlüğü, gerçekliği, güvenilirliği ve doğruluğu ile ilgili dikkate değer şüpheler oluşturduğunu ve böylece onu yasal kanıt olarak nitelemesinden mahrum bıraktığı” sonucuna ulaşılıyor.
Raporda, “Ayrıca Bylock Uygulaması ile ilgili dijital verilerin/delillerin hem sanıklardan hem de avukatlarından saklanması da delillerin üzerine ağır bir gölge düşürmekte ve adil yargılanma hakkının ihlalini teşkil etmektedir.” ifadeleri kullanılıyor.
HUKUK PROFESÖRÜ RUSSELL: SAVUNMA HAKKI İHLAL EDİLEMEZ
Hukuk profesörü emekli idari yargı Avustralyalı insan hakları savunucusu Stuart Russell, “Tam ve uygun savunma hakkı, hukukun üstünlüğü, demokrasi ve temel insan hakları için esastır. Dolayısıyla, bir sanığın yasal işlemlerde kendisine karşı kullanılan dijital verileri inceleme hakkından mahrum bırakılması, hukukun üstünlüğünün açık bir ihlalidir.” diyor.
JAVİER CREMADES’DEN HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ VURGUSU
Dünya Hukukçular Birliği Başkanı İspanyol Avukat Javier Cremades, raporda yer alan görüşünde hukukun üstünlüğüne vurgu yapıyor: “Türkiye’deki Bylock kovuşturmalarında sanıkların aleyhlerindeki delilleri incelemek hakkından mahrum bırakılması ve dijital verilerin Türk makamları tarafından manipüle edilmesi hukukun üstünlüğünün ihlalidir. Hukukun üstünlüğü insan merkezlidir, insanı hukukun merkezi olarak kabul eder ve hukukun ve özellikle anayasa hukukunun nihai amacının bireyi korumak ve geliştirmek olduğunu açıkça ortaya koyar. Hukukun üstünlüğü genel bir kavramdır ancak: Kanunlar açık ve belirli olmalıdır. Özgürlük kısıtlamalarının orantılılığı ve özgürlüğü güvence altına alan bir kavram olarak kuvvetler ayrılığı, en yüksek öneme sahip bir başka hukuk kuralıdır. Hukukun üstünlüğü, liberal demokrasi anayasacılığına içkin temel bir hukuki kavramdır; ancak bu kavramın yasam bulması toplumda kabul görmesine ve siyasi aktörlerin bunu uygulamaya istekli olmasına da bağlıdır.”
ELEONORA MONGELLİ: VERİLER MANİPÜLE EDİLMİŞ
İtalyan İnsan Hakları Federasyonu Başkan Yardımcısı Eleonora Mongelli’nin raporda yer alan görüşleri ise şöyle: “Türk makamları, ByLock’un yalnızca Gülen hareketi üyeleri tarafından kullanılan bir iletişim aracı olduğunu ve onu indirmiş olan herkesin aslında bir “terörist” olduğunu iddia ediyor. Bununla birlikte aslında, mesajlaşma uygulaması aslında siyasi muhalifleri tutuklamak için bahane olarak kullanılıyor. Şimdiye kadar, 92.769 kişi iddia edilen kullanım nedeniyle kovuşturuldu. Bu rapor, Bylock’un hukuka uygun ve kabul edilebilir bir delil olmadığını, aksine Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından Türk yargısına sağlanan kötü niyetli bir kovuşturma aracı olduğunu göstermektedir. Sanıklara ve avukatlarına, MİT tarafından manipüle edilmiş olabileceğine dair şüpheler olan delilleri inceleme fırsatı da verilmemekte, yani bu araç da sanıkların adil yargılanma hakkı gözetilmeden kullanılmaktadır. İtalya İnsan Hakları Federasyonu (FIDU), devam etmekte olan yargı tacizinden derin endişe duymaktadır. Bylock kullanımının suç sayılması da geçtiğimiz Ekim ayında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne sunduğumuz (Saglam-Türkiye davası) üçüncü taraf bilirkişi raporu konularından biriydi. Türk makamlarını, hüküm giyen herkese, raporda belirtildiği üzere AİHM ve BM kararlarını da riayet edilen adil bir yargılanma fırsatı verilmesi güvence altına çağrısında bulunmaya devam ediyoruz.”
RAPOR NEDEN HAZIRLANDI?
Dr. Emre Turkut, raporun hazırlanma amacını şöyle anlatıyor: “Bu rapor, bir gün uyandığınızda kullanmış olduğunuz sıradan bir anlık mesajlaşma aplikasyonunun, hükümetinizin belirli bir grup üzerindeki baskısının merkezi haline gelebileceğine dair tüyler ürpertici bir uyarı görevi görüyor. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden bu yana, Black Mirror dizisi senaryolarını aratmayacak bir biçimde binlerce insan bir dijital delile / bulguya dayanılarak zulme uğradı/mahkum edildi; bu delil / bulgu Türk yetkililerin ABD’de yaşayan din adamı Fethullah Gülen’in takipçileri tarafından kullanıldığını iddia ettiği Bylock olarak bilinen bir mesajlaşma uygulamasının kullanımına dair delillerdi. O zamandan beri bu kişiler, Türk yetkililerin yanıtlayamadığı çok makul sorular soruyorlar: Bu kanıt güvenilir mi? Nasıl elde edildi? Kim elde etti veya yetkili makamlara aktardı? Hukuka uygun olarak mı elde edildi? Rapor, her soruyu ikna edici biçimde yanıtlayarak, Türkiye’deki Bylock soruşturmalarının / mahkumiyetlerinin neden hem kanıtların doğasında var olan bir dizi hata, yanlılık ve belirsizlik hem de kanıtın üretilmesi/yorumlanmasında yer alan insan faktörü ile gölgelendiğini ikna edici bir şekilde göstermektedir. Bu itibarla, rapor yalnızca Türkiye ve onun dijital kanıtları kinci ve korkunç amaçlar için (yanlış) kullanımıyla ilgili değildir. Aynı zamanda, dijital kanıtların bu tür silah haline getirilmesinin gerçekleştiği ya da gerçekleşebileceği herhangi bir ülke ile de ilgilidir. Bu nedenle rapor, mahkemelerce genellikle itibar edilen dijital adli tıp kanıtlarının potansiyel tehlikelerini aydınlattığı için herkes tarafından okunmalıdır.”