ABDULLAH AYMAZ
1911’de Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Şam’da okuduğu hutbede, Müslümanları Orta Çağda durduran altı çeşit hastalıktan bahsediyor. Bunların da en başında yeis var; ümitsizlik marazı…
Bu hastalıklara karşı çare olarak altı kelimeden bahsediyor, en başta da emel var; yani ümit.
Ümitlenmemiz gerektiğinin gerçeklerini de özetle şöyle ele alıyor:
Birincisi tarihin şahitliği: Müslümanlar İslamiyetin dünyevî ve uhrevî bütün emirlerini yerine getirdikleri zaman hem mânen hem maddeten ilerlemişlerdir.
İkincisi: Hakikatların insanlık için maddî-manevî bütün esasları ve prensipleri İslamiyet içinde toplamış olmasıdır.
Üçüncüsü, Müslümanların fakirlik ve geri kalmışlıktan dolayı ilme, teknik ve teknolojiye karşı olan açlıklarıdır. Bu hususta karnı tok mirasyedilerden önemli bir farkları vardır.
Dördüncüsü: İslamiyetin insanlığa verdiği hürriyet fikridir. Haksızlara ve zalimlere karşı doğruyu haykırmaktan çekinen ve sakınanlara DİLSİZ ŞEYTAN demektedir.
Beşincisi: İslamiyetin şefkatle donanmış olan yiğitlik ve kahramanlık şuuru aşılamasıdır.
Altıncısı: Allah’ın yüce olan adının yüceliğine uygun, cihana anlatılmasının Müslümanlara verdiği izzet-i İslamiyedir. Bu da maddî yönden bile terakkiye muhtaçtır.
Yedincisi: Kainat kitabından çıkarılacak derstir; kainatta güzellik mükemmellik esastır. Fenler bunu küllî kaideleriyle isbat etmektedir. Şer, kötülük ve çirkinlik ise esas değildir. Onlar bir güzellik ve mükemmelliğin pek çok tür ve türevinin ortaya çıkması içindir.
Varlıklar içinde din ve fennin şahitliğiyle en güzel ve mükemmeli ahsen-i takvim üzere yaratılan insandır.
İnsanlar içinde de, en mükemmeller İslamiyeti tam yaşayanlardır. Onların içinde Hz. Muhammed Aleyhisselam ve onun yaşadığı İslamî hayat ise en güzeli, en mükemmelidir.
İşte insanlık eninde sonunda bu mükemmel nizam içine girecektir. Böylece kainattaki güzellik ve mükemmellik içinde olan varlıklar ve diğer bütün kainat kardeşleri gibi insanlık da İslamiyete girip yaşayış haline getirmekle bu gerçeği ispatlayacaktır. Üstad’ın dediği gibi: “Her kıştan sonra bir bahar; her geceden sonra bir sabah bir nehar geldiği gibi, İnsanlığın da bir sabahı ve bir baharı olacaktır, inşaallah”
“Şu istikbal içinde en yüksek ve gür sedâ İslamın sedâsı olacaktır.”
“Kalbin Zümrüt Tepeleri’nde M. Fethullah Gülen Hocaefendi “Reca” yani Ümit bölümünde diyor ki: “Recâ: İyi bir şeyi bekleme ve elde edebilme ümidi… Allah’ın lütuf ve ihsanlarını umma hissi… Gelecek adına emellerle dopdolu olma ve arzu edilen şeylerin elde edilebileceği mülahazasıyla yaşama mânâlarına gelir.
“Gazze’de son dakikalarını yaşayan İmam Şâfiî’nin recâ adına şu son ve dolgun soluklarını kaydetmeden geçemeyeceğim:
“Kalbim kasvet bağlayıp yollar da sarpa sarınca, ümidimi affına merdiven yaptım. Günahım gözümde büyüdükçe büyüdü ama, onu alıp affının yanına koyunca affını tasavvurlar üstü büyük buldum.
“Allah korkusunun insanı günahlardan uzaklaştırıp, O’na yönelttiği, O’na yaklaştırdığı yerlerde sürekli korku soluklamak, ümitsizlik çukurlarına düşüldüğü veya ölüm emarelerinin, belirdiği zamanlarda da ‘recâ’ya sarılmak, havf –recâ dengesi adına ölçü sayılacağı gibi, ruhta hasıl olan emniyet duygusuna karşı korku unsurlarını harekete geçirmek, ümitsizlik hazanlarının esip-durduğu hengâmda recâ seralarına sığınmak, havf-recâ dengesi adına ayrı bir yorum. Bu itibarla, bazen en mükemmel amelin yanında duman duman korku tütebilir ve az bir amelin sağında-solunda da recâ tüllenebilir.
“Zaten çoklarınca recâ Cenab-ı Hak hakkında hüsn-ü zan beslemenin bir başka boyutu sayılmıştır. Ve ‘benim kulumla maiyyet ve muâmelem, onun Benim hakkımdaki zannına bağlıdır’ meâliyle vereceğimiz kudsî hadis de bir hususi mülâtefenin ifadesidir.
“Ebu Sehl’i rüyada tarifler üstü nimetler içinde yüzüyor görür ve sorarlar: ‘Üstad bu yüksek pâyeyi nasıl elde ettiniz?! Ebu Sehl cevap verir: ‘Rabbim hakkında beslediğim hüsnü zan sayesinde.”
“Evet insanın ameli, ihlası, hasbîliği, diğergâmlığı önemli birer güzellik boyutu sayılsalar da, insanla alâkalı olmaları itibarıyla, Allah’a ait bulunan affın yanında çok önemsiz kalırlar. Zira öncekiler, zâhirî esbap açısından insanın işi ve davranışları sayılmasına karşılık, ikincisi doğrudan doğruya Cenab-ı Hakkın rahmet boyutlu şe’ni hassı ve mülatefesidir. Havf ve recâ insan gönlüne Allah’ın en büyük armağanıdır. Bundan daha büyük bir armağan varsa o da bu iki duygu arasındaki muvazeneye riayet ederek, onları Allah’a ulaşmada birer nurânî kanat olarak kullanmaktır.”
İnşaallah bu dengeyi kurabiliriz…